30 Nisan 2008 Çarşamba

Mistik: Küçük, Korkak Farecik


Kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardı
Rabbisine yalvardı: "N'olur beni kedi yap!"
Rabbisi onu bir kediye dönüştürdü.
Fare, kedi olunca rahatladı mı?
Hayır! Bu kez köpeklerden korkmaya başladı.
"Beni köpek yapar mısın?"
Rabbisi onu bir köpeğe, köpek olunca kaplanlardan korkunca kaplana dönüştürdü.
Kaplan olunca da avcılardan korkunca Rabbisi seslendi:
 
Vücutları ben şekillendiririm, ama yürekleri size bırakırım.
Korkunun kaynağının vücudunun şekli olduğunu sanıyordun. Gördün: değilmiş.
Vücudun benim elimde.
Ama yüreğin ise senin elinde.

 
 İnsanların çoğu sevmekten korkuyor;
güvenmekten korktuğu için.
 
Düşünmekten korkuyor;
sorumluluktan korktuğu için.
 
Konuşmaktan korkuyor;
eleştirilmekten korktuğu için.
 
Yaşlanmaktan korkuyor;
gençliğin kıymetini bilmediği için.
 
Unutulmaktan korkuyor;
dünyaya iyi bir şey vermediği için.

 
Ve ölmekten korkuyor;
hayatını değerlendirmeyi bilmediği için.
 
Masal: Anonim/uyarlama, Şiir: Sheakspeare

VAKİT GAZETESİNDEN ÇOK SERT AÇIKLAMA GELDİ

VAKİT 'TEN ÇOK SERT AÇIKLAMA GELDİ

 
Bursa'nın Mudanya İlçesi'nde, 14 yaşındaki B.Ç.'ye 'cinsel istismar'da bulunduğu iddiası ile gözaltına alınıp nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak hapse koyulan yazar Hüseyin Üzmez hakkında köşe yazısı yazdığı Vakit Gazetesi'nden açıklama yapıldı.

Gazetenin yayın kurulundan yapılan açıklamada, Hüseyin Üzmez'in gözaltına alındığı günden beri, Üzmez'in şahsında Vakit Gazetsi tüm mütediyyin insanları hedef alan karalama kampanyaları ve maksatlı yayınların yapıldığı belirtilirken, "Ne yanlışa sahip çıkar, ne de komploya boyun eğeriz" denildi.

Açıklamasında Aydın Doğan medyasını hedef alan Vakit'in açıklamasında,  "Böyle bir suç işlendiğinde; ölçümüz, Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed'in (sav); "Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa, elini keserim" şeklindeki ilkesidir." denilirlen, işlendiği iddia edilen eylemin Hüseyin Üzmez'in  "şahsi suçu" olduğu, Vakit Gazetesi ile hiçbir ilgisinin bulunmadığının altı çizild
 
. İşte Vakit'in yaptığı açıklama:

NE YANLIŞA SAHİP ÇIKAR,
NE DE KOMPLOYA BOYUN EĞERİZ


26 Nisan'dan bu yana, Hüseyin Üzmez'in şahsında Vakit Gazetesi ve Vakit Gazetesi'nin şahsında tüm mütedeyyin insanları karalama maksatlı yayınlar herkesin malumudur.

Vakit Yayın Kurulu olarak, bu vesile ile şu hususları kamuoyuna duyurmayı bir borç bilmekteyiz.

Görsel ve yazılı medya, Hüseyin Üzmez üzerinden Vakit Gazetesi ve hatta tüm mütedeyyin insanları suçlayıcı yayınlara devam etmektedir.

ÖRNEK; PEYGAMBER EFENDİMİZ

Üzmez'in suçu henüz kesinlik kazanmamıştır... Buna rağmen, biz bu fiili tasvip etmediğimizi defalarca deklâre ettik... Böyle bir suç işlendiğinde; ölçümüz, Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed'in (sav); "Hırsızlık yapan kızım Fatıma da olsa, elini keserim" şeklindeki ilkesidir. Eylem tasvip edilmediği müddetçe; "fail"in yakınlarının ve çalıştığı kurumun o eylemden sorumlu tutulması mümkün olamaz!..

SUÇ KİMİNSEE SUÇLU ODUR

Evrensel hukukta, "suçun şahsiliği" ilkesi esastır. "Fail" kim ise, "eylem" sebebiyle sadece o suçlanabilir ve o cezalandırılabilir.

Eylemin; HüseyinÜzmez'e, "şahsi suç" olarak atfedilen bir "iddia" olduğu, Vakit Gazetesi ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı ortadadır!.. Buna rağmen; ısrarla "Vakit Gazetesi"nin ve mütedeyyin insanların suçlanmaya kalkışılması, olayın "maksatlı" olduğu tezini güçlendirmektedir.

ADI KÖTÜYE ÇIKMIŞ KADIN!

Şu ana kadar Hüseyin Üzmez aleyhine delil olarak küçük kızın karakol beyanlarından başka bir bilgi yoktur. Bu kız da; "adı kötüye çıkmış bir kadın"la dolaştığı için, olaydan iki gün önce babasından "dayak" yiyen ve bu sebeple karakolluk olan bir kızdır. Dolayısıyla o kızın beyanlarının ne derece sıhhatli olduğu şüphelidir.

Kaldı ki; adı geçen kızın, tutuklama sonrasında kendi öz babasına ve teyzesine, olayın gerçek olmadığını açıkladığı tarafımızca bilinmektedir.

ALNIMIZ AK BAŞIMIZ DİK

Tüm bu süreç sonrasında, Hüseyin Üzmez hakkındaki iddiaların, tüm yönleriyle açıklığa kavuşmasını bekliyor, Vakit Gazetesi olarak da; alnımızın ak, başımızın dik olduğunu tekraren kamuoyuna duyuruyoruz..

Biz; duruşunu, güvenilirliğini tüm kamuoyu nezdinde ispat etmiş bir gazeteyiz.

VAKİT'E SALDIRANLARA NE KADAR GÜVENİLİR?

Peki; Üzmez üzerinden Vakit Gazetesi'ne saldıranlara ne derece güvenilir?

Onlar; "porno" yayından kesinleşmiş mahkûmiyeti olan "sabıkalı bir patron"un, halen emrinde çalışan gazeteciler (!) değil midir?

Onlar; Etibank'ı hortumlayıp, bir şekilde kendilerini çete suçundan sıyırıp, bir başka patronun kontrolünde yayınlarına devam eden gazeteciler (!) değil midir?

Onlar; patronlarının "banka hortumu"na sessiz kalan, fakir fukaranın üzerine milyarlarca dolarlık borç yıkan, hatta patronları tutuklandıktan sonra bile, ona destek yazıları yazan, destek haberleri yapan gazeteciler (!) değil midir?

ONLAR; TRT'Yİ DOLANDIRANLAR

Onlar; TRT'yi dolandırma suçundan yargılanıp mahkûm olan, basın kartı hamili sözde gazeteciler değil midir?

Eşi dışında bir kadın ile yatak sahneleri internet sitelerinde halen yayında olan, üstelik o görüntülerdeki "sadistçe" fiilleri apaçık ortada iken, bu sadistleri ana haber bülteni sunması için büyük transfer bedelleri ile kanallarına getirenler, onlara program yaptıranlar kimdir?

Toplumun ahlâkını bozmak için özellikle sübvanse edilen; kağıt bedelinin bile altındaki bir fiyatla satılan ucuz gazetelerinde "Aldatan kadınlar" başlıkları ile tam sayfa "zina dizi yazıları" yapanlar kimdir?

ARKA SAYFA GÜZELİ PAZARLAYANLAR KİM?

Çıplak kadın fotoğraflarını "arka sayfa güzeli" adı altında pazarlayanlar kimdir?

