29 Şubat 2008 Cuma

Sufi

 
 
Sufi; toprak gibidir, herkesi üzerinde taşır...
Sufi; güneş gibidir, ışığı herkese ulaşır...
Sufi; yumuşak huyludur, herkesle anlaşır...
Sufi; temiz kalplidir, hemen barışır...
Sufi; sabırlıdır, o kadar ki bazen sabırla yarışır...
Sufi; sevmesini bilir, sevilmeyi başarır...
Sufi; hizmeti seçer, yük çekmekten hoşlanır...
Sufi; Hakk'a aşıktır; aşığa edeb yakışır...
 
 
?????


--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him


```````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Ya Rabbi

Ya rabbi! Yolum döndü dolaştı bir çıkmaza kilitlendi. Şimdi ne yana dönsem uçurum.

Ey ancak kendisinden kurtuluş istenen,kurtuluşu başka yerlerde arayan biz
şaşkınlara basiret ver.

Ey bütün mahlukata yumuşaklıkla muamele eden, günahkarlara ceza vermekte acele etmeyen, herşey olup bitmeden bize kendimize dönme iradesi ve gücü ver.

Ey gurbettekilerin sahibi, bu ruh gurbetinde çektiğimiz acılarımızı hafiflet.

Ey çaresizlerin duasına cevap veren, bizi gerçek dua şuuruyla donat.
İstemeyi bilenlerden eyle

Ey herşeyden, sevgili, bizi gerçek sevgiyi sahtesinden ayırt edebilip
sahte sevgiye yüz vermeyenlerden eyle.

Ey en iyi can yoldaşı,
Ey sonsuz ikram sahibi,
Ey kimsesizlerin kimsesi,
Ey gönlü kırıklara acıyan,
Ey itilip kakılmışların izzet kucağı,
Ey sessiz inleyişlerin imdadına koşan,
Ey kullarını kötü akıbetlerden sakındıran,
Ey kırık dökükleri tamir eden ve ihtiyaçları gideren,
Ey sığınmak isteyenlerin sığınağı!

Bu gurbet, duyarsızlık, hissizlik, itilmişlik, yıkılmışlık, gadre uğramışlık, dışlanmışlık, parçalanmışlık çölünde bizi yalnız bırakma.

Hepimize yeniden derlenip toparlanma fırsatı ver, tekrar birbirimize tutunma şuuru ver.

Bütün insanlığı kucaklayacak ıstırap duyarlılığı ver.

Bizi kendi nefsimizle baş başa bırakma, bizi bir an bile kendi gözetleyiciliğinden, koruyuculuğundan, rehberliğinden ve uyarıcılığından uzak tutma. Ey ...

Seni yeniden düşünmeliyim ...

Bütün sayrılıklarımdan,cahilliklerimden, kirlerimden sıyrılarak
Sana yeniden yürümeliyim ...

İçimin derinliklerine doğru gövdeleşen karanlıkları Senin ışığına tutunarak kovmalıyım.

Tüm ümitlerimin tükendiği şu anda ruhuma ebedi ışık bağışlayan gölgene sığınmalıyım ...

Dört bir yanımdaki ufuksuzluğu Sana yönelerek aşmalıyım.

Her şeyiyle iflas etmiş bir ümitsizlik kuyusundan, sonsuz
merhametine tutunarak çıkmalıyım.
Sana hep taze açılmış bir gül coşkusuyla bakmalıyım ...

Fiziki yanıyla evrende minicik bir nokta bile olmayan
cismime karşılık, Senin varlığının dünyadaki en şerefli bir temsilcisi olduğumun
Bilinciyle yeryüzüne yürümeliyim.

Önüme koyduğun meşru nimetler sofrasının dışına çıkmadan yaşama bilincine ermeliyim.

Ve Seni bütün maddi- manevi çıkarların ötesinde bir coşkuyla ve aşkla sevmeliyim ...

Amin ...
(iktibas)


--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Kalıplar Bizi Sınırlıyor

KALIPLAR B İ Z İ SINIRLIYOR

İnsanlar kendilerine ki şilikleri için çizdikleri zihinsel kal ıplar ın d ışı na ç ıkamazlar. Bizler çözümü defalarca duydu ğ umuz halde kendimizi oturttuğumuz dar çerçeveden ç ıkış için gayret göstermeyen garip insanlar ız.

  Hayatı n baz ı insanlara "tesadüfen ba ş arma, yükselme, zengin olma vs." Ş ansı tan ıd ığın ı zannedenimiz çoktur. Bir ço ğ umuz müzisyenlerin, yazarların, şairlerin, para babaları n ın bu i şi anne karn ında kendilerine verilen kabiliyetlerle gerçekle ş tirdiklerini san ırı z. Bu inanca göre baz ılar ı nın ne maharetli anneleri varm ış . Bu yanl ış zanları kabul etmeyen bir çok insan bile fark ında olmadan ayn ı kalıplarla kendisini kilitlemi ştir.

  En me şhur zenginlerin bir zamanlar simit satt ı kların ı , ayakkab ı boyacı l ığı bile yapt ı kların ı ö ğrenince ş a şır ı rız. Bir çok yazar ı n vaktiyle kalemi bile tutamamalar ına inanamay ız. Neden baz ı insanlar baz ıları aras ında s ıyr ıl ıverir veya "sivriliverirler."

  Allah' ın koydu ğ u tekvini şeriat çerçevesinde normal ş artlar alt ında do ğan her insan ı adaletli ve şefkatli Yaratı c ı her türlü ba şar ıya ula şabilmelerine imkan tan ıyan bir potansiyelle dünyaya göndermiş tir.

  Ancak dünyaya geldikten sonra s ın ı rlıl ı klar başlat ı l ır. Anne-babası veya çevresi tarafından a ş ağılanan bir çocuk etraf ı nda kal ıplar baş lam ışt ı r. Daha sonra insan "var olduğ unu" hissettirmek amac ıyla ç ırp ınmaya ba şlar. Bakkaldan getirilen bir ekmek, ilk karne notlar ı, takdim edilen bir çiçek, içinde bu amacı gizli tutar.

 Ancak baz ı insanlar "bu olmam ış", "sen bunu ba ş aramazsı n" demekten çekinmezler. Bizler de ço ğu zaman sözleriyle cinayet i ş leyen, kabiliyetleri körelten; başar ısı zl ık, çekingenlik, korkaklı k imajı olu ş turan insanlardanı z ne yazı k ki... Yas tutmay ı sevdiğ imiz kadar, ele ştirmeyi, olumsuzluklar ı ileri sürerek karanlı k bir zihinsel tablo olu şturmay ı seviyoruz.

  Merhum Z. Gündüzalp'in "İnsan ne dü şünüyorsa odur." Dediğ ini çok duyduk. Anthony Robbins Sı n ırs ız Güç kitab ında insanlar ın hayal kurarken ve dü şünürken kullandı kları "olumsuzluk" imajlar ı nı en kötü engel olarak görür.

  Her büyük ba şar ı bazan yüzlerce baş arı s ızlığı n arkas ında par ı ldar. Oysa eski bir Rus imparatoru "Yenile yenile yenmeyi ö ğrendi ğini " söyler. İnsan her te şebbüsünde hedefine ulaş amad ığında bunu ba şar ıs ızl ık olarak görürse bulundu ğu noktada çak ılı r. Oysa durumu yeniden inceleyen insan için her ba şar ısızl ık başar ıya bir ad ım daha yakla ş manın i şaretidir. Ani yükseliş lerin ise gerçek ba şar ı yla ilişkisi yoktur. Bir balun gibi patlar ve söner.

