24 Ekim 2008 Cuma

ERGENEKON DAVASI DOSYASINDA Kİ İLGİNÇ BELGELER


Belge Adı: Reosta Operasyonu.doc

Bu belge sanıklardan Veli Küçük'ün bilgisayarından elde edilmiştir.

Delil Klasörü numarası: 360 Belge hakkında bilirkişilerin görüşü: Sözkonusu dökümanda Sebataylar olarak bilinen grup incelenmiş ve bu gizli etnik dini ve ideolojik cemaatin nasıl kontrol altına alınacağı yönünde operasyonel bir proje çalışması yapılmıştır. Bu çalışma yapılırken Sebatay cemaatinin üyeleriyle de temasa geçilmiş ve onlardan doğrudan bilgi alınmıştır. Sebatay grubu ile ilgili yapılan en önemli vurgu yüzyıllar boyunca korumuş oldukları gizliliktir. Dökümanın büyük bir kısmını Sebatay grubunun kurucusu Sebatay ZWİ'nin hayatı oluşturmaktadır


RAV SABETAY ZWİ SABETAYCILIK VE TÜRKİYE SABETAYLARI (Dönmelik) REOSTA "OPERASYON PROJESİ"
Türkiyeli etnik unsurlar içinde, gizliliklerini 300 yıldır korumayı başaran yalnızca Sabetaycılar olmuştur. Sabetaycıların sayısını 60.000 olarak iddia eden çevreler olmuş ise de, gerçekte Türkiye'de yaşayanların sayısı 4.500-5.000 dolayında olduğu tespit edilmiştir. Türkiye'de İzmir, İstanbul, Bergama, Uşak, Dikili, Soma gibi kentlerde yoğunlaşmışlardır. Türkiye Cumhuriyet'inin dış politikalarında en etkin "unsur" olarak ele alınarak değerlendirilme zorunluluğu ortaya çıkarır. Sabetaycılar dünya Yahudi cemaatleri ve İsrail tarafından kaçınılmaz bir "tehlike" olarak algılanıp değerlendirilmiş olmakla birlikte, İsrail Yahudilerince dışlanmalarına karşın, daima özenli bir dikkatle izlenmişler, kontrol altına alınmaya çalışılmışlar Ve zaman zaman da hiçbir zaman gerçekleşmeyen vaatlerle kullanılmışlardır.


Türkiyeli Sabetaycıların İsrail vatandaşlığına kabul edilmeleri için 1971- 1991 ve 1996 yıllarında başvuruda bulundukları ve geri çevrildikleri bilinmektedir. Müslüman kimliğinde Yahudi Kabalizmine bağlı olarak yaşayan bu cemaatin gizlilik esaslarının korunmasındaki özenli ve kararlı tutumu sonucu Sabetaycılar, gerektiği biçimde ele alınıp incelenememiştir.

Sabetaycılık 17. yüzyılda ortaya çıkan mistik bir hareketin genel adı olarak Rav Sabetay ZWİ'nin mesihlik iddiaları üzerine kurulmuştur. Baskı ile din değiştirmek zorunda kalan Zwi, Yahudi dünyasını büyük bir düşkırıklığı ile karşı karşıya bırakmış, öğretisine inanan ve onun peşinden giden 200 ailelik bir grubun lideri olarak, "Gizli/Etnik/Dinsel/İdeolojik" Sabetaycılık Hareketi"ni kurmuştur. 1917 Selanik yangını sonrasında Sabetaycıların dini yaşantılarına ilişkin pek çok eser ortadan kalkmıştır.

Türkiye'de Yahudilik ve Sabetaycılıkla ilgili en geniş döküman ve belge arşivine sahip olan kişi Rıfat Bali isimli şahıstır. Bir ticaret insanı olan Bali'yi bu alanda döküman toplamaya yönlendiren neden ve etkilerin aydınlanması gerekmektedir. İsrail-Türkiye ilişkilerinde bir sorun olarak görülen Sabetaycılık cemaatinin araştırılması konusuna ne yazık ki kısa ve orta vadede izin verilmeyecek gibi gözükmektedir. Rav Sabetay Zwi (Zwi=Sevi) 1626 yılında İzmir'de doğdu. Babası Hollanda ve İngiliz şirketlerinin temsilciliği sayesinde servet sahibi olmuştu. Ailesi tarafından üç kez evlendirildi ise de eşlerine dokunmadı ve Torah ile evli olduğunu söyledi. Bu sözü din adamlarınca eleştiri konusu oldu. O beklenen Mesih'in (Maşiah) kendisi olduğuna inanıyordu. 1650-51'de İstanbul'da Avrahan Yaqini adlı bir kişi kendisine beklenen Mesih olduğuna dair bir belge vermiştir. Sabetay Zwi'nin ailesinin Mora'dan İzmir'e geldiği bilinmektedir. 31 Mayıs 1665'te İzmir'e dönen Sabetay Mesihliğini ilan etmiştir. Gazze hahamı ve cemaati onun Mesihliğini ilk kabul edenler olur. Sabetay Zwi'ye inananlar sinegoglardaki vaazlarında taşkınlıklar yapmaya başlamışlar, "efendimiz, Türk'ü tahttan indirecek ve dünyayı 18 krallığa bölecektir" demektedirler. Son çare olarak onu Osmanlı Sultanı'na şikâyet ederler. 30 Haziran 1666 yılında Sabetay tutuklanır, İstanbul'a getirilir. Çanakkale'deki Aydos Kalesi'ne hapsedilir. Sabetay Divan'a çıkarılır. Yaşamı ile iddiaları arasında bir seçim yapması istenir. O yaşamını kurtarmayı seçer.

İhtida sırasında Sabetay, Sultan'a: "Bu can bu bedende kaldığı sürece La İlahe İllallah" der. Ve Sultan'ın huzurunda müslüman olur. Devlet kendisine bir rütbe ve aylık bağlamıştır. Huzurdan çıkınca kaftanını açmış, koynundan bir kuş çıkarmış ve "işte can bedenden çıktı Şema Yisrael" demiştir. 200 ailelik bir topluluk din değiştirerek onun yolundan gidecektir. Selanik'e yerleşen bu toplum pratikte Zahor'a dayanan mistik bir yaşamı benimser. Yahudi inancını sürdürür. Fakat resmen Müslüman milletine dâhil olarak yaşarlar.
Böylece literatürde "Selânik Dönmeleri" olarak adlandırılan cemaat tarih sahnesindeki gizemli yerini almıştır. 1676'da ölümüne değin bizzat Sultan'ın emri ile Arnavutluk/Clgen'e sürülür. Ancak orada da müritlerini yetiştirmiş, örgütlenmiş ve faaliyetini sürdürmüştür. Ölümünün ardından kayın biraderi olan Yakov Qerudo'yu onun halifesi kabul eden Yakubiler daha sonraları ortaya çıkan ve Mesih ruha sahip olduğuna inanılan Karakaşlar ve yalnızca Sabetay'a inanan Kapancılar olmak üzere kendi içlerinde bölünürler. (1900'lere değin geçen 350 yıllık süreçte cemaat önce ikiye sonra üçe ayrılmıştır.) Sabetaycılar içinde en etkin ve faal olan Karakaş grubudur. Kurucuları Baruch Rassio'nun Sabetay Zwi olarak yeniden doğmuş (reinkarne) sureti olduğuna inanırlar. 1946'da yaşanan "Varlık Vergisi" olayında Sabetaycı aileler "D" sınıfı olarak sınıflandırılmışlardır. Bezmenler, Arabekler ve Diberler gibi Sabetaycı güçlü aileler yüksek miktarlarda parasal ödeme yapmak zorunda bırakılmışlardır.

Bu tarihlerden sonra da giderek güçlenen radikal İslâmcı akımlar için Sabetaycıların hedef alındığı görülmektedir. Günümüz fundamentalistleri genel anlamda Türkiye'nin bir imparatorluktan Ulusal devlete dönüşmesini üç ana nedene bağlamaktadırlar: Masonlar, Selânik dönmeleri (Sabetaycılar) ve Yahudiler. Türkçede Tevrat olarak bilinen kutsal metinlerin gerçekte Musa'ya (Moşe) verilen bölümü beş adettir ve buna "Torah" denmektedir. Fakat daha sonra gelen peygamberlerin yorumlamalarına dayalı olan diğer kitaplar da vardır ki, bunlar "Neviim" ve "Ketuvin" olarak tanınırlar ve Torah ile birlikte bunlara "Tanab" (Tevrat=Ahd-i Atik) denilmektedir. Talmud hahamların Tevrat yorumlarıdır ve Ortodoks Yahudiliğin temelini teşkil eden bir kaynaktır. Daha sonraları İspanya Diasporası'ndan (altın çağ) ortaya çıkan bir diğer anonim kaynak daha vardır ki, bu da "Kabala"dır. Kabala tümüyle mistik Yahudiliğin kaynağıdır ve kaynakları konusu tartışmalıdır.

Selânik kenti, tarihi rolü açısından belki de en az ele alınmış konular arasında yer almaktadır. Oysa ki Türkiye'nin ilk siyasî dernekleri olan İttihat-Terakki ve Mason dernekleri burada kurulmuştur. İstanbul'da yaşanan 31 Mart isyanı bu kentten organize edilen bir ordu tarafından bastırılmış, Sultan 2. Hamid sürgün günlerini bu kentte yaşamış. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, bu kentte doğmuş ve ilköğretimini Selânik'te almıştır. Atatürk'ün ilk eğitimini aldığı bu okul ve Şemsi Efendi olarak anılan öğretmeni Şimon Zwi, dönemin önemli oluşum merkezidir. Atatürk'ün ilk eğitimini veren Şemsi Efendi'nin bir başka özelliği de yaşadığı dönemin en büyük Kabalistlerinden biri oluşudur. "Fevziye Mektebi" onun gibi daha sonraları İstanbul'da faaliyet gösterecek olan "Mekteb-i Terakki"ye göre daha radikal ve cemaatçi bir yapıya sahiptir. Çünkü Fevziye Mektepleri'nin kuruluş amacı, Karakaşlar grubunun cemaatçi yapısını sürdürmek amacına dayanmaktadır. Okul bu grubun resmi öğrenim kurumu olmuştur. Şişli Terakki Lisesi'nin, 1879'da "Terakki Mektebi" adı ile Şemsi Efendi'nin Selânik'te kurduğu "Şemsi Efendi Mektebi" ile temeli atılmıştır.

1924 yılında yaşanan mübadele sonucu okul İstanbul'a taşınmıştır. Okul 1967 yılında 903 sayılı yasa ile vakıf haline dönüştürülmüştür. Gizli/etnik/dinsel/ideolojik bir cemaat olan Sabetaycılar, uygulamadaki "güvenlik soruşturması" ve nüfus cüzdanlarındaki "din" hanesinden rahatsızlık duymaktadır.

kaynak:BARAN DERGİSİ


Ekonomik Ve Siyasi Çalkantılar


Dünya piyasaları allak pullak. Kapitalizm çöküş çok sancısı çekiyor. Bunun yansımaları herkesi sarıyor. Bizleri de elbette etkilemekte. Yabancı sermayenin bir kısmı ile yerli zenginlerin bazıları servetlerini yabancı ülkelere çıkarmaları dolayısıyla daha düşük ölçekli geçirmemizi mümkün olacak sarsıntıyı daha büyük hisstememize neden oldular. Ama ne kadar büyük olsa da yıkıcı tesirleri olmayacağa benziyor.


Seksen öncesi yıllarda Ecevit Hükümetine karşı cephe alan zenginlerin tavırları geldi aklımıza. Krizden beslenmeye alışmış sermayedarların yeniden kendileri için oluşturmak siyasi ve ekonomik saltanat sağlamak yolunda ki karaları bizi etkilemektedir.Piyasalar hassas olunca hemen ürkmekte ve paniklemektedir. Böylece da olması gerekenin üstüne tırmanmıştır. Vatana ihanetin başka bir anlamı halka karşı işlenen bu cürümdür. Halkın ürkekliğini ranta çeviren çevreler bu işi çok iyi biliyorlar. Halkta bunu bir anlasa da hemen alma peşine koşmasalar onların halkan bekledikleri tepkileri alamamasına ve böylece umduklarına kavuşmamalarına sebep olacaklardır. Halk ürkek olunca fırlayacak ve böylece zenginlerimiz servetlerine üretime dayalı bir tüketim hakkı değil, ranttan gelir elde etmiş olacaktır. Fakir fukara arkadaşlarımız da bir gece de aldığı dolardan kazandığı üç kuruşu kazanç sayacaktır. Aslında kazandığından fazla kaybetmekte olduğunu görememektedir.