Zina suç olmasın diye kampanya başlatıp, "hayvanlar gibi özgürce sevişmek" isteyenler kimlerdir?..

Devletin anayasal düzenini değiştirme suçundan gözaltına alınıp, 83 yaşında olması dolayısıyla, 15 günde bir imza verme şartı ile salıverilen ve bu suç sebebi ile yurtdışına çıkışı yasaklanan başyazarlarına, bu suçlamadan aklanmadan başköşelerini açanlar onlar değil midir?

Çete sanığı başyazarlarını; tebriklerle, kutlamalarla, alkışlarla göklere çıkaranlar onlar değil midir?

VAKİT FARKI BUDUR

Bizim ölçümüz, "fasıklardan gelen habere itibar etmemek"tir. Bu ölçü gereğince; biz ortalığa saçılan haberlere ihtiyatla yaklaşacak ve olayın tamamen açıklığa kavuşmasını bekleyeceğiz.

"İddia"lardan bu yana HüseyinÜzmez'in tek bir yazısı bu gazetede yayınlanmamıştır.

Ama sadece Üzmez'i değil, onun üzerinden topyekûn bir camiayı suçlayanlar, "pornodan mahkûm olan patron"un emrinde, halen yazı yazmaya, gazetecilik (!) yapmaya devam etmektedirler.

İşte Vakit'in farkı budur.

Vakit; henüz netleşmiş bir durum olmamasına rağmen, Hüseyin Üzmez aklanıncaya kadar onun yazılarına ara vermiş ve suçu sabit görüldüğünde "yollarını ayıracağını" deklâre etmişken, onlar hortumcuların kontrolünde gazete çıkarmaya devam etmekte hiçbir beis görmemektedir.

Vakit, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da "inananların yüzakı" olma misyonunu sürdürecektir.
İnananların gören gözü, işiten kulağı, haykıran sesi olmaya devam edecektir.

Bomba koydurarak, kaleşnikofla taratarak, çete reisine iftira ettirerek, 28 Şubat sürecinde 400 polisle baskın yaptırarak susturulmak istenen sesimiz, Allah'ın izniyle bundan sonra da gür bir şekilde çıkmaya devam edecektir.

Hiç kimsenin yanlışına sahip çıkmayacak, ancak komplolara da boyun eğmeyeceğiz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur."

Aidiyeti kabullenmek ve savunmak.

Sağcı bürokratlar neden daha korkak olur?

Ne zaman "sağ"dan "sol"dan bahsetsem mutlaka yazının bir yerine şöyle bir ekleme yapmak zorunda hissediyorum: "Aslında ne bizdeki sağa sağ denebilir ne de sola sol denebilir; lâkin kabataslak bir tasnif için bu terimlere ihtiyaç duyuyorum." Doğrudur. Bizdeki sağ dünyadaki sola benzer; bizdeki sol da dünyadaki sağa.

Neyse konumuza dönelim: Acı tecrübeler sonunda görünen o ki bizdeki "sağcılar", "solcular"a göre daha çekingen, daha ezik, daha pısırık; hatta daha korkak olur. En alt seviyedeki devlet memurundan öğretim üyesine, siyasetçisinden yüksek yargı üyesine kadar bu böyledir. Cesurlarına bir şey demem. Aslan yürekli müstesnalar da vardır; amma genelde sağcı memur ve bürokratlar bir koltuğa oturmayı ve orayı belli bir periyot içinde işgal etmeyi aslî vazife sayar. Buna bir de "hassas dengeler"i ekler ve oturduğu koltuktan kalkıp bir adım atması gerektiğinde yüreciği güvercin kalbi gibi kıpraşır durur. Oysa aynı yere "sol görüşlü" bir memur, yönetici, bürokrat gelir ve yer yerinden oynar. Pısırık solcu devlet görevlisi yok mudur? Vardır elbet; ancak bu kişilerde "devletin/rejimin aslî sahibi olmak" gibi derin bir iddia vardır. Bu, cesaret pompalayan bir duygudur. Hele adam "eski tüfek solcu" ise, valla, katar karıştırır; "militan demokrasi"den bahseder, "jakoben olmak zorundayız" der, "habis ur, vampirler" gibi tabirlerle bir dünya insanı suçlar, mahkûm eder...

Sandıktan zaferle mi çıktınız; bunun hiçbir önemi yoktur sol için. "Yüzde 97 oy bile alsanız" adamın umurunda değildir. Kanun, nizam, adalet, fazilet... "Geç bunları" dercesine çifte standartın ar damarını çatlatır ve "çoğunluğun zorbalığı"ndan dem vurur. Aslında yapılan basbayağı "azınlığın zorbalığı"dır. Başörtüsü der baskı kurar, Kur'an kursu der baskı kurar, Kutlu Doğum der baskı kurar ve "mahalle baskısı" feryadıyla tersten baskı ağları örer. Sağ iktidarlar, "kadrolaşma" iddiasıyla ecel terleri döker; aslında olmayan bir "kadro" üzerine koparılan bir gürültüdür bu.

Belki de şapka çıkarmak lazım "solcular"a, "Kemalistler"e, "laikçiler"e, "sosyal demokratlar"a vs. Baykal kürsüye çıkıyor, Kur'an'dan ayet okuyor, Ebu Yusuf'tan, İmam-ı A'zam'dan fıkhî deliller getiriyor. Sonra kalkıp "Din de bizim, ..." diyor. Söylediği sözleri yazın bir kâğıda, altına Tayyip Erdoğan ya da Devlet Bahçeli imzasını atın; seyredin gümbürtüyü o zaman. Baykal bunu neden yapıyor? Demek istiyor ki "Ben ayet de okurum, hadis de. Tefsir de yaparım, fıkhî yorum da; ama sen aynı şeyi ya-pa-maz-sın!"

Sözgelimi hukuk dünyasına bakın ve laikçi, Kemalist, ulusalcı vs. diye bilinen hukukçulardan aklınızda kalanları bir çırpıda sıralayın; Yekta Güngör Özden, Nuh Mete Yüksel, Önder Sav, Vural Savaş, Sabih Kanadoğlu... Tarafsızlığın çok önemli olduğu hukuk alanında, bir tanecik "sağcı, milliyetçi, muhafazakâr" diye tanınan insan var mı şu saydığım isimlere denk? Yok! Çünkü "sağcılar" devletin aslî sahibi gibi görmüyor kendini. Tamam; devletini seviyor, hatta uğruna ölümü kutsal bir vazife gibi görüyor. Ancak geldiği makamı "liyakat"le özümseyemiyor ve kendini hep iğreti olarak görüyor. Bir makama gelir gelmez "medyaya şirin görüneyim" diye göbeği çatlıyor. Asker-sivil bürokrasiden azar yememek için adeta tek ayak üstünde bekleyenler var. Halbuki devlet herkesin devleti, ne "solcu"nun babasının malı ne "sağcı"nın. Hiç kimse kendini rejimin bekçisi gösterip terör estiremez. Hiç kimse de geldiği makama emanetçi ürkekliği ile yaklaşıp oturduğu koltuğun altında ezilmemeli. Bu ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan sağcılar pısırıklığı bir kenara itip katılımcı demokrasinin özgüven basamaklarını tırmanmadıkça bu ülke eşitlikçi bir demokrasiye ulaşamayacak. Makamlar, mevkiler bugün var, yarın yok; adınız tarihe ödlek diye de geçebilir, cesur yürek diye de. Yeter ki kalbiniz ülke sevgisi, millet saygısıyla dopdolu olsun!..