  Hayalimizde ya şad ığı mız iç konu ş malar ın fiillerimizde oluş turduğu s ı nırlara bak ı n ız: "Zengin olmak mı ? Bu iş için büyük sermaye laz ı m. Yazar olmak mı ? Konuş mas ını bile bilmiyorum; annemin karn ında böyle bir şey öğrenmedim. Meydanlara ç ık ıp 'benim i şçim,benim köylüm' diye konu şmak m ı? Ben Süleyman değ ilim."

  Sevgili karde şim... Ya siz ne siniz? Erkek ve kad ın aras ındaki küçük bir farktan ba ş ka kimin beyni kimin beyninden küçük veya büyük.

 

Kaderin sahibi kimseyi ba ş arıs ı zlığa zorla mahkum etmemi ş tir. Ortam ın sürükleyiş ine kendimizi kapt ırd ığı mızda "Ortam sürükleniyorsa sürünmekten ba şka yapaca ğım ız hiçbir şey yoktur."

 

Ne yazı k ki mü'minlerin en çok ihmal ettikleri vazifelerinden birisi Kur'an'ı n ilk emridir. Az okuyoruz veya hiç okumuyoruz.

 Ba şarıl ı bir insanlar topluluğ una tak ıl ıp ba şar ıya uçmuyorsak ba şarın ın dinamiklerini incelemeliyiz. Baş aranlar ın hayat ı ve yaptıklar ı bu konuda bize yol gösterecek en aç ık ışı kt ır.

 Ba şka türlü bizi pasifize eden kendi kalı plarım ı zdan kurtulamayacağı z. Fı trat kanunlar ını n i şleyiş ini bilmek zorunday ız.

 ©Yüksek Yetenek Muhammed Bozdağ



--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Burjuva Sınıfımız

Burjuva Sınıfımız
Her kişiye değil, er kişiye ihtiyacımız vardır



 

VAR gücümüzle bir İslâm Burjuva sınıfı
meydana getirmek için çalışmalıyız.
Bu bizim için bir ölüm-kalım meselesidir.
Müslüman bir burjuva ne demektir?
Maddeler halinde anlatayım


  1. İnançlı bir Müslümandır. İslâmî kimliği sosyolojik veya kültürel değil, dinîdir.
  2. Dininin emir ve yasaklarını, hükümlerini hayata uygulayan bir kimsedir. Beş vakit namaz kılar. En azından cumaya gider.
  3. Fâsık-i mütecâhir değildir, yani açıkça, küstahça, pervasız bir şekilde, alâmeleinnas (halkın içinde) günah işlemez, haram şeyleri yapmaz.
  4. Şehir ve medeniyet Müslümanıdır. Yani kırsal kesim, taşra, varoş, gecekondu kültür ve zihniyetine sahip değildir.
  5. Kitaplı ve kültürlü bir Müslümandır. Aylık bütçesinin en az 10'da birini kitaba, kültüre, sanata harcar.
  6. Evinde bir oda dolusu kitabı vardır. Faydalı, değerli ve kalıcı kitaplar alır ve bunları okur.
  7. Evini İslâm sanatına göre dekore eder. Servetinin ve bütçesinin müsaadesi nisbetinde hüsn-i hatlar, el dokuması halı ve kilimler, geleneksel İslâm sanatlarının ürünleri, sedirler, tavan göbekleri bulunur.
  8. Ahlâk ve fazilet sahibidir. Kimseyi dolandırmaz, aldatmaz. Düşmanları ve karşıtları bile ona güvenir.
  9. İyi bir aile reisidir. İffetlidir, uçkuru gevşek değildir.
  10. Çocuklarını iyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman olarak yetiştirir.
  11. Son derece dürüsttür. Sözü senet gibidir.
  12. Kesinlikle haram yemez. Şaibeli ihaleler almaz. Haram rant yemez.
  13. Futbol kulübü tutar gibi parti, tarikat, cemaat tutmaz.
  14. Hocasını, şeyhini, hazretini, üstadını putlaştırmaz, rab haline getirmez.
  15. Köken itibarıyla çok mütevâzı bir âileden gelse bile ruh asaletine sahiptir.
  16. Gösteriş budalası değildir. Lüks mesken, lüks yazlık, lüks otomobil, lüks hayat tarzı gibi fetişizmlerden uzak durur. Mütevâzı, kanaatli, orta derece bir hayat sürer.
  17. Şehir görgü ve nezaketine sahiptir.


Burjuvadan neyi kasd
ettiğimi yukarıda sıraladığım 17 maddeden anlamışsınızdır. Benim anladığım manada burjuvanın zıt kutbu türediler, sonradan görmeler sahte dindarlar, arivistler, ( her yol mübah insanı..amaçla araç sadeleşiyor elde sonuç kalıyor. ÜA) yiyiciler, rantçılar, yarımühtedi İslâmcılardır. Bunlar dine hizmet perdesi altında dini tahrip ederler.

Bundan otuz yıl önce mücâhidlik taslayan nicelerinin zamanla cihadı bıraktıklarını ve kirli müteahhid olduklarını gördük. (Temizlerini tenzih ederim).

Son otuz kırk yıl içinde İslâmî kesimde dinî hizmet ve faaliyetler için yüz milyarlarca dolar toplandı. Bu paralarla Türkiye ve Müslümanlar bir kere değil, on kere kurtulabilirdi ama beklenen kurtuluş güneşi bir türlü doğmadı... Çünkü bir kısım haşarat, hizmet diye diye hezimet ürettiler. Herkesi kasd etmiyorum; bu dine, bu ümmete, bu ülkeye, bu halka gerçekten hizmet edenlere minnet ve teşekkür borçluyuz. Ben, ihlâssız, sahtekâr, düşük, âdi, bayağı, din sömürücüsü haşaratı lânetliyorum. Kur'ân'da "O a'rabîler iman ettik diyorlar. Onlar iman etmediler. Müslüman oldular..." buyuruluyor. Yani dilleri ile iman etmiş göründüler ama gerçek iman kalplerine yerleşmedi. A'rabî bedevî mânasına gelir.

İslâm dini bedevî zihniyet ve kültürlülerle muzaffer olamaz. İslâm dini medeniyet, kitap, kültür, sanat dinidir. Bedevîlerin, a'rabîlerin de Müslüman olmaya hakları vardır ama bizim dinimiz bedevî ve a'rabî dini değildir.

Bedevî zihniyetli kişi geri zekâlı veya zekâ özürlüdür. O, bu yüce dâvanın beton binalarla, uzun minarelerle, geniş kubbelerle, sonuna kadar açılmış hoparlörlerle, klima cihazları, kalorifer tesisatlarıyla, "Zeyd ile Amr' ın kavgasıyla" halledileceğini sanır.

Son otuz kırk yıl içinde mukaddes konular birtakım cühelâ ve arivistler tarafından mıncıklana mıncıklana bir yığın fâciaya ve hezimete sebebiyet verilmiştir.

Herif yüz milyonlarca dolarlık bir servete sahiptir, evine veya bürosuna gidersiniz bir tek hüsn-i hat, bir tek el dokuması halı, bir tek geleneksel islâmî sanat eseri bulamazsınız.