Kurulan tuzak büyük. Halk az kazanç sağlama adına kendisini şişlemektedir. Geleceğinden götürdüğü, dövize yönelmekle aldığından fazla olacaktır. Düzenin sahipleri, halkın efendileri halkının yönelim potansiyeinin bilgisine sahipler. Bu da onları efendi kılan aklı ve erki ele geçirmeyi sağlıyor. Halkı halk yönetemez hale getirmiş oluyorlar.Halkın gizli yönetimi ve yönelimini sağayanlar iktidarlarını sağlamaya ve sömürülerini devam ettirmeye muvaffak olmuş oluyorlar. Milli hassasiyetler de böylece kaybolmaktadır.


Halkın düzenini, haklının düzenini, hak edenlerin düzenini tesis etmeye halk talip olmamış ve yönetilmeye de böylece öle mantığıyla gideceği yer belli oluyor. Sömürünün, sömürenin kapitalizmin vahşi çehresi işliyor. Dünya kapitalizmin dişleri sökülürken, halkın yanlış yönelimleri bizde kapitalizmin yeni sömürü dişleri çıkarmasını besliyor.


Elektirike yapılan % de 55 zamlarla ve kömüre gelen zamlar ve üstüne üstlük ın fırlamasıyla bu kış çetin geçeceğe benziyor. Baharda karlardan önce ekonomik erimenin daha erken başlayacağı da öngörülüyor. Panik havası estirilmeye ve seçimlerde hükümeti alt etme yolları olarak da ekonominin silah olarak kullanılma riksi bulunmaktadır. Siyasi devşirmeler de ekonomik devirmeler önemli rol oynamaktadır. Altenatif olmayanların alternatifi, ekonomik baskı unsuru olarak ortaya çıkmaktadır.


Ergenekon duruşması ve olayları, Üniversitelerin karıştırma faaliyetleri Pkk ve güneydoğu olayları, Anayasa Mahkemesinin aylar sonra yayınladığı gerekçeli kararları buhranlarımız körüklemektedir. Bizim itidallerimiz bizi geçici değil, daha doğru zeminde kurtaracakır.


PKK paravanı arkasında Türk siyasi hayatını kontrol etme isteği olduğu bilidiğine göre, bütün olanların siyasete yeni bir yön verme, şekillendirme isteği görülmektedir.


Dün siyasi iktidarları için çetelere sığınan partilerin bugün onları kamuoyu önünde savunmak zorunda kalmalarını da ibretle izliyoruz. Ergenekonu savunanlar, aslında faili meçhulleri ve PKKyı ve olup bitenleri de savunanlardır.


Ülke ekonomik ve siyasi çalkantılarla bir krize sürüklenmek istenmektedir.


Ülkemiz için bugünlerde tek güzel bir gelişme olmuştur. BM güvenlik konseyine yüksek bir oyla geçici üyeliğe seçilmemizdir.


Olanlar ülkemizin dönüşümünün sancılarının ağır olduğunu ve olacağını göstermetedir. İnkilap etmek, kolay değil. Sancı kaçınılmaz. Karanlık yoğunlaşmışsa aydınlık yakındır.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Asrın Davası



Davanın görülmeye başlamasında, hukuki sürecin işleyişinde ve ülkemizin çeşitli yerlerinde olan olaylara baktığımızda, Ergenekon'un görünenden daha fazlasının ve etkilerinin devamına da bakarak,dışarda olduğunu görüyoruz.


Bu dava asrın davasıdır.Nicedir ki, ülke yönetimde söz sahibi olmuş, çeteleşme içtenselleştirilmiş bir sürecin sonucunda görülen davanın kadüklüğü ortadadır. Dava, göstermelik bir davadan öte anlam taşımamaktadır.


Osmanlıyı yıkan ve Tükiye Cumhuriyetine müdahil olan güçlerin yönetimde tarz değişikliğine gidişinin işareteridir. Ehilleştiriliş bir islama yola devam etmek isteğinde olanların dünya hakimiyetinde sağlanacak sömürde birleşik İslam cephesi oluşumunu engelleme isteğini görmek gerekir.


İslam'ı, laik ve kemalist faşizimle dizginleyen dış güçler onu ılımlılaştırmış olmanın rehavetindeler. Eğer sağlam olarak bu işin içinde kendi adamları lider pozisyonunda olmasaydı, dış güçler bu süreci başlatmazlardı. Kemalist ve ulusalcı çetelerin bir cemaat liderine sıklıkla çatmaları da bundan olsa gerektir.


Müslümanları sömürmek niyetine dayalı, İslam Düşmanları için dostluk nutukları atan ve İslam ümmetini emperyalistlerin kuçağından almayacak liderleri batı yetiştirmiştir. Derin çeteler dün kemalist, dinsiz ve laikliği benimsemiş olduğunu iddia eden Din düşmanı fanatiklerden, İslam'ı hristiyanlığa yamanmış bir din haline getirecek liderlerle ahbab ilişkilerini geliştirip, bunlara güvenen batının ikiyüzlülüğünün ürünüdür.


Batı aslında nankördür. Menfaatine herşeyi kurban edebilirler. Kurdukları çetleri de başka bir çeteleşmenin gereği yok etmek istemişlerdir. Asıl yönetim mevkiindekileri, başlarını ise koruyup kollayanlar da yine kendileridir.


Bence Ilımlı İslama karşı kullanmak, kontrol etmek için başındaki çete reislerine dokunulmasına Amerika- İsrail menşeyli toplum mühendisleri şimdilik izin vermemişlerdir. Sadece bir tasfiyedir. Çeteleşmenin boyutu ve menşei değitirilmek istenmektedir. Marka adı değişecek ama sahip aynı kalacaktır. İflası engellemek için yapılan bir manipilasyondur. Çetelerin varlığı devam edecek, sömürü bekçileri yine olacaktır.Bu cihetle çeteler, sömürü bekçileridir.


Faili meçhulleri, dünün, bugünün meselesi görmek yanlıştır. Taktik T.C. kuruluşundan beri vardır. Bu yöntemi geçmişten kopararak gerçek bir değerlendirme yapmış olamazsınız. Hukuki infialler istiklal Mahkemelerince zamanında yapılığında ve binlerce insanın kanları akıtıldığında fiziki şartlar hiç konuşulmadı. Önce asıp, sonra yargılayanlar ve onların devamı olan çeteler yine halkın karşısında duruyor. Halkı kullanıp yönetip, yönlendirme isteğinde ki belirtilerini gösteriyor.Manipule edip, ajite ederek küçük düşürme ve değersizleşirme psikoloji ile üstünlüğü ele geçirme peşindeler. Bu işlerde de çok mahirler.


Özel Harp Dairesideki psikolojik harekatla şekillenmiş bir çetleşme söz konusudur. Hiç kimse bu çetleşmenin devletin himayesinde kemalizmi dinsizliklerine bir din kılıfı giydirenlerin dini ve öylece yorumayanların katliamları olarak görmemizi engllemeye kalkışmamalıdır. Hala bu dairenin yaptığı işlerle karşı karşıya olmadığımızı bize kim söyleyebilir ki.


Son PKK katliamlarına devlet içindebir grup çeteleşme ürünü ve uzantılarının göz yummadığı hissini halka kim verebilecektir. Halk artık PKK'nın veya Uzantısı olduğu Ergenekonun devlet eliyle yönlendirilip yönetiliğini biliyor. Sağır sultanlar bile gördü... Pişkinlikler, hırçınlıklar da ondan olmasın sakın.


Ülkemizde demokrasi dışı bütün müdahaleleri de, bu çetenin devlet görünümlü silahlı güçleri eliyle Amerikanın da icazetiyle yaptığı da bilinmektedir.


28 Şubatta da Genel Kurmay başkanını bir ay önce İsrail'de olması da tesadüfmüydü. Birileri Türk milletini fena halde dışarıdan yönetmekte ve de sömürektedir. Bunlar emperyalistlerin ülke içindeki kullandıkları piyonlarıdır. Artık halkımız, dışardan gizli bir elin ülkeyi yönetmemesini isterken dine dönüş ve öze yönelişinin de dış mihraklarca farkedilip, kullanıldığının farkına geç olmadan varmalıdır.


1980 öncesi sağ-sol olaylarıyla binlerce vatan evladının ölümüne müdahale etmeyenlerin 12 eylülde darbe yapmaları da bir dış tezgahladır. Neden son bir yılda beşbin kadar insanın ölmesi beklenmiştir. Devlet istihbaratıyla neden olayları körüklemiştir. Bunların ve o döneminde sorgulanıyor olması gerekmezmiydi.


1972 de tutuklanan Doğu Perinçek ve Apo'nun kısa süreli içeride kimlerle görüşmeler yaptıkları tesbit edilemez mi? Hak etmediği halde devlet bursu almaya devam etmesini sağlayanların da ortaya çıkarılması gerekmez miydi? Bunlar Sırrı Sakık'ın mektuplarında dikkat çekilen konulardır.


Şimdide Kürt-Türk kavgası çıkarmak bir iç savaşı tezgahlama planları yapılıyor. Bu tezgahı sahneye koymak isteyenler de yine yargılananlar değil mi? Pardon dış uzantıları. Katil olmanın lüksünü yaşamak için Ergenekon'cu olmak gerekirmiş meğer dedirten sahneleri bu millete kimler neden yaşatmaktadırlar. Adamlar sanki bütün cinayetleri ben yaptım da, onlar masum gibi mağrur ve gururlu duruyorlar. Özel Harp Dairesi güzel eğitmiş, psikolojik harekatlar için anlaşılan...


Evet Emekli Hakim Albay'ı dediği gibi, bu davanın da korkarım Şemdinli davasına dönüştürülme olasılığı var. Bizim çocuklar ne de olsa beceriklidir.(!)

NAMET DOMUZ ETLERİ

Ömer KIZILIRMAK
TÜBITAK-SAGE Planlamalar ve Kalibrasyon Birim Amiri

Diye birisi yok. Tübitak sitesinde aradım.

TUBITAK'ın oturup böyle bir rapor yayınlayacağına kaç kişi inanıyor acaba?

Burada yazılanların doğruluğunu veya yanlışlığını değil, yöntemin yanlışlığını konuşuyorum. Uydurma bir kişi üzerine bina edilen böylesine önemli bir konu, doğru bile olsa inandırıcılığını yitiriyor.

Aşağıda bir alıntı var, lütfen okuyunuz:

"Bu mail bana birkaç yıl önce gelmişti. Ben de büyük bir duyarlılık göstererek bunu mail listeme forward ettim. Tabii onlar da kendi listelerine..
Böylece bu mail de diğerleri gibi geometrik şekilde adeta virus gibi internet ortamında çığ gibi çoğaldı dağıldı.
Ama hiçbirimiz tabii bugüne kadar ben de dahil olmak üzere olayın doğruluğunu sorgulamadık. Bunun en başta kendimiz, mailde adı geçen firmalar, ve en önemlisi o raporun altında adı geçen kişi açısından ne tür sorunlar yaratacağını hiç kimse hesap etmedi.
Öncelikle ben şahsen adı geçen firmalardan birinin yöneticisi olsam bu krizi kazanca çevirirdim. Basını yanıma alır, bu yazıyı yayınlar, olayın muhatabından belge ve bilgilerini isterim. Ayrıca firmanın bundan zarar gördüğü gerekçesiyle çok yüklü tazminat davaları açardım.
Bu şekilde hem firmamı temize çıkarır, hem de çok pozitif ve sıfır maliyetle firmamın reklamını yaparak güvenirliğini perçinlerdim.
Bu olay bile kullanmasını bilen firmalar için bir fırsat olarak ortaya çıkıyor."


TUBITAK SPAM, Dezenformasyon ve Hoax Mail Bilgilendirme ve Toplumu Aydınlatma Kurulu Üyesi

Süleyman YERSEN

19 Ekim 2008 Pazar 21:21 tarihinde SIRAT <sirat.i.mustakim@gmail.com> yazdı:

Sizce Ben Domuz Eti Yemedim Diye Biliyormusunuz ?

HADI SIMDI DE BILMEDIGINIZ YERDEN ET ALIN VE BILMEDIGINIZ YERDEN YEMEK YIYIN BAKALIM...'