--
Türk Milletinin üzerine çökmüş karabasan giderek çözülmekte ve zayıflamaktadır. Hainlerin planları bozulmakta, figüranları sürekli açığa düşmektedir. Milletin rağmına sürdürülen derin yolculuk sona yaklaşmıştır. Millet artık egemenliğine, iradesine sahip çıkmaktadır.

http://dava-vatan.blogspot.com/
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Web Sitemiz : http://www.gencmusalli.com
Blogumuz     : http://gencmusalli.blogspot.com
                       http://islamiegitim.blogspot.com
                       http://dusunceufuklarinda.blogcu.com
                                                                                   Hasan Ahmet Evliyaoğlu

Mistik: Çocuğunuzu Kendinizden Nefret Ettirmenin Yolları

Niyetinin ne olduğuna bakmaksızın, en ufak kabahatini bile ceza ile karşılayın.

Böyle davrandığınız takdirde başarıya ulaşacaksınız.

 

BİRİNCİ HİKÂYE
 

            Küçük Ümran, evlerinin önündeki rengârenk çiçeklerle süslü bahçeye girdi. Yüreği sevinçten hopluyordu. İçinden; "Annem menekşeleri sever. Şimdi bu menekşeleri demet yapıp götürsem kimbilir ne kadar sevinir. Kızım beni hatırlamış diye yanağıma bir teşekkür öpücüğü kondurur." diye geçirdi.

            Bu mesut hayal içinde, bir avuç menekşe topladı. Onları, küçük elleriyle tek tek bir araya getirip demet yaptı. Anneciğini daha çok memnun etmek için mutfağa koştu. Raftan bir bardak aldı. Çiçek demetini içine yerleştirdi. Sonra su ilave etti.

            Sevinçten zıplayarak mutfaktan çıkarken elindeki bardak kaydı, yere düşüp param parça oldu. Çiçekler etrafa saçıldı. Annesi, yandaki odadan, kırılan bardağın sesini duymuş, dışarı fırlamıştı. Küçük Ümran korkudan ne söyleyeceğini bilemedi. Anne, yerdeki cam kırıklarını görünce hiddetinden gözleri yuvalarından fırladı. Küçük kızın niyetini merak bile etmeden tokatı patlattı. Kızcağız neye uğradığını şaşırmış, can havliyle yalvarıyordu. Kızgınlığı hâlâ geçmemiş olan insafsız kadın, bağırarak söylenmeye devam ediyordu: "Seni eşşek seni, bak kırdın canım bardağı! Senden çiçek isteyen mi oldu?"

            Takdir ve öpücük beklerken, tokat yiyip üzerine de bir araba azar işiten küçük Ümran'ın, annesine çiçek hediye etiğini bir daha gören olmadı.
 

 

Çocuğunuzun size karşı kin beslemesini temin etmenin birçok yolu vardır.
Biri de onun hislerine kıymet vermemektir.

 

İKİNCİ HİKÂYE
 

            Güzel Leman'a babası oyuncak bir mutfak takımı almıştı. Pırıl pırıl parlayan bu küçük mâdeni kapları çok sevmişti Leman. Ona bundan daha güzel bir hediye verilemezdi.

            Mutfak takımına kavuştuğu gün sevincine diyecek yoktu. Onları yıkamış, kurulayıp kutusuna yerleştirmişti. Arkadaşları kendisini ziyarete geldikçe mutfak takımlarını çıkarır, onlara yemek pişirir, ziyafet verirdi. Kardeşi Kemal, sık sık oyunlarını bozuyorsa da Leman fazla ses çıkarmıyordu. Bir gün ablası okulda iken, kardeşi onun mutfak takımlarıyla oynamak istediğini söyledi. Babası da verdi. Kemal, oyuncakları kıskanmıştı. Niyeti oynamak değil, ablasının oyuncaklarına zarar vermekti. Nitekim oynuyormuş gibi yaparak bardaklardan birini ayağı ile ezdi.

            Leman, eve gelip mutfak takımının dağılmış olduğunu görünce heyecanlandı. Onları düzeltmek isterken ezilmiş bardağı farketti. Üzüntüden gözlerine iri yaş taneleri doldu. Annesi, oyuncakları Kemal'e babasının verdiğini söyleyince sesini çıkarmadı, acısını kalbine gömdü. Ertesi gün iki tabak daha aynı âkıbete uğrayınca Leman dayanamadı. Ezilmiş bardağı ve tabakları alıp babasına koştu:"Babacığım, görüyor musun, Kemal oyuncaklarımı ne hale getirmiş!" dedi ve ağlamaya başladı. Babasının cevabı ne oldu biliyor musunuz? "Ne olmuş yani? Onları sana ben almadım mı? Hem şimdi çok meşgulüm, oyuncaklarınla uğraşacak vaktim yok."

            Kendisi için çok değerli olan oyuncaklarının ezilmiş olmasına aldırış etmeyen bu kâlpsiz babaya karşı Leman'ın içinde bir şeyler koptu. Aradan bir hafta bile geçmemişti ki küçük kızın pembe yanakları soldu, eski neş' esini kaybeti. O olaydan sonra, babasına sevgi ile baktığı görülmedi.
 

 

ÜÇÜNCÜ HİKÂYE
 

            Çocuklarına karşı ilgisiz davranan bir baba daha tanımıştım. İşleri yolunda gittiği zaman sabrına diyecek yoktu. Ne kadar gürültü yaparlarsa yapsınlar aldırmaz, birbirlerine küfür dahi etseler ses çıkarmazdı.

            Fakat bir de bu adamı işleri aksi gittiği zaman görmeliydiniz; yanardı ev halkı. Ufacık bir gürültüleri çıksa eline geçen şeyi fırlatır, etrafına küfürler savururdu. Onu bekârlığından tanıyan arkadaşları, böyle hiddetlendiği zaman çay bardaklarını kırdığını, hırsını alamayınca gidip köpeğini dövdüğünü söylüyorlardı. Aynı adam, şimdi öfkelenince köpeğinin yerine çocuklarını dövüyordu. Sorarım size, böyle bir babayı hangi çocuk sevebilir?

 
 
DÖRDÜNCÜ HİKÂYE
 

            Bir anne, erkek kardeşine dert yanıyordu;

            "Şu inatçı kızım Betül kadar fenâ bir çocuk dünyaya gelmiştir. Biraz bağırsam veya kulağından çekmeye kalksam, köpek gibi sırtarıyor, bazan ısıracakmış gibi üzerime yürüyor. Ne olursun, bana bir akıl ver, bu çocukla nasıl başedeceğim?"

            Ablasını sabırla dinleyen kardeşi, bu kızı kendisine teslim etmesini söyledi. "Betül bir müddet bizde kalsın" dedi. Kadın, önce kardeşinin şaka yaptığını zannetti. Fakat ciddi olduğunu anlayınca çok sevindi. İçinden, "Çok şükür bu belâdan bir müddet için olsun kurtulacağım" diye geçirdi. İnatçı kızı dayısına teslim etmeden evvel konu komşusunu yemeğe davet etti. Üç çocuğunun da misâfirlerle beraber yemeğe oturmalarına müsaade etti.

            Dikkat edildiği zaman, Betül'ün diğer iki kardeşinden daha az güzel olduğu farkediliyordu. Annesinin onu giyindirirken fazla özenmemiş olması, kızcağızı olduğundan da çirkin gösteriyordu. Yemek boyunca, misafirlerin ilgisi diğer iki çocuk üzerinde yoğunlaşmıştı. Betül içine kapanık bir çocuktu. Diğerleri gibi etrafını güldürmek için birşeyler yapmaktan hoşlanmıyordu. Üstelik kalabalık karşısında fazla konuşmaya da alışık değildi. Bütün bu özellikler de eklenince, aptal bir çocuk gibi görünüyordu.

            Annesi, ilgi toplayan iki kızını övmeye başlayınca, Betül'ün biraz daha solduğu farkeden dayısı bu hale çok üzülmüştü. Zavallı kızcağız bu sıkıntılı havaya daha fazla dayanamamış, annesine nefret dolu bir bakış fırlatıktan sonra, yemeğini çarçabuk bitirip masadan kalkmış, çıkarken de o sinirle, kapıyı hızla kapatmıştı. Misâfirlerine karşı çok mahçup olan anne, erkek kardeşine döndü;

            "Gördün mü, yanına almak istediğin küçük canavarın mârifetini!"