Adam Müslüman seçkin geçinmektedir, üniversiteden mezun olalı 25 seneyi geçmiştir. Bu çeyrek asırlık zaman içinde 25 ciddî, kıymetli, faydalı, kalıcı fikir ve kültür kitabı okumamıştır. O diplomalı bir cahildir. Nerede " İki günü birbirine eşit olan ziyandadır" diyen İslâm, nerede bu saati durmuş adam...

Adam hem Müslüman geçinir, hem de lüks otomobili ile öğünür, tafralanır, caka satar. Böyle cahiliyet gururları, böbürlenmeleri Müslümana yakışır mı?

Ayda 100 milyar kazanır, 15 milyar harcar ve bu müddet içinde üç kitap bile almaz.

Din ve şeriat bize "Haram ateştir, ondan kaçınınız" buyuruyor, bizim sahte Müslüman nerede haram rant varsa aç köpek gibi oraya koşar. Birtakım şeflerin ve başkanların karşısında, rant kapabilmek için "Sayın şefim, sayın başkanım..." diye kuyruk sallar.

Haysiyetli bir Müslüman saçı bitmedik yetimlerin haklarını yer mi? Belediyelerin ve devletin bütçesini hortumlar mı? İşlerden komisyon alır mı? Haysiyetli Müslüman birtakım şeyhleri, başkanları, hazretleri erbab haline getirir, putlaştırır mı?

Burjuva kelimesi Frenkçedir. Siz mânasına bakınız, ( Fr. Şehirli ÜA) benim 17 madde şeklinde saydığım özelliklere bakınız.

Burjuva yerine fütüvvet ahlâkına sahip kişi de diyebiliriz. İslâm'da kurtuluş kelle sayısı çokluğu ile değil, keyfiyet ve vasıf üstünlüğü iledir. Bizim arivistlere, rantçılara, komisyonculara, sahtekârlara, zekâ özürlülere, yarı mühtedilere ihtiyacımız yoktur.Her kişiye değil, er kişiye ihtiyacımız vardır.Üç kağıtçıya değil, doğruluk ve dürüstlük kahramanlarına ihtiyacımız vardır.

Ya böyle olacağız, yahut öleceğiz.  Mehmet Şevket EYGİ, 15/06/2006




--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Fatih'in kanunları yurt dışına kaçırılmış

Fatih'in kanunları yurt dışına kaçırılmış

 

Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Ahmet Akgündüz, "Fatih Sultan Mehmet'in tek nüsha kanunnamesi, Fransa'da bulundu" dedi.

 


Fatih Sultan Mehmet dönemine ait önemli belgelerin de değişik yöntemlerle yurt dışına çıkarıldığı bildirildi.

Hollanda'nın Rotterdam İslam Üniversitesi (IUR) Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Fatih Sultan Mehmet'in, Kütahya sancağında Tavşanlı tuzu dışındakilerin kullanımını yasaklamasına ilişkin tek nüsha olarak hazırlanan kanunnamenin, Fransa'da Paris Halk Kütüphanesinde bulunduğunu söyledi.

Prof. Dr. Akgündüz, Fatih Sultan Mehmet döneminde Kütahya sancağını ilgilendiren tek kanunnamenin, Tavşanlı'ya ait Tuz Yasaknamesi olduğunu anlatarak, Osmanlı Devleti'nde tuzun, stratejik bir önemi bulunduğunu kaydetti.

Yasaknamenin 1478 yılında hazırlandığının sanıldığını belirten Prof. Dr. Akgündüz, ''Tavşanlı ekonomisinin gelişmesi için burada üretilen tuzun dışındakilerin kullanılması yasaklanmış'' dedi.

BELGENİN ORİJİNALİ PARİS'TE...

Yasaknamenin tek nüsha olarak Fatih Sultan Mehmet'in mührüyle yayımlandığını dile getiren Prof. Dr. Akgündüz, genellikle Fatih dönemine ait önemli belgelerin Paris Milli Kütüphanesinde bulunduğunu kaydetti.

Bunun çeşitli sebeplerinin bulunduğunu anlatan Prof. Dr. Akgündüz, şöyle konuştu:

''Bunun önemli sebebi ya bir kısım yazmaların Fransa, İngiltere ve Almanya gibi Avrupa devletleri tarafından özellikle işgal yıllarında belli kütüphanelerden çalınması ya da şuursuz halkımız tarafından ellerindeki bir kısım önemli vesikaların sahaflarda cüzi fiyatlarla satılığa çıkarılmasıdır. Dünya çapında ünlü bilim adamları, arşivlerden ve meşhur kütüphanelerden bir kitap alıyor, memurlar da bunlara güveniyor ve veriyor. Daha sonra iade etmiyorlar. Mirasçıları da bu önemli yazmaları götürüp Avrupa veya Amerika'daki kütüphanelere yüklü paralar karşılığında satıyorlar. Fatih dönemine ait önemli kanun nüshalarının tamamı, Paris Milli Kütüphanesinde bulunuyor. Bu, üzücü bir durum.''

Kaynak: AA



--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

I.Kosova Savaşı’nın Acı Sonu

I.Kosova Savaşı'nın Acı Sonu


    1389 yılında Haçlılar ile Osmanlı ordusu arasında yapılan Kosova Meydan Muharebesi Osmanlı ordusu tarafından zaferle sonuçlanmıştır. Fakat bu şanlı zafer çok büyük bir acı ile neticelendi. Bütün gazileri derin bir matem içinde bıraktı.


    Şöyle ki: Bu zafer sonunda yaralıların büyük bir kısmı düşman askerleri idi. Yerdekiler arasında tek tük Türk şehidi de vardı. Sultan Murad her şehidin önüne geldiği vakit büyük bir üzüntü ile:


    - "İnna lillahi ve inna ileyhi racuin" diyor ve her şehidin derhal kaldırılarak defnedilemesini emrediyordu.


    Yaralı bir Türk'ün yanına geldiği zaman onu okşuyor, yarasının acıyıp acımadığını ve bir arzusu olup olmadığını soruyordu. Böylece dolaşırken biraz uzakta ölüler arasında bir kımıldanma oldu. Sultan Murad o tarafa döndü. Ölüler arasından dev gibi uzun boylu bir Sırp'ın kalktığı görüldü. Miloş ismindeki bu Sırp (Kral Lazar'ın damadı) yerden kalkarak padişaha doğru gelmeye başladı. Padişahın muhafızları Sırp'ı derhal yakaladılar. Fakat Sırp, padişahı mutlaka görmek istiyordu ve:


    - Beni bırakınız, korkmanıza lüzum yok. Ben padişahın elini öpmeye ve hem de Müslüman olmaya geldim. Ayrıca size de bir müjdem var. Kral Lazar yakalandı, bakınız getiriyorlar, dedi.


    Padişah onun sözlerini işitmişti. İşaret ederek bırakmalarını söyledi. Muhafızlar da kralın yakalandığı tarafa bakarlarken yaralı taklidi yapan hain Sırplı padişaha yaklaştı, elini öpecekmiş gibi eğildi, bir anda yıldırım hızıyla koltuğunun altında sakladığı hançerini çekerek, Sultan Murad'ın mübarek göğüs ve karnına sapladı. Muhafızlar neye uğradıklarını anlayamadılar. Katil kaçmaya başladı. Sonra muhafızlar kafiri yakalayarak parça parça ettiler.