Gaziosmanpasa Hacimasli köyü domuz çiftligi'nin sulari ve kati atiklari 300 metre mesafedeki Sazlidere Baraji'na akiyor. Baraj on milyon kisinin su ihtiyacini karsiliyor. Çiftlikte 5 bin domuz var.
Türkiye'deki domuz çiftliklerinde yillik 3 milyon kg. civarinda et üretiliyor. Bu rakam neredeyse kirmizi et üretiminin yarisi. Üretilen domuzlar otellere, yemek fabrikalarina ve marketlere 'kiyma' seklinde satiliyor. Domuz etini Salam, sosis olarak da piyasaya sürmek en sik kullanilan yöntem.
Peki neden domuz?
'Dinen yasak olmasina, Türk yemek kültürüne aykiri bulunmasina ragmen neden domuz cazip bir konu?'
Çünkü domuz yetistiriciligi kârli bir is. Domuz üretken bir hayvan. Cinslerine ve yasina göre yilda bir, iki, bazen de üç kez ve her batinda 15-20'ye kadar varan yavru dünyaya getirebiliyor. Bir domuz yilda iki kez dogum yapsa, her batindan 10 yavru yasasa, 20 sene yasayan bir domuzun 400 yavrusu oluyor. Ve dahasi yeni dogmus bir domuz 4-5 ayda 100 kiloya kadar çikabiliyor.
Normal Sartlarda evcil bir domuzun yüzde 30'u yag olarak ayrilabilmekte iken bu rakam bazen yüzde 50'yi bulabiliyor.Yani 150 kg'lik bir domuzdan 75 kiloluk yag elde edilebiliyor. Bu da dana yada koyuna göre tercih edilmesinde önemli bir etken.
Beslenmesi kolay, cam disinda -les dahil- her seyi yiyebiliyor. Her domuz da ortalama 80-100 kiloya ulastigi zaman kesiliyor. Kaba bir hesapla sadece bu çiftlikten yilda yaklasik 1 milyon kg. et çikiyor.
Bu etlerin hangi kanalla, nerelere satildigi meçhul. Diger çiftlikler de göz önüne alindiginda Türkiye'de yaklasik 3 milyon kg domuz etinin piyasaya degisik yollarla sürüldügü ortaya çikiyor.
Türkiye'deki toplam kirmizi et tüketiminin de 6 milyon kg. oldugu göz önüne alinirsa tablonun vahameti daha da netlesiyor. Kilosu 1 ile 3.5 milyon lira arasinda satilan bu domuz etlerinin agirlikli olarak kiyma, sucuk, salam ve sosis olarak satildigi dile getiriliyor. Çiftlik çalisanlarindan Ismail Türk'ün verdigi bilgiye göre kesilen etler toplu olarak büyük otellere, yemek fabrikalarina kiyma ve sosis gibi ürünler olarak satiliyor.
Bu ve benzeri çiftliklerden resmi olarak bes firma domuz satin aliyor:
Çerkezo, Polonez, Nuta, Namet ve Sütte ...
1.
Çerkezo aldigi ürünleri Salam Sosis olarak piyasaya sürerken ayni zamanda Tesvikiye'deki Sarküterisinden de nihai tüketiciye ulasiyor. (ki bu firmanin bir de TADET adi altinda otellere ürün sattigi bir markasi daha bulunuyor...) Ayni zamanda butik magazalarda ve ulusal zincir magazalarda satilan BONUS markali ürünlerin üreticisi de ÇERKEZO...
2- Ayazaga'daki Çerkezo'nun hemen yaninda üretim yapan
SÜTTE firmasi da salam, sosis ve jambonlarini markasiyla satiyor. Ancak bilinen bu firmalar ürünleri çesitli zamanlarda farkli isimlerde piyasaya sürüyor. Daha önce Sütte olarak piyasaya sürülen domuz mamulleri son dönemde PIGGY adiyla satiliyor. Üstelik ünlü Amerikan fast food zincirlerinden Little Caesar's Pizza tam 10 yili askin süreden beri et mamullerini SÜTTE firmasindan temin edip bizlere bir güzel yediriyor.
3-
POLONEZ 5 yil öncesine kadar resmi olarak domuz ürünleri imal edip MIGROS'larda açik açik ürünlerini satarken, son yillarda %100 dana etinden ürünler imal ettigini iddia ediyor.
'Peki ya bunlari göz göre göre magazalarinda sattiran satin alma müdürleri aldiklari rüsvetin yani sira bu milletin vebalini aldiklarini da biliyorlar mi sizce?'

POLONEZ'in ciddi anlamda piyasaya yayilmasindaki en büyük faktör MIGROS' tur . O dönem Migros'un et mamulleri satin almasinda olan (Su an oyuncak reyonunda satin almacilik yapan) Coskun bey'in büyük paralar karsiliginda POLONEZ'le isbirligi içerisinde oldugunu ve bizzat domuzlari bizlere yediren kisi oldugunu biliyor muydunuz?
Peki ya
Migros'ta çalisan tüm tezgahtarlarin eksiksiz olarak her ay sonunda POLONEZ 'in sahibi MUSTAFA AKKAS beyden (veya satis müdürü sifati ile çalisan ALI ÖZYAVAS'tan) maaslarini ve primlerini (bizlere sattiklari et mamulleri üzerinden ) aldiklarini biliyor muydunuz?
Peki
METRO GROS MARKETLER'in (Su anki degil bir önceki) satin almaciligini yapan kisinin Su an BAGDAT CADDESINDE bulunan Polonez - Barbekü restoranlari'nin sahibi oldugunu biliyor muydunuz?
Peki Izmir'in kalesi olarak görülen
KiPA Marketler'in satin almaciligini yapan bayanin Polonez'in resmi hissedari oldugunu biliyor muydunuz?
PEKI AMERIKAN FAST FOOD ZINCIRI
DOMINO'S PIZZA ve ALMAN EKOLÜ DR.OETKER PIZZALARIN IÇERISINDE POLONEZ ET MAMULLERININ KULLANILDIGINI BILIYOR MUYDUNUZ?
PEKI
GIMA MARKALI VE PIYASALARDA SATILAN OPI MARKALI ÜRÜNLERI POLONEZ'IN ÜRETTIGINI VE BUNUN KARSILIGINDA NE KADAR PARA YEDIRDIGINI BILIYOR MUSUNUZ?
'Peki, sizce Türkiye'de domuz eti yemeyen insan kalmis midir?'
4-
NUTA öncelikle 7 TEPE markasi ile taninmakla beraber Güneydeki - Her sey dahil - tatil köylerinin bir numarali tedarikçisi, e tabi yabanci turistlerin yaninda yerli turistlerde güme gidiyor. Bu firmalar özellikle büyük alisveris merkezlerinde ayri bir stant açiyorlar. Ancak küçük Sarküterilerde karisik olarak duruyor ve birçok tüketici farkina varmadan domuz ürünlerini satin alabiliyor . Üstelik isin ilginç tarafi bu firma Simdi de firma tanitim cd si hazirlamis Carrefour gibi büyük hipermarketlerde ne kadar hijyenik üretim yaptigini anlatiyor. Ama 7 TEPE SOSIS hafta sonlari marketlerde KDV dahil 2.900 YTL ye satiliyor.
Çünkü maalesef bu adamlar sosislerin içerisinde hayvan küspesi gibi lafini bile etmek istemedigimiz katkilar kullaniyorlar . Domuz hammaddeli salam ve sosislerin kesiminin yapilip piyasa sürüldügü bir baska yer de
NUTA'nin üretimini yapan kisinin islettigi Dolapdere'deki imalathane. (IDEAL markali salam sosis imalatçisi )
5-
NAMET ünlü EMINÖNÜ HASIRCILAR ÇARSISININ IÇINDE yillardir taninan NAMLI PASTIRMACI'nin modern hali !!! Su an modern(!) üretim tesisleri BAYRAMPASA MEGACENTER (GIDA HALI) içinde derme çatma bir imalathaneden öteye geçemeyecek konumda olan ve üretim kapasiteleri aylik -günün 24 saati çalistiklarini düsünürseniz- 70 tonu geçemeyecek olan bu imalathanede NAMET ayda 270 ton et mamulü üretiyor ve satiyor.
Bu aradaki 200 tonluk kapasite açigini ise ISTANBUL DISINDA ne id ügü belirsiz imalathanelerde, merdiven alti firmalarda üretim yaptirip üzerine ' %100 NAMET KALITESI' bastiktan sonra (üretim yeri olarak BAYRAMPASA'daki adreslerini gösteriyorlar) bizlere afiyetle yediriyorlar.
Carrefour
ve diger tüm zincir magazalarda POLONEZ'in uyguladigi benzer taktikleri uygulayan NAMET bugün kapasitesinin 3 kat üzerinde üretim yaparak gururla ülkemizi temsil ediyor.
Peki, Cem Yilmaz'in dedigi gibi janjanli ambalaja sahip
NAMLI pastirmalari'nin sahipleri olan Engin ve Esen Mepa kardeslerin ayni zamanda Çorlu'daki domuz çiftliklerinin yari hissesine sahip olduklarini da biliyor muydunuz?
2000 yilinda patlak vermis olan kaçak buffalo etlerinin de NAMLI pastirmalari'nin sahipleri olan Engin ve Esen Mepa kardesler tarafindan getirildigini hatt a Bayrampasa'daki imalathanelerinin gazetecilerin ve kameralarin gözü önünde basildigini, Engin Mepa'nin Show TV'ye, o dönemin 1 trilyon lirayi kendi elleriyle hediye ettigini, sonra da Milliyet, Hürriyet ve Sabah gazetelerine verdikleri dev ilanlarla tüm olanlari ve baskinlari yalanladiklarini biliyor muydunuz?
NAMLI
Pastirmalarinin hem % 5 hissesine sahip olan, hem de imalat müdürlügünü yapan Muzaffer adindaki sahsin ayni dönemde kardesi ile Bagcilar semtinde açmis oldugu imalathanede at ve esek etinden yaptigi pastirmalari dilimleyerek zincir marketlere sattiklarini biliyor muydunuz?
2004 yilinda da Ugur Dündar ekibi tarafindan basilarak ekranlarda gösterildigini hatirlayabildiniz mi?

Domuz konusunda herkes topu baskasina atiyor. Bu noktada tüketicinin yapmasi gereken seyi Çevre Saglik Il Müdürlügü Gida ve Çevre Kontrol Subesi
Müdürü Irfan Yilmaz özetliyor;
'- Piyasadaki etleri denetlemek mümkün olmuyor.'
'Kisacasi ne yediginize dikkat edin. Çok emin olmadiginiz bilmediginiz markalarin ambalaj güzelligine kanmayin.'

Ömer KIZILIRMAK
TÜBITAK-SAGE Planlamalar ve Kalibrasyon Birim Amiri

TERÖR ANKARA Özel Harp Dairesinde TEZGAHLANAN BİRŞEY

"DOĞU VE GÜNEY DOĞU'DA Kİ KANIN DURMASINI İSTİYORSANIZ ''KONTRGERİLLA'' NIN EYLEMLERİNİ BU ÜLKEDE ENGELLEMEK ZORUNDASINIZ"....
DOĞUDA VE BATIDA Kİ TERÖR OLAYLARI ANKARA'DAN PLANLANIYOR!
TÜM PLANLAR ANKARA'DA ÖZEL HARP DAİRESİNDE TEZGAHLANIYOR!
BAK YERİNİ SÖYLÜYORUM!
BU SÖZLER, BU AÇIKLAMALAR İNSAN HAYATINA MALOLUR AMA, KUR'AN-A DÖNMEK İÇİN BU HAYAT ALLAH'A SATILMIŞTIR..''
.......
"DEVLETE SESLENİYORUM! HARBİN ÖZELİ, TÜZELİ VARMI??!!
ÖZEL HARP NE? TÜZEL HARP NE?
RESMİ HARP NE? GAYRİ RESMİ HARP NE?
AÇIKLAYIN!
BOŞUNA ASKERİMİ VURMAYIN!
BOŞUNA POLİSİMİ VURDURTMAYIN!
SİZ VURDURTUYORSUNUZ!!
TÜRKİYE'DEKİ TERÖRÜ SİZ DESTEKLİYORSUNUZ, EY MİLLETİM UYANIN!!"


Video için: http://www.dailymotion.com/video/x72bhl_neden-teror-var_news


20 Ekim 2008 Pazartesi 08:51 tarihinde ahmet dogan simsek <ahmetdogan.simsek@gmail.com> yazdı:
Ceyhan Mumcu: Ergenekon bağlantısına inanamıyorum

İP Genel Başkan Yardımcısı Ceyhan Mumcu; "Uğur Mumcu suikastı ne Türkiye'nin ne de benim gündemimden hiç düşmedi. Bu acıyı her gün ve taze yaşamak çok zor. Ailecek hayatımız kaydı. Tetikçiler bulunsa da karar vericilere ulaşılmadığı müddetçe cinayet çözüldü sayılmaz. Üzerimde ağır bir baskı var. Ergenekon'da ilginç iddialar dile getiriliyor. Belki de savcı bir de buralar bakın diyor ama aklım almıyor" diyen Mumcu'nun avukat kardeşi

Ceyhan Mumcu: Ergenekon bağlantısına inanamıyorum
MEHMET GÜNDEM

Büyük oyun…
İnsan çoğu zaman içinde yaşadığı ânı, olup biteni anlamakta, yorumlamakta, yeniden düşünmekte, olup bitene sahici soru sormakta güçlük çekiyor. Aidiyetler ve duygusallıklar, en olmazları olur, en olur şeyleri de olmaz gösterebiliyor. Belki de gerçek bu kadar karmaşık değil. Karmaşık olan bizim bakışımızdır. Bu karmaşıklık bizi gerçekten seveni de, katilimizi de görmemize engel olabiliyor.