            Kardeşi ablasına cevap vermeye lüzum hissetmeksizin masadan kalktı, salondan çıktı. Bitişik odaya geçip bir kanepeye boylu boyunca uzandı. Kadın, peşpeşe gelen bu iki hâdiseden etkilenmişti. Dayanamayıp kardeşinin arkasından gitti. Onu böyle uzanmış görünce, bunun ne demek olduğunu sordu. Kardeşi "Beni yalnız bırak,  zâlim anne!" dedi.

            Ablası hayretini gizleyemediği bir sesle cevap verdi; "Misafirlerin yanında kapıyı çarpıp çıktığı için onu dövmedim diye mi zâlim oluyorum?"

            "Evet, sen zâlim bir kadınsın! Betül'ü âsi bir çocuk yapan sensin."

            "Seni hiç anlayamıyorum abla. Betül'ü öbür kardeşlerinden ayırdediyorsun. Onu diğer ikisi kadar sevmiyorsun. Diğerleri kadar güzel değil diye mi ondan sevgini esirgiyorsun? "

            "Söyler misin bana; ondan utanıyor musun yoksa? Betül, hiç de zannettiğin gibi hissiz,  inatçı bir kız değil. Onu bu hâle sen getirmişsin. Çocuğa işkence ediyorsun. Sözün kısası ablacığım, onu hemen ve tamamen yanıma alıyorum. Onun ne hassas, ne zekî bir çocuk olduğunu sana ispat edeceğim."

            Abla bu eleştirilere cevap vermedi. Bu başbelası kızdan bir an evvel kurtulmak istiyordu, o kadar!..

            Dayısı, hakikatten de dediği gibi yaptı: onu yanına aldı, yeni elbiseler yaptırdı, yakın bir ilgi ve şefkat gösterdi. Betül de onu muhçup etmedi. Daha aradan iki sene bile geçmemişti ki onu görenler tanıyamadıklarını söylüyorlardı: inatçı, çirkin, aptal kız gitmiş, yerine akıllı uslu, güzel ve zekî bir kız gelmişti.
 
 
C.G.Salzman, Crab Book, Timas
--
PRIMUM NON NOCERE
http://ismetsoner.spaces.live.com
http://groups.google.com.tr/group/bursaforum
(Kızgınlıkla karar almayın, mutluluktan uçtuğunuzda söz vermeyin. İkisi de sarhoşluk ânıdır, akıl başta değildir)

Kadın erkeğe sevişme teklif edebilir

Yazar Emine Şenlikoğlu, bugüne kadar hiç konuşulmayanları konuştu.


Ne zaman kapandınız ya da çarşaf giydiniz?

23 yaşında kapandım. Kapandım derken, çarşaf giydim. 23 yaşına kadar kulaklarımı kapatıp, arkadan bağlanan türban takıyordum. Bone gibi kullanıyordum türbanı. İçimde Allah"a karşı bir ilgi hep vardı. Ama kötü müslümanları görünce, bunu Allah"a, dine mal ederdim. Bir bilinçsizlik vardı.

Ergenlik döneminde sevgiliniz, flörtünüz var mıydı?

Bizim dönemimizde şöyle bir inanış vardı; bir kız, birisini sevebilir ama o kızın birisiyle konuşması demek, onun kötü yola düşmesi demektir. Babamın böyle bir eğitim tarzı vardı. Gönül verme işi olabilir ama gezme, tozma, konuşma olamazdı.

Buna katılıyor musunuz?

Aslını sorarsanız İslam"da kişi sevebilir, ama flört çiftleri yıpratıyor. Kimse bunun farkında değil...

Evleneceğin ya da aşık olduğun insanı tanımanın ne zararı olabilir ki?

Tanımaya çalışmak, flörtün durumuna bağlı... Nişanlıyken birkaç kez eş adayının eve gelip gitmesi başka, gezme, tozma başka. O gezme dönemindeki heyecanı, evlendiğin zaman bulamazsan, çiftler birbirinden soğuduğunu düşünüyor ve "Demek ki bizim sevgimiz kalmadı" diyerek boşanıyor. Halbuki alakası yok. Dolayısıyla ben, babamın bu yönünü takdirle karşılıyorum.

BEYİMİN GÖZ RENGİNİ İMAM NİKAHINDAN SONRA GÖRDÜM

Kaç yaşında aşık oldunuz?

Çocukluktan, genç kızlığa geçiş dönemimde sıkıntılar yaşadım. Babam evden kaçtı falan. Dolayısıyla aşka zamanım yoktu.

Size kur yapan yok muydu?

Vardır herhalde. Bunu kur olarak anlamazdım ama çok isteyenim vardı.

Genç kızken kendinize bakar mıydınız, mesela hiç kuaföre gidip saçınızı yaptırdınız mı?

Düğünlerde saçımı yaptırırdım. Çünkü babam "Sadece düğünlerde saç yaptırmak günah değil" demişti. O da İslamı o kadar biliyormuş. Neyse 1.70 boyum vardı, kilom da 60 civarındaydı. Çok zayıftım. Pantalon, üzerine de uzun tunik giyer, hafif de makyajımı yapardım.

Hiç çalıştınız mı?

Evet. Ben modelisttim. Zeki Müren"in atölyesinde bile çalıştım. Çıraklık yaptım. Sonra başka yerde, çıraklıktan modelistliğe kadar yükseldim. Modellerim de çok tutuluyordu. İşyerimiz Beyoğlu"ndaydı.

Şu ana kadar anlattığınız Emine Şenlikoğlu çok modern bir kadın. Peki şu anki İslami bilinciniz nasıl oluştu?

Bir dönem Allah"a inanıp, ahirete inanmama dönemi geçirdim. Hep İslam"ın karanlık olduğunu düşünürdüm. İşte bu dönem benim, farkındalıkla bir arayışa girmeme sebep oldu. Önce Hıristiyanlık"ı araştırdım. Bütün dinlerin kitaplarını okudum. Umduğum hiçbir şeyi bulamayınca, Kuran"ı okumaya başladım ve 18 yaşında bu döneme girdim. Çok okudum şu anki halime dönüşüm, gerçek İslamı öğrendikten sonra, yani 23 yaşından sonra bilincim oluştu.

Peki... Eşiniz Recep Bey"le ne zaman tanıştınız, aşık oldunuz mu?

Evet aşık olduk. Ben modelistlik yaptığım dönemde, muhasebeye de bakıyordum. Tam İslam"ı araştırdığım bir dönemdi ve çok yorulmuştum. Patronum da muhasebe elemanı almak üzere gazeteye ilan vermiş. Neyse benim bir konferansa gittiğim gün, beyim şirkete iş görüşmesine gelmiş ve kadın çalışan olmadığını görünce işi kabul etmiş. Sonra karşılaştık. Fakat benimle yüzüme bakmadan konuşuyordu. Bir gün sinir oldu ve "Ya kardeşim niye yüzüme bakmıyorsunuz, yiyecek miyim sizi?" dedim. Ondan sonra kafasını kaldırdı, bir gözüyle bana baktı ve "Allah diyor ki harama bakma. Siz diyorsunuz ki bakın. Sizce sizi mi dinleyeyim, Allah"ı mı dinleyeyim?" dedi. Bu sözü beni etkiledi.

Ve aşık oldunuz?

O daha ilk günden benim için "İşte aradığım kadın" demiş. Ben ise yıllar sonra beyime aşık oldum. Hem de tutkulu...

Recep Bey"le flört ettiniz mi?