    Hünkarın son sözleri şunlardır:


    - İslam'ın muzafferiyeti, benim şehit olmama bağlı ise, şehadet şerbetini nasip buyurmasını Cenab-ı Allah'tan dua ve niyaz etmiştim. Duam kabul buyuruldu. Hazret-i Allah'a hamd ve sena olsun ki, İslam askerlerinin zaferini gördükten sonra hayatım sona ermektedir. Oğlum Bayezid'e biat ediniz. Sakın esirleri incitmeyiniz. Mal ve canlarına tecavüz etmeyiniz. Ben artık sizleri ve muzaffer ordumuzu Cenab-ı Hakk'a emanet ediyorum. Mevla devletimizi bütün fenalıklardan korusun.


    Sultan Murad'ın hançerle parçalanan bağırsakları, şehit olduğu yere bir türbe yapılarak gömüldü. Cesedi ise Bursa'ya nakledilerek Çekirge'deki türbesine defnedildi



--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Hz. Ömer'den Bir Mektup

Hz. Ömer'den Bir Mektup

"Siyasetname"ler kültür tarihimizin önemli klasiklerindendir. Geleneğimize göre hikmet ehli zatlar idarecileri uyarmayı vazife sayarlar. Siyasetnameler işte bu uyarıların toplandığı eserlerdir.

Meşhur siyasetname yazarlarından biri de dokuzuncu asırda Endülüste yaşamış olan İbn Abdirrabbih`dir. Türkçe´ye "Hükümdar ve Siyaset" adıyla çevrilen kitap, sadece hükümdarlara değil her kademede idarecilere ışık tutacak bir rehberdir.

Kitapta İbn Abdirrabbih`in özellikle Hz. Ömerden sıklıkla örnekler vermesi, bu büyük halifenin adaletinin değerini bize yeniden hatırlatıyor.

Kitap, bu meyanda Hz. Ömer r.a`ın Ebu Musa el-Eş`arî`ye yazdığı mektuba da yer vermiş. Birlikte okuyalım:

Davalı sana şikâyetini arz ettiğinde onu anlamaya çalış! Geçerliliği olmayan bir haktan bahsetmek yarar sağlamaz. İnsanların senin meclisindeki yerleri eşit olsun! Öyle ki, ne güçlü kişi senin zayıf düşmeni arzulasın, ne de zayıf kişi senin zulmünden korksun...

Şu kesin kuralı unutma: İddia sahibi delil sunmalı, inkârcı ise yemin etmelidir. Müslümanlar arasında barış sağlamak gerekir.

Daha önce vermiş olduğun bir hüküm hakkında yeni bir hüküm vermen için engel yoktur. Onu kendi içinde ölçüp biçtiğinde geri dönmen gerekiyorsa, geri dön! Bu durum, yanlış bir yargıya meyletmekten daha hayırlıdır.

İddia sahibine belli bir süre tanı! Eğer kanıtını getirirse lehine karar ver, yok şayet getiremezse aleyhine hüküm ver! İnsanlara eziyet etme!

İnsanların yöneticilerine karşı nefretleri olur. Kişisel tutkularına kapılıp, dünya peşinde koşan biri olmaktan sakın!

Hakları zamanında ver! Günde bir saat bile olsa yüksek memurlarla ilgili şikâyetleri dinle; onları dava edenler için mahkeme kur!

Zalimleri korkut ve onları dağıt! İnsanlar için çözümü ve başarıyı, tevazu ve muhabbetle iste! Onların hastalarını ziyaret et! Cenazelerine katıl! Onlara kapını aç! Sen de onlardan birisin, ancak Allah senin omuzlarına onlarınkine göre daha ağır yük yüklemiştir.

Sen Allahın yarattığı hayvanlar gibi sorumsuz bir semirici olmaktan kaçın! Zira hayvanın tavlanması kesilmesine sebep olur.

Şunu bil ki, idareci saparsa yönetilen de sapar. Selâmetle.

(Hükümdar ve Siyaset, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2004
)


--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Önce edebi yazmalı kalem

Önce edebi yazmalı kalem

ÖNCE EDEB

Önce edebi yazmalı kalem.

Önce edebi anlatmalı kelime.

Önce edebi idrak etmeli insan.

Edep güzel; edep yüce...

İnsan güzele müştak, insan yüceye sevdalı. Kainatın en büyük hakikati iman, imanın en büyük hakikati edep.

Edep, hakikatin büyüklüğü karşısında iki büklüm olmak, Onun kemaliyle kendinden geçmektir. Yunus'un odunları misali daldan-pürüzden budanmaktır. Elif gibi dimdik, ok gibi dosdoğru olmaktır.

Kuran'ı hayata hayat yapma yolunda, ilahi hedefi Kuran ahlakıyla on ikiden vurmaktır. Gerek dünya gerek ukba adına atılan her adımı itidal ve denge üzre atmaktır. Elhasıl kulluk şuuruna ermek, ruhu ve bedeni sünnet-i seniyyenini nuruyla huzura erdirmektir.

Habib-i Zişan-ı bu yolda kayıtsız şartsız rehber kabul etmektir. Edep , onun gibi oturmak, O nun gibi kalkmak, Onun gibi bakmak, O nun gibi yaşamaktır(s.a.v)

Hz: Osman edep timsaliydi. Sünneti seniyyeyi aklında, cisminde ve ruhunda bütün incelikleriyle yaşamıştı.

Ahmed bin Hanbel'in Hasan ı Basri den rivayetine göre kapalı kapılar ardında bile elbiselerini çıkarmaktan çekinirdi. Edebinin derinliğinden dolayı Efendimiz(s.a.v) kendilerini ümmeti Muhammed içinde herkese nasip olmayan bir payeye layık görmüşlerdi.

Hz.Osmanı, "Ashabım içinde bana en çok benzeyendir".diyerek kendilerine benzetmişlerdi. "Herkesin cennette bir dostu vardır. Benim dostum da Osman'dır". hadisiyle Hz.Osman'ı dostu olmakla müjdelemişlerdi.

Bizim de şu acımasız dönemde; edebi, edepsiz ham ruhlara ilim yoluyla anlatacak yeni Osmanlara dair dualarımız vardır. 

Mevlana ne güzel ifade etmiş edebi. " Efendi, bil ki insanın tenindeki can edeptir. İnsanoğlunun göz ve kalp nuru edeptir. Adem bir ulvi alemdendir, süfliden değil. bu dönen kümbetin hem dönmesi hem de revnak ve zineti edeptir. İnsanoğlu eğer edepten yoksun ise, o insan değildir, zira insanoğlu ve hayvan arasındaki fark edeptir. Aç gözlerini bak, Allah kelamı olan Kuran ayet ayet edeptir. Akıldan sordum: İman nedir? Akıl kalp kulağıma cevap verdi: "İMAN EDEPTİR"!



--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Şeyh Şamilin Adaleti Ve Azmi

Rahman Rahim Allahin adi ile...
Alemlerin Rabbı Allaha hamd olsun.
Afiyette ve belada, darlıkta ve genişlikte.