Katil belki aramızda, belki de çok uzağımızda. Belki Ergenekon'un içinde, belki de tam dışında. Kafalarımız karışık, duygularımız gelgit yaşıyor. Filmlerde katil hep en yakınızda ve her şeyimizi bilen kişidir.

Son yıllarda yaşadıklarımız da bir film olmasın? Çünkü bu ülkede henüz kitleler kendi hayatlarını kurabilmiş değiller. Galiba bireyler de öyle… Büyük oyun, ölümler üzerinden besleniyor.

"Uğur Mumcu'nu katili hepimizin düşmanıdır" diyebildiğimiz zaman oyun biter…

* * *

Muammer Aksoy'un avukatıydınız, Bahriye Üçok'un dostu, Mumcu'nun kardeşiydiniz. Kışlalı okul arkadaşınız, Hablemitoğlu ise dostunuz ve komşunuz. Katledildiler ve Türkiye bu cinayetlerle sarsıldı. Sizi nasıl etkiledi bu kayıplar?

İnsanın hayatını perişan ediyor. Sadece Uğur'un ölümü bile farklı. İnsan şokları, travmaları yaşar ama Allah insanı öyle yaratmış ki, bir unutma süreci var. Acı normalleşir, hayat devam eder. Uğur'un ölümünde böyle olmadı. O hiç gündemden düşmedi. Benim yaşamımda Mumcu suikastı dün olmuş gibi hep taze.

Sadece Mumcu değil, Aksoy, Üçok, Kışlalı cinayetleriyle de ilgileniyorsunuz. Büyük fotoğrafı nasıl görüyorsunuz?

Tabiî ki bu cinayetler çok planlı yapılmış.

Umut operasyonunda tutuklanıp suikastlardan sorumlu görülen ve cezaevinde infazı süren üç kişi var. "İslamcı terör" söylemi sizi tatmin etti mi?

Hayır. Bu davadaki sanıklar Uğur'u tanımıyorlar, yani kişisel bir husumetleri yok. Aksoy ve Kışlalı da öyle... Fakat bu kişileri tetikçi olarak kullanmışlar. Karar vericiye ulaşılmadığı müddetçe bu cinayetler aydınlatılmış olamazlar.

UĞUR SON BİR YILDA İRAN'I HİÇ YAZMADI

Siz karar vericilere ulaştınız mı?

Bütün bu cinayetlerde Amerika ve İsrail aracılığı ile bir yol izlendiği kanısındayım.

Nereden bu kanıya vardınız?

Uğur'un son bir yıllık yazılarını ayrıntılı inceledim. Yüzde 64'ü ABD'nin Körfez Savaşı'na şiddetle karşı olduğu yazılardı. İsrail'in bölge ile ilgilenmesine dikkat çekiyordu. Son yıl içinde İran, türban ve laiklikle ilgili yazısı da hiç yok.

Ergenekon iddianamesinde Mumcu'nun bölgeye gönderilen yüz bin silahın peşine düştüğü için öldürüldüğü söyleniyor.

Astsubay Hüseyin Oğuz, Hüseyin Kıvrık isimli albayın Uğur'a böyle bir dosya verdiği iddiasında bulundu. Uğur'un dosyanın içeriğini doğrulamak için üst düzey Genelkurmay kademesiyle görüşmesinin hata olduğunu söyledi.

Kim vardı o dönem Genelkurmay'ın üst kademesinde?

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'ti, Genel Sekreteri Büyükanıt'tı, Ahmet Çörekçi etkindi, Hurşit Tolon Kurmay Başkanı'ydı ve Güreş'in yaveriydi. Bu işin üzerine ciddiyetle gidilecekse bence bu isimlerin ifadelerine başvurulmalı. Hatta dönemin MİT Müsteşarı Köksal Sönmez'in de.

Silah iddiasının üzerine gittiniz mi?

Genelkurmay'a hem biz hem de Meclis Araştırma Komisyonu yazı yazdı. Yok böyle bir şey diye cevap geldi. Şimdi bu senaryoya Perinçek'i eklediler. Genelkurmay'a sorduk yine aslı yok dediler.

Bu cevaba inanmaya temayülünüz varmış…

Perinçek'in de avukatıyım, iddia ortaya çıkınca Genelkurmay'a tekrar sordum; hayır, Makine Kimya'dan silah almadık, Barzani ve Talabani'ye de götürmedik ve dolayısıyla Perihçek'i de bu konuda kullanmadık diyorlar. Böyle bir şey olmuşsa bile Perinçek'i kullanacaklarını ihtimal vermiyorum, çünkü Perinçek'in o günkü konumu buna hiç de müsait değil, akredite bile değil.

İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ RANDEVU VERMEDİ

Siz Mumcu ve diğer suikastları dış kaynaklı değerlendiriyorsunuz?

Güçlü şekilde İsrail bağlantısı görüyorum. İsrail, Barzani ve Talabani'ye Körfez Savaşı'nda 50 milyon dolar vermiş. Bunu sadece Uğur yazdı. İsrail Büyükelçiliği ısrarla Uğur'u davet etmiş ve görüşmeden birkaç sonra öldürülmüştü.

Ne konuşmuşlar?

Sorma fırsatım olmadı. İsrail Büyükelçiliği'nden randevu istedim vermediler. ABD karar verir, İsrail taşeronluğunu üstlenir ve işi İslamcı görünümlü bir örgüte yaptırır. Bence Danıştay saldırısı da öyle.

Bu suikastlar neden çözülemiyor?

Bu konuda devletin de zaafı var ama asıl olarak cinayetlere Türkler karar vermiş olsaydı mutlaka çözülürdü.

Mumcu cinayeti tıpkı Dink cinayeti gibi göstere göstere mi geldi?

Bence öyle oldu. Son 25 yıl boyunca herkes ona "aman kendine dikkat et" diyordu. Son zamanlarda "sana İslamcı görünümlü bir suikast yapılacak" diyenler artmıştı.

BİZ DEVLETİN ÜVEY EVLADIYIZ

Danıştay'ı önceden bildiğinizi söylediniz.

Evet, o mahfillerde konuşulmuş. 14. dereceden mason biri haber verdi. Saldırı olacak demedi ama ima etti. Seni de öldürecekler ve sonra da 'Ya Allah Bismillah Allahuekber' diyecekler. Kutuplaşmalar hedefleniyor, Mossad 'ABD kötüdür de, İran da kötüdür'ü organize ediyor dedi. İki gün sonra Danıştay olayı gerçekleşti.

Kimdi o kişi?

Adının yazılmayacağına söz verdim, size söylerim ama yazılmamak şartıyla... Neyse Yeniçağ'a, Ulusal Kanal'a ve Cumhuriyet'e haber verdim ama saldırıdan önce ilgilenmediler.

Bu önemli iddiayı Cumhuriyet neden yayınlamadı?

Taşrada yayınladıklarını söylüyorlar ama görmedim. Komplo deyip ciddiye almamışlardır.

Sizi tanımıyorlar mı, onlara göre bu konularda boş konuşan birisi misiniz ki?

Hayır İbrahim Yıldız o işe değer vermemiştir. Gazetelerin Ankara muhabirlerini çok seviyorum ama İstanbul başka bir alem. Mustafa Kemal'in dediği gibi İstanbul'un çürümüş ve ahlaksız muhitinde hiçbir şey yapamazsın…

Bu bilgi niye size geldi?

Bilmiyorum, MİT Müsteşarı Emre Taner benim sınıf arkadaşımdı. Emre'nin selamı var dedi. MİT'ten mi bilmiyorum, bana mason kimliğini gösterdi.

Danıştay saldırısı ile Mumcu cinayeti arasında kurgusal benzerlik görebiliyor musunuz?

Birbirine benziyorlar. Mumcu öldürüldüğünde "Mollalar İran"a, "Türkiye laiktir laik kalacak" sloganları atılıyordu, Danıştay olayında da hükümet ve İran suçlandı, katile de türban davası için yaptım dedirtip, dini içerikli slogan attırdılar.

Devlet size hiç sordu mu, elinde ne var, nelere ulaştın?...

Hayır, devlet bizi hep üvey evlat saydı. Türkiye'de partizanlık, kadroculuk çok baskın durumda. 43 yıl CHP'de üyelik yaptım, gördüğüm şu ki, burada sürekli operasyon yapılıyor. Uyanık olmak lazım. Uğur, "bu tür suikastlarla kargaşa çıkartmak ve ülkeyi iç savaya götürmek isterler, tepkilere çok dikkat etmek lazım" derdi. Ben de bunu bir vasiyet olarak aldım, mollalar İran'a, Türkiye laiktir laik kalacak, Kasımpaşa imamı, biz kaç kişiyiz gibi çıkışlara hep karşı çıktım. Çünkü hep gizli amaçları bu tür şeylerle örtülüyordu.

Uğur'un camiden ayakkabısı çalındı

Uğur Mumcu'nun İslam'a bakışı nasıldı?

Bence iyiydi. Bizim aileden kalma bir adetimiz vardı. Her Ramazan camide mevlit okuturduk, Uğur da hepsine gelir, o vaktin namazını kılar ve dua ederdi. Hatta bir defasında ayakkabısı çalındı.

İnançlı mıydı?

İnançlı olmasa camiden kaldırmazdık. Maltepe Camii'nde mukabele okuttum. Güldal'ı, Uğur'un mücadelesinden taviz veriliyor diye kışkırtmak istediler. Kimse bilmez ama Uğur pekçok caminin yapılmasına yardım etmiştir. Uğur'un hiçbir zaman dinsel değerlere saygısızlığı yoktu. Uğur'la bizim anlaşamadığımız ilk olay babamızın vefatından sonra kütüphanesindeki Abdulbaki Gölpınarlı'nın Kur'an tefsirini kimin alacağı konusu oldu, tefsir onda kaldı.

Nasıl bir evde büyüdünüz, Uğur'la birlikte?

Dedem Mehmet Akif'in arkadaşıydı. Onun dergahına gittiği için 90 gün hapis yatmış. Babam hafızdı, Saadetin Kaynak'la çok iyi arkadaşlardı, sık sık bize gelirlerdi. Ramazan'da bizde iftar yaparlardı. Ben de Uğur da iyi bir dini terbiye ve kültür aldık. Ramazanlarda birlikte Hacıbayram'a giderdik.

Büyük baskı altındayım

Ergenekon'a nasıl bakıyorsunuz?

Karışık… 99'dan sonraki eylemler diyor araya Mumcu'yu da koyuyor, Eşref Bitlis'i de. Bu tabloya göre ben Ergenekonculardan yana bir durumdayım ve hiçbir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı şimdi benim kadar ağır bir baskı altında değil. Bizimkilerin orada sanık olarak yer almasını iftira olarak nitelendiriyorum. Selçuk'un, Perinçek'in ne işi olabilir…

Bavsavcının iddianamesine göre büyük faili meçhul cinayetlerde Ergenekon'un parmağı var. Perinçek'e yönelik suçlamalar da var.

Uğur ile Perinçek çok yakındılar, beraber okudular, beraber hapis yattılar. Uğur her zaman Perinçek'i savunan yazılar yazdı. Bizim Perinçek'e bir sempati sebebimiz de, her darbede o yurt dışındadır, gelir ve hapis yatar. Uğur'a yönelik bir tezgahın içinde asla olamaz.

İddialar sizde hiç mi kuşku oluşturmuyor?

Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Veli Küçük, bu işleri yapmış, inanamıyorum… Eğer bunlar örgütse biz ADD'de Eruygur ile ters düştük, hiçbir İP'li delege ona oy vermedi, eğer örgüt olsaydılar Perinçek bize "oy verin" derdi.

Örgüt üyeleri içinde de ihtilaf olmaz mı?

Hayır orada yoktu, hatta beni de kendi listelerine almak istediler. Fakat bizim önerilerimiz onlara marjinal geliyordu. Bakın Ergekon sayesinde bir daha darbe olmaz deniyor, halbuki derin devlet yerinde duruyor ve birileri birilerini tasfiye ediyor. İki konuda Fehmi Koru'yu mahkemede tanık göstereceğiz; Birincisi Koru köşesinde; Beyaz Saray'daki Erdoğan-Bush görüşmesinde Bush'un Ergenekon operasyonunun genişletilmesini istediğini yazdı. İkincisi de, Veli Küçük'te olan Ergenekon belgesinde kimin yazdığı karalanmış, fotokopisi Perinçek'te de var. Perinçek nereden aldığını söylüyor. Fehmi Koru'da asıl isim bende diyor, demek ki onda da var bir tane.