Nasıl gezip dolaşacağız? Ben adamın gözünün rengini imam nikahından sonra gördüm. Adam, tek bakışın bile günah olduğunu zannediyor. O da kadına bakılabileceğini sonra öğrendi. Biz gezerdik, ama camileri gezerdik. Yanımızda hep birileri olurdu. Ben buna kızardım ama meğer dinde yeri böyleymiş. İşte böyle yobazlık ile aydınlık İslam arasında sıkışıp kalmıştım. Ne doğru, ne yanlış biliyordum. Bazı konulara yobazca yaklaşıyordum, bazı konulara da şaşırıp kalıyordum. Neyse, sonra evlendik. Çok da mutlu oldum. Hapse girdim, 2.5 yıl yattım. Birçok insan ona "evlen" demiş, o "Asla yapmam, karımı seviyorum" demiş.

ÇAPKINLIK NAMUSSUZLUKTUR

O zaman siz dört kadına karşısınız?

Bir kadın evlenirken "Sen benim üstüme evlenemezsin" diye şart koşarsa, ikinci evlilik yasaktır. Bitti... Herkes bunu yapsın. Şimdi ben burada bir şey daha söylemek istiyorum, bugün laiklikte bir erkeğin 10 kadını var? Bu niye konu olmuyor? Bu daha beter. Bugün diyelim ki dengesiz adamın biri dört kadın aldı. Dördünün de masrafını görmek, çocuklarını sahiplenmek zorunda.

Sizin flört anlayışınızda, iki genç el ele tutuşamıyor. Tutuşursa ne olur?

El ele dolaştı diyelim, o adam elini tuttuğu kızla evlenecek mi bakalım? Bir erkek 10 kızla gezdi. O adam, evlendiği zaman karısında, gezdiği 10 kızın özelliğini görmek isterse ne olacak? İslam"da insan dejenerasyonuna izin yok. Ama öyle görücü usülüyle de evlilik yok. Araştırmalar yapılacak, ondan sonra kız ve erkek birbirini görecek. Tabii ki konuşacaklar, kanları birbirine kaynıyor mu bakacaklar. Ama bunun için birbirlerine dokunmaları gerekmiyor.

KIZIMI DÖVEREK KAPATMAZDIM

Neyse, kaç yıllık evlisiniz?

30 yıl oldu. Dört yıl dini nikahla yaşadık. Yobazlık işte. O zaman resmi nikaha karşıydım. Birçok müslüman da karşıydı. Bence bu kör cehaletin en büyüğü.

Kaç çocuğunuz var?

İki... Bir kızım, bir oğlum var.

Kızınız kapanmak istemeseydi tepkiniz ne olurdu?

Çok üzülürdüm ama döverek de kapatmazdım.

Şu an evli mi?

Evet, severek evlendi. Bir gün kızımla oturuyoruz, yanımdan kalkıp giderken bir mektup düşürdü. 11 yaşındaydı ve ister istemez okudum. Baktım ki mektup dayımın oğlu İrfan"dan gelmiş. Mektupta "Ben seni mutlaka alacağım, annem duyarsa bizi öldürür" diyor. Çocuğu da çok severim. Hemen onun yanına gittim ve kızımı sevip sevmediğini sordum. O da sevdiğini söyledi. Yalnız İrfan sosyalizm kitapları okuyordu. Ona "Kızımı alacaksan benim seni yetiştirmem gerek, kabul mü?" dedim. Kabul etti.

Bu dayatma değil mi şimdi?

Hayır. Sosyalizmi de öğrensin ama dinini de öğrensin. Benim kızımı alacaksa, dinsiz olamaz.

Sosyalist kitaplar okuyor diye İrfan Bey dinsiz mi oluyor?

Dinsizliğe doğru gidiyordu ve kendisi bana söz verdiği gibi hem dinimizi öğrendi hem de sosyalizmi.

Ya oğlunuz?

O da evli. O da teyzemin kızıyla severek, isteyerek evlendi.

Çocuklarınız okudu mu?

Kızım okumadı. İlkokula gitti ama ortaokulda bıraktı. Ben, kızım ve gelinim, üçümüz aynı anda imtihanlara girdik. Ben geçtim, onlar geçemedi, ne yapayım? Zorla bu iş olmuyor. Oğlum da okumadı.

Kaç yaşındalar?

Kızım 39, oğlum 38 yaşında. Ben ise 55...

Çocuklarınız Recep Bey"den değil mi?

Hayır, ilk eşimden...

Öyle mi, kaç yaşında evlendiniz?

Benim kızımla aramda 15 yaş var. Babam evden gittiği dönemde, yani 14 yaşında beni evlendirmişti. Sonra kendi isteğimle de boşandım. Babamın benim hayatımdaki yanlışlarından biri de budur. Sürekli olarak "Kızın başı bağlı olsun" derdi.

Dul olmanız, çocuğunuzun olması, ikinci eşiniz için sorun teşkil etmedi mi?

Kendi dünyasında sorun yaşamış olabilir, ama bana hiç hissettirmedi. Çünkü bana hálá çok aşık...

Siz aşık mısınız?

Beni kızdırdığı zaman değilim, kızdırmadığı zaman aşığım...

Aşkı nasıl tarif edersiniz?

Biz eşimle 1980 yılında evlendik. 1994 yılına kadar kocama kara sevdayla aşıktım. Sonra kalbimi çok kırdı. O gün, o derin aşkım bitti. Zaman zaman tazeleniyor ama beni teğet geçiyor.

Recep Bey ne yaptı da kırdı kalbinizi, sizi aldattı mı, çapkınlık mı yaptı?

Hayır, böyle bir şey yok. Benim kocam çok namuslu bir erkektir.

Çapkınlar namussuz mu?

İslam"a göre çapkın erkek namussuzdur. Bir kadını çok beğenebilir, iç dünyasında ilgi duyabilir ama namuslu erkek kafasını çevirir gider. Aynı şey kadınlar için de geçerli.

Romantik misiniz?

Her zeki insan romantiktir. Bunlar özel şeylerdir, anlatamam. Ama eşim romantiktir. Zaman zaman bana güzel jestler yapar. Mesela beni gezdirmeyi çok sever. Beraber ava çıkarız. Hayaller kurarız. Mesela son olarak Erciyes Dağı"na çıktık. Teleferiğe bindik, dolaştık, çok mutlu oldum. Sandala binip gezmeyi severiz. Bu anlamda eşim sürpriz yapar bana.

KADIN İSTERSE ERKEĞİNE TEKLİF EDEBİLİR

İstanbul"da en çok nereyi seversiniz?

Boğaz"ı... Nişantaşı"nı, Beyoğlu"nu da severim. Her yeri gezer, fotoğraf çekerim. Fotoğraf eğitimi aldım. Sergi açmak istiyorum.

Modayı takip ediyor musunuz?

Modayı asla takip etmem. Kendime yakışanı moda yaparım. Kendi modellerimi, kendim çıkarırım.

Bazı hanımlar saçına topuz yapıyor, üste türban takıyor. Kocaman bir kafa oluyor. Bu görüntüyü beğeniyor musunuz?

Güzel olanı beğeniyorum.

Türban takıp makyaj yapana, altına blue jean giyene kızıyor musunuz peki?

Bu çok kötü bir şey. Bu tam tesettür değildir. Aşağılamıyorum da ama dese ki "İslam bu", çok kızarım, izin vermem buna.

İslam"ı kendine göre modernize edemez misiniz?

İslam"ın sınırları içerisinde edebilirsiniz.

Sizin hayatınızda bakım var mı, türbanlı, çarşaflı kadın bakım yapar mı?

Dindar kadınların bilinçlileri kendilerine çok güzel bakarlar. Kuaföre giderler, cilt bakımı yaptırırlar, saçlarını boyatırlar. En güzel dekolte kıyafetleri alırlar. Dışarıda kapatırlar, ama evinin içinde dekoltesini giyerler. Onların özel ve tüzel dünyaları farklıdır.