Salat ve selam, Seyyidülmürselin Resulullah Efendimize ve tüm aline
Sübhan Allahtan temenni: Selametiniz, afiyetiniz, sebat ve istikametinizdir

Şeyh Şamilin Adaleti Ve Azmi

Şeyh Şamil; Şehadeti ve Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabının az bir kuvvetle düşmana galip geldiklerini anlatıp, milletinin mücadele azmini taze tutmaya gayret ediyordu.
Ruslar harpte devamlı yenilince ova köylerinde zulmü artırdılar. Bu köylerden gelen iki kişi, Rus zulmünü Şeyh Şamilin annesine anlattı. Bunları dinleyen ana oğluna; *Evladım! Ova köylerinde Rusların yaptığı işkenceleri ve öldürülen yiğitlerin haberini öğrendim. Bu köylüleri boş yere kırdırmasan da bir müddet mütareke yapsan olmaz mı?* der.

Senelerdir, düşmanla anlaşmaya kalkanlara şiddetli cezalar veren ve annesinin en küçük arzusunu emir telakki eden Şeyh, bu istek karşısında güç durumda kaldı. Annesi de söylediğine pişman oldu. İmamın korkusu, müslümanların mücadele azminin kaybedilmesi idi. İmam Şamil güç durumlarda her zamanki gibi, mescide çekilip, Allaha dua edip, muhakeme yapıp sabırla kendisini bekleyen halkına; *Muhterem anam cezasını çekecektir!...* kararını bildirdi.

Anasına durumu bildirdiler. Yaralı ana, oğluna; *Oğlum! Allahü Tealanın emrinden kıl ucu kadar ayrılırsan, emzirdiğim sütü helal etmem! Verilecek cezayı şimdiden kabul ediyor, adaletten zerre kadar şaşmamanı istiyorum.* dedi. Yapılan muhakeme neticesi verilen *Yüz sopa!..* cezası kendisine tebliğ edildi. Senelerce Rus generallerine diz çöktürmüş kahraman İmam, anasının yanına varıp diz çöktü, sonra da ellerine sarılıp öptü.

Anasıyla helalleşen Şeyh Şamil, halka dönerek; *Anamın bu meselede, merhametinin çokluğu sebebiyle başkalarına şefaat etmesinden başka hiçbir hatası yoktur. Bunun cezasını da manevi olarak çektiği ızdıraplarla ödemiştir. Maddi cezayı da onun her şeyine varis olan oğlu çekecektir.* dedi.

Had cezasını tatbik edeceklerin yanlarına vardı, üst tarafını soyundu ve; *Emri yerine getirmekte bir an bile tereddüt edip elleri titreyenlere yazıklar olsun! Bütün gücünüzle vurmanızı emrediyorum!* diyerek sırtını döndü. Yüz sopa vurulduktan sonra Şeyh Şamil, Rus zulmünden müslümanların muhafazası için Cenabı Hakka dua etti ve anasının cezalanmasına sebep olanlara; *Köylerinize dönünüz. Sizi gönderenlere gördüklerinizi anlatınız. Dinimizi yıkmak isteyen İslam düşmanlarına verilecek cevabımız budur.* Buyurdu
Image

Öyle kapıda susuşun..Öyle sarsak.. Öyle serkeş.. Öyle ''ÇERKES'' duruşun...


"Kafkasya'da güneşe bakıp da Şamil'i hatırlamamak mümkün değildir. O Kafkasya'nın kara günlerini aydınlatan güneştir." sözleri bugünkü Kafkasya için de geçerlidir. Bugün Kafkasya ve Dağıstan!da ülkeyi işgal eden güçlere karşı yürütülen mücadelenin yollarını da yine "Şamil Güneşi" aydınlatmaktadır. Artık destanlaşmış olan hayatı, savaşları, sözleri ve hayata geçirdiği ilkeleri ile Şeyh Şamil bugün Kafkasya ve Dağıstan'da dipdiri olarak yaşamaktadır. Allah yoluna adanmış ve bu adanmışlık defalarca ölümle sınanmış bir mücahidin nasıl ölümsüz hale geleceğini anlamak isteyenler Şamil'in hayatını okumalıdırlar. Şeyh Şamil'in bugünkü ve yarınki Kafkasyalılara yol gösteren şu birkaç sözü bile böyle bir niyeti olanlara bir fikir verecektir:


"Allah güçlülerin başaramadığını bir zayıfa başartmaya kadirdir"

"İnsanların en soylusu Allah'tan en çok sakınandır"

"Allah'ın verdiği nimetlerle günah ve kötülük yolunda güç kazanmak ne kötüdür"

"Allah ile açık olsun-gizli olsun ilişkiniz edeb üzre olmalıdır."

"Allah' giden yollar gökteki yıldızlardan daha çoktur ve ben o yollardan birisine talibim"

"Bir mürşide bağlanırken ondan keramet beklemeyin; şeriata bağlı olduğunu ve hak yolda yürüdüğünü görmeniz yeterlidir."

"Arkadaşını affet; affettiğini hatırlama ve hatırlatma!.."

"Torunlarınıza bırakacağınız en büyük miras tevhid için savaşmak ve Allah kelamını yayma yolunda can vermeyi öğretmek olacaktır. Torunlarımız cihad günlerinde kuyruk değil baş olmalıdır."

"Ölümümüz bizi Allah'a kavuşturacağı için kutludur. Dünyaya geldik, Hakk'ın eserlerini gördük, gönülden vurulduk; emirlerindeki hikmete inandık. Hakk'a kavuşmamız olan ölümü de gönülden özlemeliyiz. Müslüman için bir vuslat ve mutluluk anı olan ölüm ancak kafirler için gerçek bir azaptır."

"Şehid ruhları yeşil kuş kanatları üzerinde Allah'a ulaşır. Allah yolunda kan dökünüz, yurdumuz için ölünüz ve şehid olmaya koşunuz !.."



Allah razi olsun..dua ve muhabbetle


--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

28 Şubat 2008 Perşembe

MERDİVENLER...

MERDİVENLER...

 

Hiç düşündünüz mü, hayatınızda ne kadar vazgeçilmezdir merdivenler. Evimizin, apartmanızın olmazsa olmaz parçası. Bizi aşağıya taşıyan, yukarı çıkaran, ulaşamadıklarımıza ulaşmamız için basamak olan merdivenler.. Gün olur, alev alev yanan bir evden ağlaşan çocukları indirmek için şefkatle uzatılan itfaiye merdiveni olur. Gün olur, ağaçtaki meyveye uzanmak için uzanır merdiven. Ve daha ne çok kullandığımız yer vardır merdiveni...


Merdiven, hayatı anlatmak için kullanılır bir bakarsınız şiirlerde. "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden" diye başlar Ahmed Haşim ve hayatı merdivenleştirir. Ardımız sıra bıraktığımız günlere ağıtlar yakar.


Nasıl anlatılır hayat merdivenle? İlk basamak neresidir, hangi hâl son basamak? Biz aslında, ademden vücuda dayanmış bir merdivende, hayat merdiveninde ilerliyoruz, adım adım, basamak basamak. Hayat adını verdiğimiz merdivende, her basamakta çok şeyler yaşayarak, kâh gülerek, kâh ağlayarak, ama hiç durmadan, bir geri basamağa inmeden ilerliyoruz.