ADD CHP'nin arka bahçesi oldu

Atatürkçü Düşünce Derneği Atatürk'ün anlaşılması için ne yaptı?

Üzülerek söyleyeyim kalıcı anlamda hiçbir şey yapılmadı. Salon toplantılarında, kongre-lerde grupların hamaseti var, başka bir şey yok.

Bugün ADD olmasa Atatürkçülük adına ne kaybedilir?

Hiçbir şey kaybedilmez. Yönetim kurullarına geliyorlar aradan siyasete atılıyorlar. Bakın Nur Serter yönetime girdi ve milletvekili yapıldı ya, başkaları da oraya gelirsek Baykal bizi de görür mesajını aldılar. Bence Serter'in milletvekili yapılması çok yanlıştı. ADD bir siyasi rant uğruna kullanıldı.

ADD, CHP'nin arka bahçesi mi oldu?

Öyle niyetler var. Onlar bize biz onlara ADD'yi arka bahçeniz yaptınız diyoruz. İlk yönetim kurulunda 25 kişiden üçü İP'liydi. Sonra ikiye düştük. "ADD partiler üstü kalacak diyorlar" ama durmadan Baykal'a aday oluyorlar. Muammer Aksoy'un ölümünden sonra bu dernek böyle gitti.

Sol dine dönük husumetini halletmeden bir çözüm siyaseti üretebilir mi?

Asla yapamaz. Halkın değerleriyle ters düşen halkın dostu olamaz. Halkımız İslam dinini sevmiştir, benimsemiştir ve yaymıştır. Bugün Türkler İslam'ın yüz akıdır. Biz bunu keşfettik ama ne CHP ne de ADD bu gerçeği göremedi.

CHP Atatürk'ü sansürledi

43 yıllık CHP'li iken neden parti mi, dernek mi olduğu belli olmayan, İP'ye geçtiniz?

İP, teşkilatları olan bir partidir.

CHP iktidar rüyası görebiliyor. İP'nin böyle bir rüyası da yok…

İP'yi fikir bazında önemsiyorum. Rant beklentileri de yok.

Bu şartlarda isteseler de olmaz ki…

Tercihimin asıl nedenini söyleyeyim. Herkes Atatürk'ü sansürlüyor ve kendi çıkarlarına hizmet eder hale getiriyor. Bunu İnönü de yaptı, CHP de yapıyor. İP Atatürk'ün eserlerini ilk defa sansürsüz olarak yayınladı. CHP topluma Atatürk'ü hiç anlatmadı, ama hep onun arkasına sığındı.

Mumcu soyadını taşımak zor mu?

Çok zor.

Güldal Mumcu onu CHP'de taşıyor.

CHP iktidar olursa cinayetlerin üzerine gidebilir diye bir beklentiyle orada duruyor olabilir. Ben CHP'nin bu siyasetle adam olacağına inanmıyorum.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Devletten, şehitlerimiz için de özür bekliyorum anne!

Özür dilerim anneciğim, sana layık evlat olmaya çalıştım ama olamadım. Sigara içtim, doğuya gittim görev yaptım. Senin istemediğin nice şeyleri yaptım. Hayatta olsaydın da senden helallik isteyebilseydim keşke... Nur içinde yat!


Sigarayı bıraktım. Ama düşünmeyi bırakmadım anne. Düşünüyorum suçluyum anne. Olanlardan çok olmayanlara canım sıkılıyor anne. Olması gerekenler de bir türlü olmuyor anne. Düşünüyorum, dünya dönüyor ama hep mazlumlar ağlıyor, zalimler gülüyor anne.


Anne, devetimiz ilk defa sahip olamadığı insana işkence ile öldürülmesi dolayısıyla özür diledi. Ben devletten, bilindiği halde terörü durdurmadığı için, uçaklarımızı kaldırmadığı için ağlayan şehit annelerinden de özür dlemesini bekliyorum. Senin ve bütün annelerin adına... Devletten de askerden de özür bekliyorum anne.


Kaç gün önceden bilindiği hade, gerekli girişimde bulunmayanların, yargılanmasını, görevlerine son verilip hapsedilmesini de istiyorum ama kimsenin kılına dokunulmadı, şehitlerimiz onların boş vermişliği veya gizli bağlantı ve hesapları yüzünden şehit oldular anne. Ben böyle düşünüyorum. Yanlışlara neden sahip çıkılıyor. Neden 9 saat çatışma oluyor da, bir F-16 kalkmıyor anne.


Bu ülke kimin anne. Biz kimiz anne. Neden sivil ve askeri ayırım yapıp ayrı yargılarlar. Hukukta ikicilik neden anne? Neden yalışlara sahip çıkılır da şehitlerimiz üzerinden birileri iktidar üretme hesapları yapar, anlamıyorum anne.


Daha çok konuşacam ama, bu ülkede işkence var ve ondan insanlar ölüyor, korkuyorum anne. Ölmekten değil,zülme uğramaktan korkuyorum anne.Yanına gelmekten mutlu olurum ama... Ben ölünce hala zalimlerin iktidarı devam ediyor olacak..Hala zalimler yüznden nice canlar yanacak...

PKK dedikleri meğer devletin içinde, halkına kurşun sıkan gizli devletmiş anne. Gizli iktidarla varmış. Halkın iktidarına karşı direnen anne. Demokrasi filan aslında bir masalmış anne. Uyutulan ve sömürülen halkın sırtında ne iktidarlar varmış bilinmiyor hala anne.

Özür diler mi bilmiyorum anne. Senin hislerine tercüman olmak istiyorum ve ;


Devletten, askerden ve iktidardan şehitlerimiz için de özür bekliyorum anne!


13 Ekim 2008 Pazartesi

Gazete Almak,Edep ve İslam

[gazeteler.jpg]Eskiden toplu yaşanılan yerlerde eskimez yazıyla "EDEP YA HU" yazardı. İnsanları edebe davet ederdi bu yazı. Başkalarını rahatsız etmekten uzak durmaya davetti. Şimdilerde bulunmaz ve anlaşılmaz hale geldi.

Edep, terbiye güzel şeydir. İnsanı insan yapar. Edepsizlik insanlıktan çıkmanın da adıdır. Şimdilerde edebsizik aldı gidiyor başını. Bizi de alıp gitmese bari. Çoluk çocuğumuzun edebine sahib olma derdine düştük. Başımızdakiler de edeb olmalı önce. Yemek için boğacaklar birbirlerini. Futür da kalmamış, izan da adamlarda. Kendini herkes kıral görüyor. Kargalar çok ötüyor, çünkü bülbüllleri susturdular.

Babasını karşısında oturmasından kalkmasına ona saygısına, büyüklere karşı davranışlarına bakarak, çocuklarımızın edepli veya edepsizliğine hükmederiz de, kendimize hiç mi bakmayız. Büyüklerimizi de teste tabi tutsak mı? Halk teste tabi tutuyor, notunu da veriyor. Oyunu da. Bazıları halka kızıyor, edepsizce.

Saygınlık, itibar edeble elde edilir.Edepsizlerin yanında bile, edepli olmanın eğitici yönü vardır. Nice edepsizlere karşı edebini koruyan Peygamberimiz @ bile onları İslam'a gönüllerini ısındırmış ve müslüman olmalarına katkı sağlamıştır. Sözün bittiği yerde bir edepsizliğe susmak icap eder ki o da bir edeptir.

Güven ve itimat herşeyin üstündedir. Sosyal statünün önemli şartlardan biridir. Makam ve mevkinin arkasında adam yerine konulma dalkavukları işleri bitince görünmez olurlar. Edep her makam ve mevkide, her yerde ve zamanda insanla birlikte olmalıdır. Bazen var, bazen yok oluyorsa buna edep denmez bu da bir çeşit edpsilik olur. Münafıklığın tezahürüdür.

İnsanlar, bugün maddi menfaat ve çıkarlarını korumak adına, kendilerine çıkar sağlama için çeteler kurup, devleti ele geçirdiği bir dönemde, rantların derdine düştüklerinde, ihale ile devlet soyduklarında darbelerin arkasında dolaplarda, yalan ve dolana iftira boyutunda sarıldıkları bir medya dünyasında gazetelerin alınmasının haram olduğu fetvasını veren Sayın Hocamız saygın bir kişiliktir. Halk görüşlerine itibar etmekte ve de sevmektedir. Hocamızın görüşlerine diyanetten de bir yalanlama gelmemiştir. Bunun dini boyutu olması kaçınılmazdır.

Herşeyin bir hesabı olduğuna göre bunun da olması mukadderdir. Yalan haber yapan gazeteleri, islam'a saldıranları, almamak ve onlara tıklamak haramdır deniliyorsa, bu dini bir vazife haline gelir. Burada kimsenin diğerini kandırmaması, iftira atmaması, ranta kapı aralamak için şantaja başvuramaması gereği de ortaya çıkmaktadır. Bunu çk kazanma hırsıyla atılan edeplerin çukurunda ki soygunların nasıl yapıldığunun göstermesi bakımından ilginçtir.

Son zamanlarda Başbakan ve Aydın Doğan - Medya Patronu arasındaki atışmalar ve bugünlerde ki A.Kılıç ve M.M. Fırat arasında süren çatışmalar edebi,saygıyı da göstermektedir.Edepsizlerin dünyasında susma edepliliğinde ki halkımız büyüklüğünü göstermiştir. Öfkesini içine gömerken, dikkat edilmesi gerekir.

Başkalarını rahatsız etmek,rahatsızlık verici olmak kul hakkına tecavüzdür.İnsanlar hak hukuk dairesinde muamelede bulunması gerekir.Hakka riayet edeptir.Hakperest olmaktır.Hakperest olmada bahanelere sarılmak olmaz. Hak tektir ve direkttir.Hakta dolambaçlık olmaz.Bahaneniz varsa batıla kayma ihtimalini de var demektir. Doğrular bahanelerle yanlışa dönüşmemelidr. İyiniyetler cennete götürmez. Cennet kalbi selimle, salih amelle, Rabbin rızası ranarak kazanılır. Batıl görüşlerle hak tecelli etmez.

Yapman gerekeni yapmaktır edep.Haddini hududunu bilmektir.Hududullahta kalmaktır.İslamın istikamet ettiği yoldur edep. Edeple varan kul, lütüfla döner huzurdan.Aslolan istikamettir.Keramet istikamettedir.Şeyh'te değil.Keramet kerim olmak, keremce varmak, Kerim olanın yanına.

"Edep başa tac imiş, ol Nur-i Hüda'dan,

Giy ol tacı emin ol her beladan."

Anlamı,Edep Allah'ın nurundan bir taç imişonu giyen her türlü bela ve musibetten kurtulurmuş.

Edep, hayadır.Haya da utanma duygsudur.Rasulüllah @:"Hayası olmayanın imanı da yoktur." Buyurdular. Hayada, akıl duyguya, duygu akla iyice karışmıştır. Materyalizm bunun perçinleşen karışımına karşıdır. Heran hesaptaymış gibi, hesaba girmektir. Vicdanın sesine kulak vermektir.Teslimiyettir. İlla'dan sonra Allah diyebilmektir. Allah demeden de, Allah'tan gayrısına la (hayır) diyebilmekdir. Allah'la olmak, ona iç huzuruyla varmaktır.Onu yarattıklarında Onu görmektir. Onun için yarattıklarına şefkat ve merhamet göstermektir.

İslami edep ve adaba riayet etmeyenleri okumamak, müslümaların bir tercihi olabilir. Bunda bir beis olmaması gerekir.Ben hocamın fetvasını destekliyorum. İslama söven ve kendilerine menfaat temini için halkı kandırma yönlendirme ve yöneltme haklarını kendinde görenler yalış yapmaktadırlar. Başnakanı savunmak için söylemiyorum. İslami edep ve adap açısından, Kur'an da ki ayetler ışığında verilen fetva yerindedir. Bir İlahiyatçı olarak Hayrettin Karaman Bey'in fetvasını destekliyorum.

Günlük mevzularda konuşulmasını dini siyasallaştırdığı düşüncesinde de değilim.Din siyasallaşmasındansa sosyalleşmesinin işaretlerini vermektedir. Bu da önemli bir işarettir. Halkın dini hassasiyetleri son yıllarda artmıştır.Gelecek planlayısılar halkı yönlendirme ve onları uyutup sömürmede eskisi kadar başarılı olamayacakları da bir gerçektir.
Saygı sevgiyi, sevgi imanı, herşeyi besler. Sevgi hayatı yaşanılır kılar. Sevmeden olmaz. Edep te sevgi işidir. Sevmenin bilinçlisinden, dengelisindendir. Başkasını kendi nefsinden çok sevmektir edep. Kıskançlığı kaldırmak, beniği yıkmaktır, rahatsızlıkları rahatsız etmektir, rahata iki cihanda ermektir.Rahatsız etmeler, rahatszdır edepten.Hasta kalpler edeple ilacı bulur, lütfuna ererler İlahi tecellilerin.
Rabbaniyete vukufiyeti kaldıranlar,Metaryalist olanlar çöküyor, bitiyor. Metaryalizmde ve dine düşanlıkta edep yoktur. Bunların toplumunda hzur ve güven tesis edilemez.Hep sıkıntılar ve çalkantılar olur. Krizlerle beslenir halkın kanını emen vampirler. Dünya kan ve gözyaşlarıyla dolu bu edepsizler elinden...
Edep, kendi çizilerini Allahın haddiyle çizen, sukunete ermiş, mutmain olmuş bir kalbin hal ile zikridir.İnsan olmanın yolu,İslam olabilmenin ince ayarı, güzel ahlakın nadide çiçeğidir.
İlla edep, illa Edep!!