Özel dünyanızı biraz anlatır mısınız?

- Bilinçli kadınlarımız sahnede gördüğünüz sanatçılardan güzel giyinirler. Eşlerinin karşısına harikulade şekilde çıkarlar. Ama bilinçsizler bakımı haram zanneder.

Bilinçli dindar dediğiniz hanımlar, seksi iç çamaşırları giyer mi?

Alır ve giyer. Günah bir şey değil ki...

Çarşaflıların, içlerine en seksi iç çamaşırları giydikleri yolunda bir efsane vardır. Gerçekten giyerler mi?

Giyinsin, ne var? Çarşafın altına giyilmez bir defa. Çarşafın altında elbisesi, uzun pantolonu vardır. Kocasıyla baş başayken şort giysin, kime ne? Niye yadırganır ki? Bu kadın sokakta örtülü diye, yatakta da örtülü olacak hali yok ya!

Sizlerde kadın, erkeğine sevişmeyi teklif edebilir mi, özel hayatlarında bu rahatlığı var mıdır, yoksa yasak mıdır?

- İslam"ın bu konuda çok güzel bir tanımı vardır. İslam yatak odasını karı-kocaya bırakmıştır. Allah araya perde çeker, kendi bile görmez. Kadın istekli olduğu zaman tabii ki erkeğine teklif edebilir. Bunun hiçbir sakıncası yok. Ama hurafe kitabında kadına bunu da yasak gösterirler.

Yazdığım sit-com"da Tolga Çevik"in oynamasını isterdim

Bir sit-com yazdığınızı duydum. Doğru mu?

- Evet. Çok komik, neşeli bir senaryo hazırlıyorum. İçinde İslami öğeler de olacak.

Kimi oynatmak istersiniz bu sit-com"da?

- Komedi Dükkanı"nındaki Tolga Çevik"i oynatmayı çok isterim, ama buna bütçem yetmez.

Sinan Çetin"den yönetmenlik dersi alıyorum

Sinemaya gider misiniz?

- Çok nadir. İslami açıdan izlemem gereken bir film varsa giderim. En son Viyana"da üç boyutlu bir film izledim, Allah bana o fırsatı versin de üç boyutlu bir film yapayım. Bu arada ben yönetmenliğe de merak sardım. Ders alıyorum.

Öyle mi, nerede alıyorsunuz?

- Sinan Çetin"den, Plato Film"den...

Kaç aydır alıyorsunuz?

- Epey oldu. Kimselere görünmeden gidiyorum işte.

Dersler nasıl gidiyor?

- Güzel, Sinan Bey müthiş biri. İyi, beğendiğim biri. Dersler de iyi gidiyor

28 Nisan 2008 Pazartesi

MEKKE DÜNYANIN MERKEZİ

Mekke'nin dünyanın merkezi olduğu ispatlandı
Mekke'nin dünyanın merkezi olduğunun ispatlanmasının ardından İslam âlimleri Doha'da toplandı. Âlimler, Greenwich saati yerine Mekke saati kullanılması çağrısında bulundu.
Salı, 22 Nisan 2008 10:04
Haber Merkezi / TİMETURK

Jeoloji ve İslam Hukuku konusunda uzman Müslüman ilim adamları, önceki gün Katar'ın başkenti Doha'da düzenlenen "Dünyanın Merkezi Mekke" adlı konferansta bir araya geldi. İlim adamları, dünya saat ayarlamasında ölçü alınan ve Greenwich olarak bilinen saat dilimi yerine Mekke saat diliminin ölçü olarak alınmasını talep etti. Bilindiği gibi Mekke-i Mükerreme'nin dünyanın merkezi olduğunu savunan teori yakın zamanda yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştı.

Katılımcılar, Greenwich saati (GMT = Greenwich Mean Time) yerine Mekke saatinin esas alınarak ortak İslami bir saat diliminin oluşturulması çağrısında bulundu. Çünkü Mekke saati dünyanın her yerinden kıble yönünü belirliyor, akrepleri klasik saatlerin aksine Kâbe-i Şerif etrafında yapılan tavaf hareketleri gibi soldan sağa doğru dönmektedir.

Bir gün süren konferansa Prof. Dr. Yusuf el-Karadavi'nin yanı sıra Kur'an ve Sünnetin bilimsel mucizeliği üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan, İngiltere Galler Üniversitesi'nde jeoloji dersleri veren Mısırlı bilim adamı Prof. Dr. Zağlul en-Naccar, Mekke saatinin mucidi Mühendis Yasin eş-Şuk gibi konusunda uzman birçok ilim adamı katıldı.

Yusuf el-Karadavi

El Karadavi, İslam Hukuku, geometri, astronomi ve hukuk alanında uzman kişilerin Mekke'nin neden dünyanın merkezi seçildiği ve Allah'ü Teala'nın Beytü'l Haramı neden Müslümanlara kıble olarak tayin ettiğine dair yürüttükleri çaba ve araştırmalara ilişkin takdirlerini ifade etti.

Aynı zamanda Dünya Müslüman Âlimler Birliği Başkanlığını da yürüten Yusuf el-Karadavi " Müslümanların kıblesinin muazzamlığını pekiştirmek için yapılan bilimsel araştırma ve ulaşılan neticeleri takdirle karşılıyoruz" dedi. El Karadavi "Mekke'nin Dünyanın merkezini oluşturduğu teorisinin ispatlanması İslami kimliğin pekiştirilmesi ve tespit edilmesidir, ayrıca Müslümanın diniyle, ümmetiyle ve medeniyetiyle gurur duygusunu pekiştirecektir" diye konuştu.


"Diğer din ve medeniyetlerin aksine İslam'da din ile bilim arasında bir çatışma yoktur" diyen el-Karadavi bununla ilgili Kur'an-ı Kerim'den Yüce Allah'ın (cc) şu buyruklarını kanıt olarak gösterdi: "De ki; Eğer doğru söylüyorsanız kesin delilinizi getirin", "Eğer doğru söylüyorsanız bana ilme dayalı bir biçimde haber verin", "Yanınızda bize çıkaracağınız bir ilminiz var mı?".

DÜNYANIN MERKEZİ MEKKE

Öte yandan Prof. Dr. Zağlul en-Neccar, "Mekke'nin dünyanın tam merkezinde yer aldığını artık bilimsel ispattan sonra şek götürmez bir gerçektir" dedi. Neccar, bunun delilinin de Prof. Dr. Hüseyin Kemaleddin'in dünyanın başlıca şehirlerinden kıble yönünü belirlemeye çalışırken Mekke-i Mükerreme'nin yerküreyi oluşturan yedi kıtanın hepsinin etrafından geçen bir dairenin tam ortasında yer aldığını ispatlamasını gösterdi.


En Neccar Mekke-i Mükerreme'yle aynı meridyen çizgisi üzerinde yer alan yerler pusulada manyetik iğnenin belirlediği manyetik kuzeyle kutup yıldızının belirlediği gerçek kuzeyle uyumlu olduğunu söyledi.

Ünlü jeolog "Mekke-i Mükkereme'nin meridyen çizgisinde her hangi manyetik bir sapma bulunmamakta. Hâlbuki aralarında Greenwich'in de bulunduğu diğer tüm meridyen çizgilerinde manyetik bir sapma var. Hatta Greenwich meridyeninde batı yönünde 5.8 derecelik manyetik bir sapma olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır" dedi.

En Neccar İngilizlerin, gölgesi ve izleri halen sürmekte olan Britanya Sömürgeciliği döneminde Greenwich meridyenini bir saat ölçüsü olarak dünyaya zorla dayattığına işaret etti.