İlk basamaklarda çocukluğumuz bekler bizi. O sıralar merdivenin farkında bile değilizdir. Her yer yakın ve her şey bizimdir. Bulutların üzerinde dünyayı seyrederiz gülerek. Kâh ana kucağının sıcaklığında dindiririz acımızı, kâh pembe hülyalara salarız kalbimizi. Gidenlerin, elimizden çıkanların farkında değiliz. Çünkü her an, her şey bizim için yeni. Ne zaman kaybolur çocukluğun büyülü dünyası? Ne zaman bulutlardan inilir, ayaklar ne zaman yere basar? Hayat sancısı hangi basamakta hissettirir kendini? Ne zaman kaybetmeye başlarız sevdiklerimizi ya da kendimizi?


Çocukluk basamakları ansızın bitiverir. Kendimizi sancılı bir delikanlılık/genç kızlık devresinde buluveririz. Kanımız çağlayarak akarken, bizi kimse tutamaz. Her şeyi biz biliriz ve kimse de bizi anlamıyordur. Her yerde olmak isteriz, her şey olmak isteriz ama mutlaka herkesten farklı kalmak, her yerden yüksekte durmak isteriz. Bize önerilenlere illâ ki karşı çıkarız. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelir hayat ve gençlik. Öyle ki nice olmaz şeyi gözümüzü kırpmadan göze alır, yüreğimiz burkulmadan harcarız zamanı. Gün gelip beli bükük, bir ayağı çukurda ihtiyarlar olacağımızı hesap etmeyiz, bilmeyiz, düşünmeyiz. Hep böyle dinç, hep böyle genç kalacak gibiyizdir. Acıları da sevinçleri de öylesine abartılı yaşarız ki... Kederde de, sevinçte de dünyamız baştan sona değişir; ya var, ya yok olur. Gök bir güneşlidir, bir sislidir. Hayat akıp gider, ardına bile bakmadan. Hâlâ merdivendeyiz; farkında mıyız? Bilmiyoruz. Bazı tökezlemelerde hissediyoruz belki... Ayağımız takılmasa, dizlerimiz acımasa hiç hissedecek değiliz. Sarhoşuz, gençlik sarhoşu... Peki ya sonrası...


Olgunluk çağı mı? Yoksa büyük aldanmaların yaşandığı basamaklar mı? Bilmiyorum. Deli deli akan kan durulmuştur artık. Bir baltaya sap olmuşuzdur belki ya da olmak için çalışıyoruzdur. Hayat gerçekleri acıdır demeye başlamışızdır. Çünkü, artık bakmamız gereken bir ailemiz, sorumluluğunu üstlendiğimiz çocuklarımız vardır. Hayat bir koşuşturmadır; evden işe, işten eve. Problemler, çözümler arasında dokunan mekikler. Peki ya biz neredeyiz? Biz kendimiz için ne yapıyoruz?
Şimdi şakaklarımıza karlar yağdı, yürümemiz yavaşladı. İhtiyar olduk. Hiçbir şey eskisi gibi değil... Uğruna yaşadığımız her şey bizden yavaş yavaş uzaklaşıyor. Çocuklarımız şimdi kendi yollarını adımlıyor, kendi merdivenlerinin basamaklarında oyalanıyorlar. Bir zamanlar bizim yaptığımızı yapıyorlar. Hayallerine merdiven kuruyorlar, sevdalarının zirvesine tırmanıyorlar. Ve sevdiklerimiz, basamakları birlikte adımladığımız akranlarımız, akrabalarımız, dostlarımız bir bir göçüyorlar buradan. Daha bir yalnızız şimdi. Kendimizle baş başayız. Ölümle yüz yüzeyiz şimdi; hani şu uzaktaki ölümle, gençlikte bir türlü kendimize yakıştıramadığımız mezara dönük yüzümüz.


Sahi niye gelmiştik biz bu âleme. Her basamakta bizi yokluğa taşıyan merdivenleri adımlamak için mi? Yoksa her basamağında sonsuzluğu hissettiğimiz hakikat merdiveninde emin adımlarla ilerlemek için mi? Tercih bizim, hepimizin. Şimdi kararımızı verelim, merdivenimiz düşmeden, basamaklar tükenmeden.. Biz hangi merdivendeyiz? Hangi basamakta bekler bizi ecelimiz? Adımımız hangi basamakta tükenir? Adımız hangi basamağa "göçtü gitti!" diye düşer?


Şair Paul Verlaine'in sorusunu ilk basamakta sormalı değil miyiz?


İşte hayat! Aç gözünü gör;


Bak ne kadar sade.


Her günkü sade gürültüdür


Şehirden gelmekte.


Ey sen ki durmadan ağlarsın,


Döversin dizini;


Gel söyle bakalım ne yaptın,


Nettin gençliğini?


Dikkat! Merdivendeyiz! Düşebiliriz!

 

Yazı ; Senai DEMİRCİ



--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Beni dağda eşkiya soymadı...

her şeyin bir tarifi vardır, bazı şeylerin birden çok...
her şey herkes tarafından aynı kelime ile ifade edilir.
oduna herkes odun der, aşka herkes aşk.
fakat tarifini yapacağımız şeyin somut ya da soyut olması ona yüklediğimiz manayı değiştirir.
yani odun deyince herkes odunu anlar ama aşk deyince odunlar hariç herkes kendince bir şeyler anlar.
demek ki, manayı değiştiren bir diğer husus da tarif sahibinin kendisidir.
kendisi ifadesiyle tarif edilmek istenen, idrak, kabiliyet,birikim, öncelikler, ızdırap gibi bizi kendimiz yapan her şeydir.  
bazı insanlar kendisini kendinde ararken ararken, bazısı bir başkasında kaybetmiştir.
kendisini bir başkasında kaybedenler, kendisinin bir benzeri bulunmayana kendini kendinden arayanlardan daha yakındır.
bu da başlı başına bir mezvudur.
yani tarifin başkalaşması hususunda somut-soyut tek başına etken olmadığı gibi, kendisi olmanın tarifi de kişinin ne şekilde kendisi olabildiğine bağlı olarak değişmektedir.
aynı şeyin aynı kişi tarafından değişik zamanlarda farklı farklı tanımlanması da işin bir başka boyutudur.
diğer taraftan, aynı şeyin farklı kişiler tarafından aynı şekilde ifade edildiği zamanlar da dinleyene tesiri başka başka olmaktadır
yani söz sahibinin sözkonusu şeyi ne kadar içselleştirdiği de çok mühimdir.

şimdi, buraya kadar yazdıklarımı okudum ve güldüm,
yunus geldi aklıma;
"ete kemiğe büründüm yunus diye göründüm"
o kadar çok şey söylemiş, ve hiç bir şey dememişim ki...
yazık.

bir kamyonun arkasında şöyle bir yazı vardı:
"beni dağda eşkiya soymadı, mertlik batırdı"
ah,
o adamcağız kadar mert olabilseydim
ve bu yazıyı şu kadarcık yazsaydım;

mert olalım dostlar, batsak bile
 
Serdar Tuncer.
Muhabbetle.
 


--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Sahipsiz Değilsiniz..