12 Ekim 2008 Pazar

Bir Gazete, Atatürk ve Din Kültürü Dersleri

HİLMİ YAVUZ

h.yavuz@zaman.com.tr

Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu yıl ilk defa okutacağı 12. sınıf 'Din Kültürü' dersi kitabında, Atatürk'ün 'gençlere çarpıtılarak öğretileceği'ne ilişkin bir haber okudum.

Haberin başlığı ve girişini gördükten sonra, 'acaba gençlere Atatürk nasıl bir 'çarpık bakış'la tanıtılıyormuş, diye de merak ettim. Haber, Eğitim İş İstanbul 1. Şube Özlük Hukuk Sekreteri ve Din Kültürü dersi öğretmeni Cemil Kılıç'ın hazırladığı '2008-2009 Eğitim Öğretim Yılında Okutulacak Din Kültürü Ders Kitapları Raporu'na dayanılarak yazılmış. Raporda, 12. sınıf kitabında 'Atatürk ve Din Öğretimi' başlıklı bir üniteye de yer verildiği, bu ünitede Atatürk'ün 'Kur'an tefsiri ve tercümesi yaptırdığı, hadis kitaplarını tercüme ettirdiği, bu kitapları ücretsiz dağıttırdığı, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurdurduğu' gibi bilgiler aktarılmış. Bunları okuduktan sonra, 'eee, ne var bunda?' diye düşünüyorsunuz. 'Din Kültürü kitabında elbette Atatürk'ün Din ve özelde İslamiyete ilişkin görüşleri yer alacaktı. Din Kültürü ders kitabında herhalde Atatürk'ün, 'İstikbal göklerdedir' ya da 'Ben sporcunun zeki, çevik, aynı zamanda ahlaklısını severim' sözlerine atıfta bulunulacak değildi ya! 'Acaba haberi yazan muhabir, başka bir şey mi demek istiyor?' diyerek okumaya devam ediyorsunuz.

Evet, başka bir şey demek istiyor. Zira, muhabir, Din Kültürü kitabında Atatürk'ün 'dindar' bir kimlikle sunulmasından pek hoşlanmamış görünüyor. Şöyle diyor haberinde: 'Konu kapsamında Atatürk'ün İslamiyet hakkında kimi sözlerine yer verilirken, adeta 'dindar Atatürk' portresi çizilmeye çalışılıyor.' Yahu, Atatürk'ün 'dindar' olmasının ne sakıncası var, diye şaşkınlıkla haberi okumaya devam ettiğinizde, şu cümleyle karşılaşıyorsunuz: 'Oluşturulmak istenen bu portreye karşın, Atatürk'ün dindar bir kimliğe sahip olmadığı bütün çevrelerce biliniyor.'

Allah Allah! İçinizden derin bir 'Lahavle' çekerek düşünmeye başlıyorsunuz. Atatürk'ün 'dindar bir kimliğe sahip olmadığı'nı bilen 'bütün çevreler' kimler acaba? Ayrıca Atatürk'ün 'dindar bir kimliğe' sahip olmadığının, altının çizilerek vurgulanmasından maksat nedir? Muhabir, 'Din Kültürü' ders kitabında sanki, Atatürk'ün 'dindar' olduğunun değil de, 'dindar' olmadığının vurgulanması gerekiyormuş gibi yazıyor haberini...

Hayretler içinde, 'bu kadarı da fazla!' demeye yeltenirken, haberde şu satırları okuyorsunuz: 'Aynı konuya ait bir başka bölümde ise 'Atatürk'ün Okulda Din Öğretimine Verdiği Önem' başlığı altında, ulu önderin 1920'lerde dönemin koşulları gereği söylediği sözlere vurgu yapılırken; adeta zorunlu din dersine yönelik itirazlara Atatürk üzerinden yanıt verilmeye çalışılıyor. Gençlere Atatürk 'Bence bir defa her Müslüman İslami hükümleri bilmeye mecburdur. O halde okullarımızda zaten İslami hükümleri öğreteceğiz. Hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her kişi dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur' sözleriyle tanıtılıyor. Atatürk'ün söylediği kimi sözler bu yolla istismar edilirken 'dindar, hatta dinci' Atatürk inşa ediliyor.'

Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyiniz: Atatürk'ün kısaca 'her Müslüman dinini bilmelidir' biçiminde özetlenebilecek sözlerine 'dinci'lik atfetmek, başta Atatürk'e ve elbette öyle düşünen herkese hakaret etmek demek değil midir? Dahası, habere tipik bir laikçi ham sofu mantığı hakimdir: Atatürk'ün, işlerine gelmeyen bazı sözlerini 'dönemin koşulları gereği' söylemiş kabul ederek örtük bir biçimde geçersizleştirmek! Lütfen söyleyiniz: 'her kişi din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır: Orası da okuldur' sözlerini, 'dönemin koşulları gereği' söylenmiş kabul etmek sözkonusu olabilir mi? Kemalist gazete, bunları 'dönemin koşulları gereği' söylenmiş sayıyorsa eğer, bunun, Atatürk'ü, 'dini siyasete alet eden bir kimlik' olarak sunmak anlamına geldiğinin farkında değil midir?

Herhalde değil!

11 Ekim 2008 Cumartesi

Psikolojik savaş

Türkiye'ye yönelik psikolojik savaş tüm şiddetiyle sahneye konuluyor. Yaşadığımız terör olayları bu savaşın alt yapısını oluşturmak için yapılmış eylemler sayılabilir.

Ulaşılmak istenen hedefleri şöyle özetleyebiliriz: Siyasi iktidarla asker arasında gözlenen yakınlaşma sınırlı bir değişimden öte anlamlar taşımakta, ülkemizdeki tüm siyasi operasyonların dayanağını ortadan kaldıracak bir boyuta ulaşmaktadır. Eğer siyasetçi -bürokrat zıtlaşması bertaraf edilirse bundan sonra büyük operasyonlar yapılamaz. Bu nedenle askere yönelik eleştirilerin dozu yükseltilmekte ve bunun siyasilerin davranışlarını değiştirmesi ve askere yönelik tavrında bir olumsuzluk yaratması beklenmektedir.

Bu askerlerin eleştirilmez olduğu anlamına gelmez. Ben hem terör konusundaki teşhisleri hem de uygulanan önleme politikalarının yanlış olduğunu daha başından beri söylüyorum ve bu nedenle ciddi baskılara uğradım. Ama eleştirinin yıpratma haline dönüşmesine karşıyım.

Psikolojik savaşın ikinci hedefi halkın orduya duyduğu güveni yok etmektir. Bir yandan terör saldırısı karşısında etkisiz kaldığı imajı yaratılırken diğer yandan komutanların ilgisizliği vurgulanmaktadır. Bunlar eleştiri konusu olabilir ama bugünkü gibi sistematik bir yıpratma kampanyasına dönüştürülmesi bilinçli bir politikanın varlığını çağrıştırıyor. Hatta terör eylemlerinin buna zemin hazırlamak için yapıldığı kuşkusunu doğuruyor.

Böyle zamanlarda kusur aramak yerine olayın kimler tarafından yapıldığının tespiti ve eylemlerin sonuçsuz kalmasının sağlanması gerekir. Eğer bu psikolojik savaşta kullanılan olaylarda bir ihmal söz konusu olmuşsa bunun bir tertip olup olmadığı araştırılmalıdır.

Ayrıca medyada yorum yapan bazı emekli askerlerin, kendilerini övmek ve önemsetmek için, teröristlerin gücünü abarttıkları görülmektedir. Oysa bu eylemlerin arkasında güçlü bir beyin ve sıradan kişilerin oluşturduğu militan güçler vardır. Arkasındaki güçlerin desteği kalkarsa karşınızda çaresiz bir kalabalık görürsünüz. Cephede görev yapan insanların fedakarlıklarını küçümsemiyorum ama bu fedakarlık ne kadar büyükse karşıdakinin de o kadar güçlü olduğunun düşünüleceği unutulmalıdır.

Üçüncü amacın askerlerin birbirine karşı duyduğu güven ve saygıyı aşındırmak olduğu gözleniyor.

Eleştirdiğin kişi ve kuruma yönelik yıpratma eylemlerine olumlu bakmak bir çözüm değil daha sonra kime yöneleceği belli olmayan bir operasyonun parçası olmaktır. Eleştirinin amacı ülkenin karşılaştığı sorunları aşması için yol göstermek, varsa yapılan hataları ortaya çıkarmak ve çözüm önerileri sunmaktır. Ancak şu sıralarda medyanın tavrı bunların tamamen dışında ve ülkenin dünya konjonktürü içinde en çok ihtiyaç duyacağı ve diğer ülkelerinkinden daha etkili olacağı bilinen silahlı kuvvetlerimizi yıpratma amacı taşımaktadır. Ülkeme yönelik bu gibi operasyonların aracı olmak geçmişte yaşadığım ve çok acı çektiğim günlerin tesellisi olmak bir yana onları daha da derinleştirir. Herkesi bu yıpratma kampanyasına alet olmamaya çağırıyorum.
Mahir Kaynak

9 Ekim 2008 Perşembe

Peki ya savaş çıksaydı?

Skandal üstüne skandal...
Genelkurmay, golfcü Paşa Babaoğlu'nun, herkesin kitlendiği saldırıdan 30 saat sonra haberdar olduğunu açıkladı. Herkes şoke oldu. Peki ya savaş çıksaydı?


Ahmet Memiş / TIMETURK

Genelkurmay'ın, Aktütün karakoluna düzenlenen ve 17 askerin şehit olduğu baskın sırasında Antalya'da golf oynadığı için tepkileri üstüne çeken Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Babaoğlu'nun, düzenlenen saldırıdan tam 30 saat sonra haberdar olduğunu açıklaması herkesi şoke etti.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı'yla birlikte Türk Ordusu'nu oluşturan Hava Kuvvetleri'nin başında bulunan bir komutanın, Türkiye'yi sarsan ve 17 askerimizin şehit olduğu saldırıdan tam 30 saat sonra haberinin olması skandal olarak değerlendirildi.

Komutanın saldırıdan tam 30 saat sonra haberdar olduğunun açıklanması, akıllara 'Ya savaş çıksaydı ne zaman haberi olacaktı?' sorusunu getirdi.

AÇIKLAMADAKİ ŞOK İFADE…

Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinden yapılan açıklamada, Orgeneral Babaoğlu'nun 4 Ekim Cumartesi akşamına kadar, çatışmada verilen şehitler hakkında bir bilgisinin olmadığı belirtilmiş ve aynen şu ifadelere yer verilmişti;

"Son günlerde Hava Kuvvetleri Komutanı Hava Orgeneral Aydoğan Babaoğlu ile ilgili olarak bazı basın yayın organlarında haberler yer almaktadır. Hava Kuvvetleri Komutanımızın Antalya'da bulunduğu sırada, 4 Ekim 2008 Cumartesi günü akşam saatlerine kadar olan sürede, Bayraktepe bölgesinde meydana gelen çatışma sonucunda verilen şehitler hakkında bir bilgisi olmamıştır."

DİĞER ÜLKELERDE OLSA SONUÇ NE OLURDU?

Kamuoyunda yoğun tepkilere neden olan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Babaoğlu'nun golf konusu ve çatışmadan 30 saat sonra haberinin olması olayının benzerleri başka ülkelerde de yaşanmış, ancak sonucu Türkiye'dekinden farklı olmuştu.

YUNANİSTAN'DA HAVA KUVVETLERİ KOMUTANI GÖREVDEN ALINDI

Yunanistan'da 2004 yılında meydana gelen bir helikopter kazasının ardından Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Panayotis Papanikolau üstleri tarafından görevden aldı. Görevden alınma gerekçesi de, kaza sonrasındakomutanın arama kurtarma çalışmalarının geç başlatması ve siyasi yetkililere zamanında bilgi vermemesi olarak açıklandı.