RAKAMLARLA MERKEZİ İSPATLADI

Bu arada, Kahire Üniversitesi'nde mimarlık dersleri veren, "Uluslararası Kur'an ve Sünnet'te Bilimsel Mucize Kurulu" üyesi Prof. Dr. Yahya Veziri konferansta sunduğu araştırmada bilgisayar yardımıyla dünyanın önde gelen şehirlerinden Mekke-i Mükerreme için çok hassas yön tayinleri yaparak farklı dünya kıtaları arasındaki mesafeye bakılırsa Mekke'nin tam ortada yer aldığı görüldüğünün rakamlarla ispatlandığını açıkladı.


Mısır Hulvan'da bulunan Ulusal Astronomik ve Jeofizik Araştırmalar Enstitüsü Nükleer Patlamalar Merkezi Başkanı sismolog Prof. Dr. Ahmed Ali Bedevi ise deprem riski açısından Mekke'yle ilgili yaptığı araştırmada Mekke'nin kendine özgü jeolojik bir yapısı olduğunu ve ilahi bir koruma görevi gören sağlam sıradağlar içerisindeki eşsiz konumundan dolayı tarihte bu kutsal kentin depremlere maruz kaldığının çok nadir olduğunu söyledi.

MEKKE SAATİNE RAĞBET ARTACAK

Konferans esnasında Filistin asıllı Fransız vatandaşı Yasin eş-Şuk kendi icadı olan "Mekke saatini" katılımcılara tanıttı. Saat pratik olarak dünyanın merkezinin Mekke olduğunu ve Greenwich yerine Mekke'nin dünya saat ölçüsü olarak alınmasının daha doğru olacağını gösterdi. Araştırmacıya göre yeni saatin tasarımı Dünya Saat Merkezi olarak Mekke'nin dikkate alınmasına yardımcı oluyor.

Eş Şuk "icat ettiği saatin dünyanın her yerinden kıbleyi tespit edebildiğini akreplerinin gezegenler ve diğer cisimlerin evrende güneş etrafında hareket ettiği ve insan vücudunda kan dolaşımının hareketi gibi solda sağa hareket ettiğini ifade etti.

Eş Şuk dünyanın değişik yerlerinde ikamet eden ya da buralarda yolculuk eden Müslümanların bulundukları yerlerde kıbleyi tespit etmekte yaşadıkları zorlukları gördükten sonra söz konusu saati icat etmeye karar verdiğini belirtti. Bunun için dünyanın merkezinin Mekke olduğunu kabul eden eski âlimlerin görüşlerine başvurduğunu bu esnada en modern topografik haritalardan, fiziki haritalardan ve Mekke-i Mükerrem'in haritalarından yararlandığını söyledi.

Öte yandan Suudi Arabistan Krallığı yeni saati Mekke-i Mükerreme'nin bir kulesine koymayı planladığını söyledi. Son bilimsel ispat ile birlikte Mekke Saati'nin dünya genelinde büyük rağbet göreceği belirtiliyor.

Ellere mübah, bize yasak!

Sahada din olur mu? Yerli futbolcu yapınca olmaz, yabancıya ise mübah. Oysa bakın dünya nasıl...

İNTERNETHABER/Özel

Hakan Şükür'ün "Kutlu Doğum Haftası" mesajları eski bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Futbolcuların inançlarına ne kadar müdahale edilebilir? Dine sınır nerede çekilecek? Dünyadaki örnekleri baktığımız zaman bizim medyadaki çifte standart ortaya çıkıyor. Yabancıya hoşgörülü olan medyamız, bizim futbolcularımız söz konusu olunca linç girişimi başlatıyor...

Oysa yeşil sahalara döndüğümüzde neler görmüyoruz ki... İstavroz çıkaranlar, Hz. İsa tişörtlü formalar, haç dövmeli futbolcular. Sadece bizim sahalarımızda değil, dünyanın her yerinde bu tür inanç gösterilerine hoşgörü var. Bizim ülkemizde de o  hoşgörü var ama sadece yabancılar iç
in, yerlilere değil...

Kramponlarına İsa yazdırdı

'Dünyanın en iyi futbolcusu' kabul edilen Kaka, 'Her gece İncil'den bir şey okumadan yatmam' diyecek kadar dinine bağlı bir insan. Aynı zamanda Kaka özel olarak yaptırdığı kramponlarına 'Jesus in first place' (Jesus her zaman ilk sıradadır) yazdırmış ve bununla ilgili 'Dindarlığımı göstermem için bir vesile.' cevabını vermişti.

Sahaya kutsal su

Papa 2'nci Jean Paul de 2002 dünya kupasında İtalyan Milli Takımı maçı kazansın diye ekibe "kutsal su" yollamıştı. Meksika maçının son anlarında İtalya'nın teknik patronu Giovanni Trapattoni 'Papa tarafından kutsanmış su'yu sahaya dökmüştü.

TÜRKİYE'DE SAKINCALI

Dünya futbolunda olağan karşılanan hareketler, Türkiye'de "sakıncalı konular" arasında yer alıyor. Yalnız bu sakıncalı uygulaması yabancıları değil sadece yerli futbolcuları kapsıyor. Verilen mesajlar veya ibadetler medyada inancı gereği olarak görülmüyor. Aksine cemaat ya da tarikat bağlantılı olmakla suçlanıyor. Art niyet, kasıt ve güvensizlik aranıyor. İbadet ihtimali en alt sırada tutuluyor.

Dini propagandaysa yabancılar da yapıyor

Eğer bunlar dini mesajlar vermek ise liglerde alası yaşanıyor.. İnancı gereği yapsa da bir açıdan kendi dininin tanıtımını, reklamını yapıyor. Orada böyle saldırı ve eleştiriler duyulmuyor. Yabancılara gösterilen hoşgörü Hakan Şükür gibi bir isim çıkıp "kutlu doğum haftasından söz edince" ona gösterilmiyor.

Kezman'ın Hz. İsa tişörtü

Biliyoruz ki medyamız çok hoşgörülü özünde. İşte bir örnek.
Kezman gol orucunu bozmak için formasının altına Hz. İsa tişörtü giymişti. Gençlerbirliği'ni 2-1 yendikleri maçta koyu ortodoksluğuyla bilinen Kezman formayı çıkarınca ortaya bu görüntü çıkmıştı. Sırp futbolcu dinine o kadar düşkün ki "ileride papaz olmayı" bile düşündüğünü söylüyor.

İstavroz çıkarıyorlar

Aurelio gol sevinçlerini istavroz çıkararak kutluyor. O sadece bilinen örnek. Diğer Fenerbahçeli futbolcular gibi büyük takımlardan gördüğümüz çok sayıda yabancı istavroz çıkarıyor.

Balili cumartesi maça çıkmamıştı

Sivassporlu Pini Balili, Yahudilerin kutsal Yom Kipur bayramı nedeniyle, Cumartesi günü oynanan Samsunspor maçına çıkmamıştı.

Dikkat çekmek istediğimiz nokta medyanın uyguladığı çifte standart. Yabancıların dini inanışlarına gösterilen hoşgörü ve saygı alkışa değer. Olması gereken aynı hoşgörünün yerli oyuncular  için de gösterilmesi. Yani ellere tanınan hak ve hoşgörü, bizimkiler söz konusu olunca gaspedilmesin. Ellere mühab olan bize yasak olmasın.

Neden Kabe etrafında dönüyoruz?..

Kâbe etrafında tavaf, tevhid fikrini temsil etmektedir. Bu hareketin ictimaî hayata ait olan mânâsı, birlikten ayrılmamak ve bu birliği korumaya çalışmaktır. Ferdî hayata ait mânâsı ise daha derin hakikatları ihtiva etmektedir;
 
Çünkü gökler yedi kattır, insandaki nefis de yedi tanedir. Her dönüşte bir merhale, bir menzil aşılarak yedi kat göklerin üstüne çıkmak, maddî âlemin üstüne yükselmek demektir.
 