Sahipsiz değilsiniz
Ey yiğit kardeşlerim
Bu dava hepimizin
Yalnız size yük değil

Her hesabın üstünde
Hesap var, Muhâsip var
Zalim güçlü olsa da
Allah'tan büyük değil

Şehadet bir çağrıdır
Nesillere ve çağlara
Mesajımız evrenseldir
Geçici günlük değil

Ender Doğan -

(DUA: Ya Rabbi! Nusretini esirgeme kardeşlerimden. Yüreklerini emin, bileklerini kavi kıl. Mahzun etme, mahcup etme, melül bırakma, zalimlerin sofrasına yem etme şereflerini. Kafirlere tanıdığın mühleti kudretinle bitir. Fırsat ver kardeşlerime, İslam'ı daim, müslümanları muzaffer kıl Rabbim.

Amin.)



--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

Yokum

Yokum
 
Selalar veriliyor, ruhumun defnedilmiş yanlarına.
Yağmurda yıkanıyor, bedenimin siyaha denk düşmüş yanları
Ağıtlar yakılıyor ardımdan.
Ben toprağın ağıtında geçiyorum bendimden.
Yollar kısalıyor, kuşluk vaktinin darlığında
Bir selam salıyorum baki olan hayata
Ardıma dönüp bakacak kadar cesaretimi toplayamıyorum...
Bakmalı mıyım sahi?
Ardımda kalan dünya iken...
Göze değecek kaç yüzün var ki ey dünya?
İki gözyaşı birikiyor tabutumun kuru yanlarına...
Annemin sesini duyar gibi oluyorum, sağırlaşıyor alfabem.
Bütünleştiremediğim hoş sadam nerde diye hayıflanıyorum
Zaman yitikdi ve gün geldi bitikliğine denk düştüm...!
Vefanın cansızlığıydı ardımda bıraktığım
Yorulmamalı aslında tümceler
Hükümsüzlüğe denk düşünce hayat ne kadar harfleri birleştirip
Fiyakalı cümleler kursak da
Bu son demin son çırpınışlarından öteye geçmiyor
Yol alamıyorum, yolsuz günlerin gölgesinde...
Saltanat mimlendi...!
Hesap vakti, gelip çattı.
Sorgusuzum, sualsizim...
Yolculuk tamamlandı seferim sonlandı...
Mermer soğuk, yüreğimde yangının közleri
Toprak örtüsü birde beyaza çalan mermer örtüsü
Üzerimde yetişen gül fidesi
Soluyorum dikenlerin gönlünde
Yokum Yokum Yokum......
 
sayhadergisi. Zehra Arslan


--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

27 Şubat 2008 Çarşamba

Kendi Sesinin Yankısı

"Asırladır, belki dört beş asırdır, içine hapsedildiğimiz manevî bir zindan var..
Son dört beş sarın hesabını, her an bu manevî zindan rejimi bir kat daha ağırlaşmış olarak, böyle bir hapis haline icra edebiliriz. Asırlardır zindandayız! Neyin? Hangi halin zindanıdır bu?..
Bir türlü hakikate ulaşamamanın, dünyanın en şaşaalı oluşundan sonra, o oluşun aşkını kaybetmenin, birtakım hayallere kapılmanın, yapamamanın, edememenin, erişememenin, üstelik erişmekten alıkonulmanın muazzam zindanı...
Evet, üç dört asırdır, en kuvvetli karakteriyle 150 senedir, en bariz ifadesiyle de 50 yıldır, kısaca ve topluca, Tanzimat'tan bugüne kadar bir manevî zindan içindeyiz. S
anki gözlerimizi çıkarmışlar, yerine, uydurma bir dünyanın çizgileri nakışlı, takma gözler takmışlar... Bu zindanı açmanın, bu zindanın kapısını aralamanın tek çaresi; bize onu hediye eden, bir külah gibi giydiren sahte kahramanları anlamaktır."
 Necip Fazıl Kısakürek


--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A

26 Şubat 2008 Salı

[İslami Eğitim Şart!] Mevlâna'nın Namaz Değerlendirmesi, Mesnevî'den...

Mevlâna'nın Namaz Değerlendirmesi, Mesnevî'den...

Namaza tekbir getirip başladıklarında, kurban misali bu alemden çıktılar. Çünkü imamın 'Allahü Ekber' demesinin manası şudur:

- İlahi! .. biz senin huzurunda kurban olduk!...

O sırada beden İsmail, can da İbrahim (sav) gibidir ki can, bedenin heva ve hevesini kesmek için tekbir getirmiştir.

İşte o zaman beden, şehvetlerden ve hırslardan ölüp kurtulmuş, kul namaza başladığında :

- Bismillâhirrahmânirrahim, diyerek boğazlanmıştır.

Namaz kılanlar kıyamet gününde Allahu Teâla'nın huzurunda nasıl ki saflar halinde duracaklar, aynen o şekilde nefislerini hesaba çekerek, Rablerine yalvararak gelirler.

Allah'ın huzurunda göz yaşı dökerler. Kıyamet gününde kabirden kalkıp mahşer yerinde dikilir gibi namazda kıyam ederler. Cenab-ı Hak onlara şöyle der :

-Sana verdiğim süre içinde ne kazandın, bana ne getirdin ?
-Ömrünü hangi amelde bitirdin ?
-Rızkını ve kuvvetini hangi işte tükettin ?
-Gözünün cevherini nerede eskittin ?
-Beş duyu organını nerede kullandın ?
-Sana bel ve kazma gibi el, ayak verdim. Ben onları kendi lütfum ile bağışlamıştım. Ne oldular ?

Onlar bu halde iken sorular ardı ardına gelir. Soruya muhatap olan utancından iki kat olup rüku halini alır. Zira utandığından ve ayakta duracak hali kalmadığından, Allahu Teâla'yı tesbih eder :

-Sübhane Rabbiyel Azim, der. Cenab-ı Hak :

-Ey Kulum ! Başını kaldır da sorularıma cevap ver, diye ferman eder.

Kul mahcup bir halde başını kaldırır ama ayakta duramaz.Hemen secdeye kapanır. Bu kez ona :

-Secdeden başını kaldır, yapmış olduklarını anlat, denir.

Fakat kul, mahcup olarak başını secdeden bir ara kaldırsa da duramaz. Hemen yüz üstü kapanır. Cenab-ı Hak tekrar :

-Başını kaldır ve açıkla! Yaptıklarından birer birer hesap soracağım , buyurur :

İşte bu heybetli hitaplar o kulun ruhuna tesir eder. Artık ayakta duracak hiç hali kalmamıştır. bu ağır yükün tesirinden dolayı ayakları üstüne otura kalır. Cenab-ı Hak bu halde iken ona :

-Anlat şu halini! Sana nimet vermiştim. Nasıl şükrettiğini söyle. Sana sermaye vermiştim, nasıl tükettiğini göster !..der.

Ve....Kul, bir çıkış yolu bulabilmek için sağ tarafına selam vermek üzere, nebilerin ve meleklerin bulunduğu tarafa yönelir :

-Esselâmu Aleyküm Ve Rahmetüllah, der.

Bunu yapmakla, 'ey manevî rehberler! ..Şefaat ediniz ki bu kötü kuşun ayağı ve dili çamura batmış, kurtulsun' demek ister.

Onun bu sözü üzerine peygamberler ona şöyle der :

-Biz dünyada iken sana çare idik. Orada salih amellerde bulunmadın. Şimdi vakitsiz öten kuş gibisin. Ey talihsiz kişi !.. Git, kanımıza girme.