FRANSA'DA 17 ASKER YARALANDI DİYE İSTİFA ETTİ

Fransa'nın Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Bruno Cuche ise, sivillere açık askeri tatbikat sırasında kuru sıkı mermi yerine gerçek mermi kullanılması üzerine istifa etti. Ülkenin güneyinde Montpellier Kışlalarında hafta sonunda yapılan tatbikatta, bir asker kuru sıkı yerine silahına kaza ile gerçek mermi doldurmuş ve tatbikatta üçü çocuk, 17 kişi yaralanmıştı. Aktütün'de ise 17 askerimiz şehit oldu.

RUM KOMUTAN 18 ASKER YARALANINCA İSTİFA ETTİ

Rum Milli Muhafız Ordusu Komutanı Korgeneral Athanasios Nikolodimos, 2005 yılında 346. Piyade taburunda eğitim sırasında tanksavar ile yapılan atışta kaza ile 18 askerin yaralanması nedeniyle istifa etmişti.

Türkiye'de Aktütün karakoluna düzenlenen saldırının ardından yaşanan söz konusu skandalların sonunda ne olacağı ise merak konusu

7 Ekim 2008 Salı

'Büyük çöküş'e bir adım kaldı!

İbrahim Karagül
ibrahimkaragul@gmail.com
07 Ekim 2008 Salı
'Büyük çöküş'e bir adım kaldı!

Önümüzdeki bir ya da iki hafta içinde ABD'de bankaların kapılarına kilit vurabileceğini, hesaplara girişi önleyebileceğini, hesapların boşaltılmasının bu şekilde önüne geçmeye çalışabileceğini söylesek abartmış mı oluruz?

Ya da Temmuz ayının bankacılık sistemi için bu kadar ürkütücü tehlikeler içerdiğini, ay sonuna kadar ABD ve Avrupa'da, öngörülemeyen sürprizlerin yaşanabileceğini söylesek… Krizin kıtalar arası dalgalar halinde yayıldığı bugünlerde bile öngörülemeyen bir durum bu. ABD'nin en büyük bankası ile şubeleri arasında bu bilgiler dolaşıyor.

"O an geldiğinde, kontrol kaybedildiğinde kapıya kilit vurmaya hazır olun! Hesaplara girişi durdurun! Para çekilmesinin önüne geçin!" Söylenen bu!

Üstelik sadece o bankanın kendi özel tasarrufu da değil. Merkez'den bu bankalara iletilen gizli bir not olduğu iddia ediliyor. Öyleyse bütün bankalara gönderilmiş de olabilir.

Ne demiştik bir hafta önce?

  • İnsanlar paniğe kapılıp paralarını çekmek için bankalara hücum eder ve hesaplarını boşaltmaya başlar. Çünkü kriz yolsuzluğa dönüşmüştür. Bu hafta verilen devlet güvenceleri yeterli olabilir mi? Bankaların krizi hazine krizine dönüşebilir.

  • İnsanlar bankalara hücum ederse bankalar hesapları dondurur. Bankacılıkla ilgili aslında kimsenin hatırlamadığı o olağanüstü yasalar devreye girebilir.

  • Hesapları dondurulanlar deliye döner. Yer yer gösteriler başlar. Bir çeşit ayaklanma çıkar.

  • Sıkıyönetim yasaları devreye girer. Şimdi kimse bu konudaki değişiklikleri, hazırlıkları da hatırlamayacaktır. Ama bir kaç yıldır o hazırlıklar neredeyse günü gününe bu köşede tartışılmış, sorgulanmıştır. İzleyenler bilecektir.

  • Olağanüstü şartlar ortaya çıkar, sıkıyönetim yasaları devreye girerse kimse hesabından belli miktarın üstünde para çekemeyecektir.

  • Pazartesi günü ABD tarihinde ilk kez ordunun iç güvenlik için harekete geçirildiğini duyurmuştum. Bu görevlendirme 1 Ekim'de başladı.

  • Sıkıyönetim ve olağanüstü hal durumu krizin artık başka bir hal aldığı anlamına gelecek, ekonomik kriz tamamen sistem krizine dönüşecektir.

    Böyle söylemiştik… Ardından gösteriler ve kontrolsüz hareketler için önceden hazırlanan yasalar gereği tatbikatların başladığını belirtmiştik. Bu hafta aynı hazırlıkların İngiltere'de de başladığını öğrendik.

    Amerika'yı artık Sosyalist devlet olarak tanımlayan ve bugünlerde oldukça popüler olan ekonomi profesörü Nouriel Roubini, olayın finans krizi değil tamamen sistem krizi olduğunda ısrar ediyor. Ona göre daha en kötüyü görmedik. Bugünler kabus ama sistemin temelden çökme riski çok yüksek. Asıl korkulması gereken de bu.

    Tam 12 aşamalı kriz analizi yapıyor. Bu aşamalar büyük oranda gerçekleşmiş. Şuan dokuzuncu ya da onuncu aşamadayız. Emlak balonunun patlamasını birinci aşama, kredi krizini ikinci aşama, diğer kredilerdeki krizlerin üçüncü aşama olarak gösteren Roubini, dokuzuncu aşamayı bankacılık sisteminin çöküşü olarak gösteriyor. Ona göre bu 12 aşamanın sonu "Finansal felaket" olacak.

    850 milyar dolarlık paketin bile işe yaramayacağını, dolayısıyla Avrupa'daki kurtarma paketlerinin de akıbetlerinin aynı olduğunu, "ticari sistem"in çöküşün eşiğinde olduğunu söylüyor. Yani önümüzde tam anlamıyla bir ekonomik felaket beklentisi hakim.

    Şimdi;

    ABD'deki borsa verileri, Türkiye'deki döviz borsa hareketleri, Rusya'nın borsayı kapatması, Asya'daki hareketlilik gibi güncel veriler olayın vahametini anlatmakta yetersiz kalıyor. Biz, ısrarla olayın ekonomik sistemi çökertecek nitelikte olduğunu, bunun siyasi sorunlara yol açacağını, hatta toplumsal krizlere, yeryüzünün bir çok bölgesinde kaynak savaşlarına yol açacağını vurguluyoruz.

    Daha şimdiden Avrupa Birliği, mali açıdan neredeyse dağıldı. Bugüne kadar siyasi bir cüce, askeri olarak bir hiç olan, sadece ekonomik güç kullanabilen AB, krizde ilk olarak birlik düşüncesini feda etti, "herkes başının çaresine baksın" demeyi tercih etti.

    Olağanüstü günler geliyor. Ardından olağanüstü önlemler gelecek. ABD Merkez Bankası Başkanı'nın bile yarın sabahı göremediği bir belirsizlikler dönemi yaşıyoruz. Genel kanaate göre büyük çöküşe bir adım kaldı. Hepimizi şok eden kötü sürprizlere uyanabiliriz. Çünkü bugüne kadar yaşadıklarımız daha öncü depremler…


  • 5 Ekim 2008 Pazar

    Saldıran Pkk değil,Amerika

    Saldıran PKK değil, İsrail destekli, Amerikan gelecek planlayıcılarıdır. Dağlıca'daki katliamda rolleri ne ise, Aktütün'de de o. Adamlar faraziyelerle bizleri oyalıyorlar. Bizleri olaylarla bir yerlere sürütmek ve sürüklemek istedikleri bir plan komplesi var.

    Bize düşeni yapmadığımız, yapacağımızı bilmezliğimizde geliyor. Amerikan istihbarat paylaşımı bir hikâyedir. Bize yanlış istihbarat vermişlerdir. Bizi hikâyelerle idare edilen bir millet mi olduk. Hayır, bu böyle olmamalı. Askerimizin kafasına çuval geçiren askerini Irakta komutan tayin eden Amerika'nın bize istihbarat desteği ancak hikâyedir.


    Haber7 de yazan Taner Beyin dediği gibi, tren bir kaza yapınca istifa sesleri yükselirken, bir karakol ki 5 kez saldırı kazasına uğramıştır ve önlemler yeterince alınmamıştır. Bu katliamın daveti değil mi? Neden sorgulamayacağız bunu. Acımız büyük ve sorumlular da asker v.s neyse hesap vermeliler ve gerekirse istifa askerler içinde çalışmalıdır.


    Tren kaza yapmıştır, bir daha yapabilir. Asker yanlış yapmıştır bir daha, bir daha… 5 kez olmuşsa bu, birileri hesap vermeli. Bunların yanlış yapanların çocukları olmaması, onları sorumluluk bilincinden uzak mı tutmaktadır. Kaderci bir millet oluşumuz bizim zafiyetimiz mi olacak. Hesaptan birileri kaçacak mı? Hesabı sorunca vatan haini mi ilan ediliriz diye korkacağız. Bu korkularla birileri iktidar ve saltanat mı sağlayacak. Artık herkes hesap vermelidir. İktidar, asker, muhalefet… Bu böyle gitmemelidir. Acılar tazeyken herkes şehit kanları zerinden hamaset nutukları atıyor. Acıların üzerinden iktidar ve saltanat üretiyor.


    Terör örgütünün ayakta olduğu mesajını vermek istemesine gerek yok. Bizim uyuduğumuzdan haber ver. Biim gençlerimizi nasıl ateşe attığımızdan, yapmamız gerekenleri yapmayanlardan hesap sor. İktidar olup muktedir olamazsa AKP de gider. Fazla kalamaz bu şehit kanları kimseyi beslemeyecektir. Kimseye saltanat ve mevki üretmemelidir. Bence en büyük terör terörden beslenen fikirler ve düşüncelerdir.

    Bakın terörü kimler niçin kullanıyorsa Aktütün'e ve Dağlıca'ya onlar saldırmıştır. Görünen adı PKK'dır. Ama bu Amerika'dır, İsrail'dir. Onların yerli işbirlikçileridir. PKK'nın tavsiyesi bizi şaşırtan İsrail ve Amerika'nın gerçek yüzünü görmemizden, onların yerli işbirlikçilerini tanımamızdan geçiyor.


    Amerika'nın verdiği istihbarat PKK ya ve Kuzey Irak'lı Kürtleredir. Kuzey Irak'a Amerika istihbarat değil, devlet bahşederken susarsanız, daha başınıza gelecekler var demektir. Öcalan'ın elinden tutan adam bugün Irak Cumhurbaşkanı ise bizim hatalarımız Özal döneminden beri Amerikan dümen suyunda ki siyasetimizin sorumluluğudur.


    BÇG'cilerin ve Ergenekoncuların İsrail'le olan ilişkileri, Amerikan Yahudileriyle ilgileri ortaya koyulmalı ve u işin çözümü buradan başlanarak çözülmelidir. Amerika ve İsrail'e rest çekmeden bu PKK bitmeyecektir. Türkiye'yi bitirmek amacında olanlar PKK'yı kullanıyorlar ve müthiş desteklerini de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları çok iyi biliyor.


    Dost görünen ve destek verdiğini ifade edenlerin gerçek yüzlerini görüyoruz ama içimizdeki uşakları bizi temelden, belden bağlamışlar. Onlara rest çekip, sığınacak bir yer mi bulamıyorlar. Nedir bunun adı. Neden hala biz böyle yuvarlanıyoruz. Çözümsüz müyüz, çözümü zorlaştıran ne?

    Amerika üst ister biz hayır dersek bizim başımıza çorap örer. Bize ders vermek için, bu katliamları PKK adına o yapar. Biz de deriz ki PKK… İnanın geride Amerika, önde ki adı da PKK.


    Derhal Amerika'ya nota vermemiz lazım. Bu sizin işiniz dememiz lazım. Artık yeter dememiz gerekiyor. Yoksa millet olarak yeter demediğimiz de yeter. İsrail'de bölgede yokluğa giderken var kalmak mücadelesindedir. Yanında müttefik olarak Kuzey Iraklı Kürtleri savaşan bir ordu kılmak istiyorlar. İsrail'in ve Amerika'nın çıkarlarına alet olan kuzey Irak'a merhamet bizim geleceğimize ihanetten başka bir şey değildir.


    Amerika ve İsrail'i kaldırın bölgeden bakın PKK kalır mı?

    Bunların hepsi tesadüf(!)

    Pamukova'da 5. kez kaza olsaydı

    04 Ekim 2008

    Aktütün'de yaşanan hain saldırı, bazı soruların açık ve net
    sorulmasını gündeme getirdi. Ünal Tanık, bu soruyu Pamukova tren
    kazası örneği ile sordu.

    Pamukova'da 5. kez tren kazası olsa idi…

    Terör örgütü, Aktütün'de yine kan döktü, 15 vatan evladını aramızdan aldı.

    Bizim yüreğimiz kan ağladı ama 15 yuvaya ateş düştü. Yıllar boyu
    içlerinden çıkmayacak bir acı bu. Yüreklerdeki acının ne kadar derin
    olduğunu ancak yakınını şehit veren biri anlar.

    Bu maalesef konunun yüreklerdeki yara tarafı.

    Bir de acı yönü var.

    Haber 7'de okudunuz. Buraya terör örgütü daha önce 5 kez saldırı
    düzenlemiş. Ne acı ki, bunun 3'ü geniş çaplı, şehit verdiğimiz
    büyüklükte. 12 Eylül 1992'de 22 şehit verilmişti.

    Hadi bunun üzerinden 16 yıl geçmiş. Aktütün sınır karakolu, bu yılın
    Mayıs ayında yine saldırıya uğradı ve 6 şehit daha verdik. 16 yılda
    toplamda ise 43 şehit.

    ***
    Geçmişten günümüze Aktütün'de verilen şehitleri düşünürken aklıma
    birden 2004 Temmuz'unda Sakarya Pamukova'da yaşanan tren kazası geldi.

    Bazı soruları, ucunun nereye gideceğine bakmadan sormanın zamanı geldi
    de geçiyor sanıyorum.

    Hükümet mi suçlu, Genelkurmay mı, istihbarat örgütlerimiz mi?

    Hiç birini ayırt etmeden net bir şekilde iki şeyi birden yapmamız
    gerek. Bir taraftan baskını gerçekleştiren teröristlere anladıkları
    dilden cevap verirken, bir taraftan da yazımın başlığındaki soruyu
    açık bir şekilde sormamız gerekir.

    "Pamukova'da 2004'te yaşanan tren kazasının olduğu yerde beşinci kez
    tren kazası olsa idi ne olurdu?"

    Eğer bu soruyu birileri rencide olacak diye soramıyor isek, o zaman
    teröre çözüm falan aradığımız yok demektir. Sadece kamuoyunu
    susturacak göz boyamaları peşinde koşuyoruzdemektir.

    Kilit soru burada yatıyor: "Pamukova'da aynı yerde beşinci kez can
    kaybına yol açan tren kazası olsa idi ne olurdu?"

    - Bu kazalardan dolayı suçu makiniste yüklemekle mi yetinirdik?
    - TCDD'nin Genel Müdürü'nün değiştirilmesi için mi uğraşırdık?
    - Yoksa Ulaştırma Bakanı'nı mı koltuğundan uçururduk.
    - Ya da aynı yerde üç kez kaza olmasına neden olan bakan ve
    bürokratları hâlâ koltuğunda tuttuğu için hükümetin mi gitmesini
    isterdik.

    Terör örgütü beşinci kez aynı yere baskın düzenleyebiliyorsa burada
    sorumlu ya da sorumluları ararken soruyu net sormamız gerekiyor.

    Ünal TANIK / Haber 7
    tanik@haber7.com

    4 Ekim 2008 Cumartesi

    MHP de Kırılma noktası

    Ülkücü harekette İnce bağlantı Muhsin Yazıcıoğlunun MHPden
    Ayrılmasında Türkeşin Yahudi bağlantıları Etkili oldumu? Yazıcıoğlu Ne
    Tepki gösterdi?

    MHP de Kırılma noktası

    Ülkücü harekette İnce bağlantı! Muhsin Yazıcıoğlu'nun MHP'den
    Ayrılmasında Türkeş'in Yahudi bağlantıları Etkili oldumu ?Yazıcıoğlu
    Ne Tepki gösterdi?

    1992 yılında Yahudiler Türkiye'ye kabul edilişlerinin 500. yılını
    kutlayacaklardır. (Muhsin Yazıcıoğlu'nun MHP'den Ayrılması 1992
    yılında olması bu konuda tahminleri güçlendiriyor)

    İsrail Cumhurbaşkanı Herzog da İstanbul'da.

    Türkeş ve Müftüoğlu Sinagog ziyaretini gerçekleştirmiş çıkacaklar
    iken, Sinagog duvarının üstünde ve duvar dibinde onlarca genç birden;

    - Başbuğ Türkeş, Başbuğ Türkeş' .. Diyerek slogan atmaya başlarlar.

    Yalnız bir tuhaflık vardır.

    Sinagog ziyareti gizli tutulduğundan, ülkücü gençlerin orda olma
    ihtimalleri yoktur�

    Peki, sloganları atanlar kimlerdir?

    Rıza Müftüoğlu Türkeş'e sorar;

    Başbuğum kim bunlar?

    Türkeş cevap verir;

    - MUSA'NIN BOZKURTLARI.

    Oldu Olası Koyu Miliyetçi ve maneviyatçı olan Muhsin Yazıcıoğlu'nun
    MHP'den Ayrılmasında Etkisi olduğu tahmin ediliyor..

    YAZICIOĞLU BİR RÖPÖRTAJDA AYRILMA NEDENİ OLARAK NELER SÖYLEMİŞTİ

    Güvenoyu verilmesiyle partinin daha avantajlı hale geleceğini düşünmüş
    olabilirdi. Kadroların değerlendirilmesi, işsiz arkadaşlarımızın iş
    bulması açısından. İdeolojik olarak bu hükümet DEP'lilere mahkûm hale
    gelmesin gibi bir gerekçe de vardı. Tabii ben de diyorum ki,
    güvenoyunu biz vermesek bile hükümet yeterli sayıya sahip. Türkiye'nin
    çıkarlarına uygun olan her hareketi destekleyelim. Bizim fikriyatımıza
    uygun olan. Ama ben toptan irademizi böyle bir iktidara vermeyi doğru
    bulmuyorum. Bu bir görüş. O zaman Seyfi Oktay Adalet Bakanı'ydı. Bu
    bakanlığın böyle bir zihniyetin eline verilmesinin mahsurlarını
    anlattım. En az 30 yıl bunların ektiği tohumları tarladan
    temizleyemeyiz dedim. Dolayısıyla bu zihniyetin mesuliyetini almamamız
    gerektiğini düşünüyorum. Tabii on yıl sonra Türkiye cezaevlerini
    yıkarak teslim almak zorunda kaldı Moğultay. Beş bin yeni kadro aldı.

    Ben güvenoyu vermeme kararını alırken tek başıma almadım. Arkadaşlar
    da karar alırken kendi kendine almadılar. Tabanın, teşkilatların
    talebiydi bu.

    Bu davranışınız sonrasında size karşı tavır değişti galiba. Bazı
    tatsız olaylar da yaşandı...

    DERGİYE BASKIN

    - Ciddi bir gedik açıldı. Anadolu'dan bizimle ilgili yapılmış
    programlar merkezden iptal ettirildi. Yaptırımlar, planlar başladı.
    Açık bir şekilde istifaya zorlandık. Önceden programlanmış davetler
    iptal ettirildi. İller iptal etmedi. Bazı yerler buna rağmen davetleri
    devam ettirdiler. Bu programları yaparken, parti içine yönelik bir
    program değildi. İç çelişkileri gündeme taşıyan toplantılar değildi.
    Normal konferanslardı. Türkiye'nin genel sorunlarını tartışıyorduk.
    Sonra da çıkarılan bir dergi vardı. O derginin genel merkez
    idarehanesi basıldı, orada silah kullanıldı. Baktık ki ülkücü ülkücüyü
    vursun, ülkücü ülkücüyle kavga mı etsin. İşin demokratik zarafet
    ölçüsünden çıktığını görünce o gün istifa ettim. Önceden parti içinde
    bir organizasyon yapalım ve bu bir bölünme noktasına getirsin, ondan
    sonra da yeni bir siyasi parti organizasyonu bunun içinden çıkartalım
    diye planlanmış progamlı olarak getirilmiş bir nokta değildir. Şartlar
    sürükleyip getirdi.

    Ve BBP kuruldu... Partinin kuruluşu Türk milliyetçiliğinden vazgeçiş,
    İslâm'a yöneliş değil ama ideolojisi ne oldu?

    - Parti içinde nüanslarımız zaten vardı. Bu 1970'li yıllardan beri gelen...

    İlk konuşmalarınızda gönüldaşlarımız demeye başladınız. Hilalin içine
    gül konuldu. Bunların anlamı neydi?

    İç unsurların tezgâhı

    - Bunların hiçbirinden vazgeçmedim. Başından beri gönüldaşlarım,
    ülküdaşlarım diyorum. Bu arada Türk İslâm ülküsü diye ifade ettiğim
    doğru terkibi, bana göre ne soyumdan, ne de dinimden endişem var. Ne
    de artık demokrasiyle ilgili bir problemim var.

    Arkamızda başka güç aramak, iftira ve hayalperestlik olur. Biz biziz.
    1968'lerde genç ülkücüler teşkilatında Muhsin Yazıcıoğlu neye
    inanmışsa, o zaman neye varsa BBP'yi kurarken de ona inanmıştır ve
    devam ettirmiştir. Dolayısıyla eksik varsa bizimdir. Yanlış varsa
    bizimdir. Doğru ise bizim doğrumuzdur. Bir başka mahfilin bize
    dayattığı, oluşturduğu ve yönlendirdiği bir iş değildir. Ama birşey
    vardır MHP'den kopuşumuzda dış unsurlardan daha çok iç unsurların
    tezgâhı olabilir. Ona birşey demem.

    Nasıl yani?

    - MHP'nin kendi içinde Yazıcıoğlu ve arkadaşları kopsun diye bir
    gayret olmuş olabilir. Bu gayretin katkıları olmuş olabilir. Bu yönde
    zorlanmış olabiliriz. Şartların o şekilde oluşması için belli çabalar
    olabilir. Bunlara bir şey demiyorum. Ama ne yapmışsak kendimize
    inanarak yaptık. O gün istifa etmemiş olsaydım o zaman MÇP'nin
    kapısında ve koridorlarında başka şeyler olurdu.

    www.Haberhilal.com

    MİLLİ OCAK HABER
    URL: http://www.milliocak.com/default.asp/http.docs/yazdir.asp?bolum=1731

    --
    Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve
    zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli
    açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona
    yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır.

    http://dava-vatan.blogspot.com/

    --~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
    Web Sitemiz : http://www.gencmusalli.com
    Blogumuz : http://gencmusalli.blogspot.com
    http://islamiegitim.blogspot.com
    http://dusunceufuklarinda.blogcu.com

    Hasan Ahmet Evliyaoğlu

    İslamın eğitim sistemini model almalıyız.O da, Allah'ın Elçisinin Medotudur.
    Bu mesajı şu gruba üye olduğunuz için aldınız: Google Grupları İslami
    Eğitim Grubu.
    Bu gruba posta göndermek için , mail atın : islamiegitim@googlegroups.com
    Bu gruba üyeliğinizi sonlandırmak için şu adrese e-posta gönderin:
    islamiegitim-unsubscribe@googlegroups.com
    Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/islamiegitim?hl=tr
    adresinde bu grubu ziyaret edin
    İmanı,ahlakı (salih ameli) olan ve Hakkı ve sabrı tavsiye eden kurtulur!
    "Eğitimde problemlerimiz neler"in tartışma ortamı,
    Yaratan Rabbinin Adıyla OKU!
    -~----------~----~----~----~------~----~------~--~---


    --
    Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
    اللهم صلي وسلم وبارك عليك يا حبيبي ياشفيعي يا قرة عيني يا محمد
    Yavuz Sultan Selim Diyor ki:

    Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep
    gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.

    Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede
    zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere
    indirir.

    Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden
    ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti
    ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun
    içindeki inanca bakar.
    Serhat ERDEMLİ

    FRANSA DA MÜSLÜMANLAR - KATOLİK ŞERİATIN LAiKLiĞE BAŞ KALDIRISI

    Müslümanlar Katolik okullara sığındı

    Müslümanlar başörtüleriyle eğitim görebilmek için Katolik okullarına gidiyor

    New York Times gazetesi Fransa'daki eğitim sistemini, özellikle de Müslüman okulu bulunmadığı için Katolik okullarına gitmeyi tercih eden Müslümanları konu aldı..
    Fransa'da yaşayan yaklaşık 5 milyon Müslüman için 2004 yılında okullarda dini sembollerin yasaklanmasından sonra Katolik okulları yeni bir anlam ifade etmeye başladı.
    Amerikan New York Times gazetesi sadece bir tek Müslüman okulunun bulunduğu Fransa'da Müslümanların çocuklarını devlet okulları yerine Katolik okullara yolladığını yazdı.
    Gazeteye konuşan Müslüman gençler, "Devlet okullarında başımızı örtmemize, ramazanda ibadet etmemize izin yok. Ancak Katolik okullarında bize izin veriliyor" diye konuştu.
    Fransa'da yaşayan yaklaşık 300 bin Türk de bulunuyor. Ülkenin en iyi 20 okulundan 15'inin Katolik okulu olması nedeniyle de Müslümanlar bu okulları tercih ediyor.
    Gazeteye konuşan 14 yaşındaki Nadya Ulane, "Burada inancımıza saygı var. O yüzden bu okullara gitmeyi tercih ediyoruz" dedi.
    Gazete'nin verdiği rakamlara göre Muslumanlar Fransa'da bulunan 8 bin 847 Katolik okuluna gitmeyi tercih ediyorlar.