Onlardan bir fayda göremeyen kul, bu kez sol tarafa aile ve yakınlarının bulunduğu tarafa, soluna yönelir :

-Esselâmu Aleyküm Ve Rahmetüllah, der. Onlar da :

-Sus !.. Bizden yardım isteme. Biz kim oluyoruz ki sana yardım edelim.Bizden el çek, derler.

Zavallı ne o taraftan ne de bu taraftan bir fayda görür. Ruhu çaresiz kalır: Kalbi parça parça olur. böylece ümitleri tükenmiş bir halde Allahu Teâla'ya yalvarmak için ellerini yukarı kaldırır :

-Ya Rabbi!.. Artık ümidim kalmadı. Sığınacak tek kapım sensin. Senin rahmet ve mağfiretinde son yoktur, der."
--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.  
Serhat ERDEMLİ

Her kul aşkıyla doğar

Her kul aşkıyla doğar

Güçer Kafa

Hey gönül hey! Sık dişini az kaldı… Yakındır yâr perçeminde gölgelenişimiz. Murâdın ayak sesiyle uğuldayan duvarlar, kavuşmak üzre Hak'ka yalvardığın demlerin yankısıyla şenlenir artık…
Bahtın kara giymeye merak edişine karşı gözümüzü kararttık…
Duy gönül duy! Vakit kavuşmak vaktidir gayrı… Hem… Olmaz böyle yârdan ayrı!
Şafak sökerken gözlerine dolan hayalin en tatlı yerinde, titreyip doğrulduğun yatağından, Besmeleyle kalkıp seccadenin üzerinde aşkın hakikatini gösterene şükür ettiğin demlerin hatırına… Vuslat bir karıştan daha yakın bir vadeye layık görüldü. Ve sen deli gönlüm… Sen ve senin o yılgınlık tanımaz yelelerin… Cânânın bir çift kuğu kadar beyaz ve nazenin elleriyle örüldü…
 Zafere koşan atların toynak sesinden ilham alan saatler, sabır ikindilerinde yâr diyerek çırpınır hâlâ…
Tamam, gönül tamam… Sabır dergâhında yudumladığın uzleti bozmayayım… Pekâlâ!
…/…
Meçhul diyerek âlemi dolaştığım zamanlarda… Fani dünyanın fani kurallarınca meçhuldü yâr…
Lâkin bildik ve tanıdıktı. Şundan ki; tâ Levh-i Mahfuz'da… Ruhların imtihan dünyasına gitmek üzre sırasını beklediği o ilahi koridorda… Şu an sahip olduğumuz aklın izah etmeye yetmeyeceği bir zaman ve mekân kavramının kuşattığı o yerde…
Nur süvarilerinin ayak izinden aheste adımlarla yürürken…
Tam dokuz adım gerimde, bir gonca salındı. Fecrin ılık rüzgârından ilham aldığı belli buğulu nazarından içime süzülen sevda cevherinin, her zerremde bir ihtilâl misali fırtına koparışını nasıl tarif edeyim?
O ân aşkın billur kelepçeleriyle bağlandık birbirimize…
Dünyaya inmek üzere "Kün!" emriyle birlikte anne rahmine düşerken, gözüm arkada kaldı.
Yâr ile ayrı kalmak pek incitti yüreciğimi…
Fani elbiselerimin içerisinde gezdirdiğim âşık ruhumu, nihayetinde kavuşmayla taçlanacak bir arayışa sevk etmemin yegâne sebebi de bu idi. Nerede, ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla onu bulacağımı bilmeden aradım. İşte bu sebeptendir ki a gönül! Hayalimde açmaya tereddüt eden goncanın ipek saçlarını "Aşkım!" diyerek taradım.
Yıllar yıllara ulanıp, ruhum hasretin amansız girdabında bulanırken… Her nefeste yâr, varlığıyla dilime dolanırken…
Şiirlerin sırtına "Gel!" diyerek fermanlar ekledim. Bilmem kaç mevsim o canlar canının yolunu bekledim.
Fuzuli Dedemin sır dolu beyitleriyle biledim aşka âşık ruhumu…
Baki'nin yâr diyerek dudağı yarılmış divitinden sebat devşirdim. Nedim gibi şuh itirazlarım da oldu Yedi Tepe akşamlarına…
Şeyh Galip töresince suda yürüdüm bir vakit… Aşk, özümde mayalanıp kıvamına ermeye başladıkça… Yaklaştığımı müjdelediler, her bahar yârdan haber getiren turnalar. Sabır oldu her nefesim, sabır kesildi her adımım, sabır akıttı su içtiğim çeşmeler ve avuçlarımı okşayarak dökülen sabırla doldu kurnalar…

Bir İstanbul ikindisine saklandığını sezdim sonra, ezelden beri beklediğim İlahi randevunun…
Kalemimden alev püskürttüm Der-Saadet semalarına…
Ola ki yâr görür de unutmadığımı ve yana yakıla onu aradığımı sezer diye…
Üstelik mehtabı tellal ettim Boğaz'ın lacivert sularında salındığı geceler…
Avaz avaz bağırttım mehtabı, "Kim demiş âşık gönül bezer" diye…
Yârin duyacak takati oluncaya kadar nidâmla kuşattım ak sayfaları… Sırrımı bilecek olana âşikâr etmek derdiyle dile düştüm. Dile düşmeden güle düşülmezdi. Bülbül tavrımı yeren bakışlara inat, en tiz perdeden haykırdım aşkımı… Yâr destur vermedikten sonra aşk yükü bölüşülmezdi. Evvelâ bölüştük ve dahi sonra gülüştük…
Vuslat omzumuza konmak üzre alçalır oldu manilerin tel örgülerle kuşattığı göklerden…
 Ve muradın bereketli dallarıyla müsemma ağacı, su dilenir oldu naz yapmaktan imtinâ etmeyen köklerden…
Şimdi baharı geldi ömrün… Söylesene a gönül…
Ben nasıl edeyim de sus-pus oturup, sabır ile o mukaddes anı bekleyeyim. Ben bülbülüm a gönül… Ben bülbülüm… Ben şeyda çığlığımla "Güüüüüüüüllll!" diye inletmezsem gökkubbeyi, aşk ehli sır sahiplerinin indinde, itibarım kalır mı? Kalmaz!
 O sebepten hey benim deli gönlüm… Biraz daha delir de, kavuşmak menzilinde, gemi azıya almış ruhumun saçaklarına tutunup kerevete çıkalım… Maniler dağ kesilse de önümüzde, korkma! Aşk ile vurduğumuz bir fiskede yıkalım…
…/…
Aşkı bilmeyene tuhaf gelir sözümüz… Gönül… Aşkı bilmeyen, bizim bu kelâmımızın cebinde sakladığı merâmı da çözemez! Unutma, ey yâr için yardan attığım deli gönlüm! Yâr dediğimiz gökte hilâldir ve naz ederek salınır. Biz dahi yıldız olduk o yâre… Unutma! Gök, siyah kadife kaftanını giydiği vakit, hilâl, yıldızsız gezemez! Bundan gayrı söze ne hâcet… Yâr hilâlim olmuş ya, Hak emriyle helâlim de olacak işte…
Gözüm kapıda, kulağım kirişte
 


--
```````````````````````````````````````````````````````````
Tebevolum
Enebihebbek
Everything for him
``````````````````````````````````````````````````````````

http://www.youtube.com/v/5uO5ueLr65A