Ayrıca iç dünyamızda yedi basamaklı olan nefsin en aşağı basamağından en üst basamağına yükselmesidir. Yani nefs-i emmâreden nefs-i mutmainneye çıkarak, hayvanî hayattan kurtulup, ruhânî hayata kavuşmak demektir.
 
Kâbe'yi tavaf, kâinat nizamından alınmış bir ibadettir; Seyyareler güneş, elektronlar çekirdek, pervaneler kandil etrafında döner; Böyle bir merkez etrafında dönmek ona aşkla bağlılık anlamına gelir. Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk:
 
"Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan her şey O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz onların tesbihini anlamazsınız..." buyurmaktadır. (İsrâ, 44)
 
Tabiat ilimlerindeki gelişme bu ayetin açıklamasına yardımcı olmuştur. Nitekim, önceleri cansız ve hareketsiz olduğu sanılan varlıklar da dahil olmak üzere bütün eşya atomlardan meydana gelmiştir. İşte Atom çekirdeklerinin etrafındaki elektronlar, sürekli ve muntazam bir şekilde çekirdeğin etrafında dönmektedirler ki, bu durum Kur'an-ı Kerim tarafından Allah'ı tesbih olarak ifade edilmiştir.
Bu bakımdan, İslâm'ın sembolü olan Kâbe etrafında dönmek de; Dine gönül vermek, onun etrafında pervane kesilmek ve Allah'a bütün kalbiyle bağlanmaktır.

27 Nisan 2008 Pazar

Hicab - Ebu'l A'lâ el-Mevdûdi (Kitaplık)

                                                      
                          Hicab - Ebu'l A'lâ el-Mevdûdi

Nerede bir ahlâkî çöküş, heva ve heveslerin "peşinden gidiş, şehevî arzulara tapmış olursa, orada toplum ya da millet gerçekten korkunç bir tehlikeye varmış demektir.

Evet, bir toplumun kadınıyla erkeğiyle, yaşlısı ve genciyle durumları bu olur ve hayvânî arzularına esir olurlarsa, böylesi bir çirkefe bulanırlarsa; bu cinsel aşırılık onları ister istemez öylesine bir uçuruma yuvarlar ki, sonuçta doğal olarak o toplum ya da millet içinde helakin, yok oluşun ve ortadan kalkışın tüm nedenleri de var olur. İşte şu yok olmaya yüz tutan ileri toplumlar...

Kendileri bir ateş çukurunun kenarında bekleyip durmaktalar. Her an oraya kayıp yok olacaklardır.

Giriş


Abbasîler döneminde, Bağdad'da, ikindi vaktinde bir genç kız evine dönmektedir. Yürürken iffet ve hayasına özen göstermektedir. Tavır ve hareketlerinde, kötü gözleri harekete geçirecek bir tutum da sergilememektedir.

Ancak içinde kötülük taşıyan bir genç, kötü duygularının ve hayvanî arzularının etkisiyle bu kızın peşine takılmaya başladı. Genç kızın onurlu ve sakince yoluna devamı, peşine takılan genci, ona sarkıntılık etmekten uzak tutuyordu. Ama buna rağmen genç, kızı izlemeyi sürdürüyordu.

Bu sırada ikinci bir genç olayı gördü; merak amacıyla, sonucu görmek için ikisini de izlemeye koyuldu. Zaten insanoğlu karakteri gereği hep böyle değil midir?

Derken üçü de peş peşe yollarına devam ediyorlardı. Nihayet yol ayrımına gelmişlerdi. Kızı izlemekte olan genç, pek cesaretli olmaksızın kıza yöneldi ve ona şöyle dedi:

"Allah, Ali b. el-Cehm'e rahmet eylesin."1

Böylece yoluna devam etti, bu sözleriyle kızdan kendisine bir umut cevabı bekliyordu. Fakat beklentisinin aksine o, genç kızdan şunları işitiyordu.
"Allah Ebu'l-A'lâ'ya rahmet eylesin."2

Kız ise bu sözüyle ona bir başka yolda olduğunu bildiriyordu.
Onların ikisini izlemekte olan öteki genç duyup gördüklerinden dehşete kapıldı ve fakat işin sonucunu da öğrenmek istiyordu. Erkeği izlemesi durumunda zarar görebilirim endişesiyle, onu izlemek yerine genç kızı izlemeyi seçer. Çünkü iki serden en hafifini tercih etmek istiyordu.
Daha sonra genç tüm gücünü toplar ve kıza şöyle seslenir:

"Beni bağışlayın ama sayın genç bayan! İkinizin durumunda da şaşkınlık verecek bir şey sezdim. Ben seni izlemekte olan genci izliyordum. Bu arada aranızda duyduklarımın dışında da bir şeyler konuştuğunuzu görmedim. Allah aşkına söyler misin, nedir o söylenenlerin anlamı?
Bunun üzerine genç kız, durumu ikinci gence anlatmak için, "Allah, Ali b. Cehm'e rahmet etsin" ifadesinden maksadı bana şu şiiri hatırlatmaktı:
"Vahşî sığırların gözü Rasafe ile Cisr arasından3

Arzularını diledikleri yerden çekiyorlar, ancak ben bilemiyorum."
Genç, bana Ali b. Cehm'in bu dizelerini hatırlatarak, bana sahip olacağını sanıyordu. Ben de "Allah, Ebu'l-A'lâ'ya rahmet etsin." sözleriyle, ona şunu hatırlatmak istiyordum:

"Ey evi Hîf denen mevkide bulunan kişi, bil ki onun mezarı
Yakındır ama, çevresi umulmadık korkularla çevrili"

Böylece genç durumunu takdir etti, kendini nasıl bir son beklediğini anladı, hemencecik oradan sessizce kaçıp uzaklaştı.

1 Ali b. Cehm. Gazelleriyle meşhur Abbasî şâiri.

2 Ebu'1-A'lâ el-Maarrî. Tanınmış âmâ şâir.

3 Rasafe, Cisr ve Hîf, Bagdad'da mahalle isimleridir. (Yayıncı.)

İşte mü'min kardeşim, durum böyledir. Biz, nefs-i emmâ-renin insana hep kötülükleri süslü gösterdiğini görmekteyiz, kadın ve erkek için aynı. Hep şehevî duyguların ardından koşmak. Evet eğer ortada güçlü, küçük ve büyük herkesin boynunu eğen bir engelleyici hal yoksa durum böyledir.

Değerli âlim Ebu'1-Aİâ el-Mevdûdî'nin elinizdeki bu kitabında da belirttiği gibi yüce Allah, karışık bir halde bir arada bulunmanın şerrinden bizi korusun. Çünkü kadının saygınlığı ve özgürlüğü, doğrusu şüphelerin olduğu yerlerden uzakta olmaktadır.


Ebu'l A'lâ el-Mevdûdi        Ağaç yayınları             Çeviren: Harun ÜNAL

"Başı Kapalı Çıplaklar"

Ebrar Pınar KARA / Kudüs Yolu

ILIMLI İSLAM BURJUVAZİSİ VE BAŞIKAPALI ÇIPLAKLAR

"Ilımlı İslam" projesinin gönüllü teşvikçisi "Tekbir Giyim" son defilesi ile medyanın gündemine oturdu. Son yıllarda tesettürlü hanımların moda akımına kapılmasında en büyük paya sahip olan "Tekbir Giyim", Müslümanların tesettür algısındaki zaaflardan faydalanarak kazanç kapısını Müslümanlar üzerinden rant elde ederek sağlamaktadır.

Son defilesiyle her zaman ki gibi bütün medyanın odağı olmayı başarmıştır. Defilede dikkatleri en çok cezb edenin mankenlerden çok katılımcıların kıyafetlerinin olması ise Tekbir Giyim'in halk üzerindeki etkisini gözler önüne sermiştir.

Tesettür algısını başörtüsüne indirgeyen bir bakış açışını adeta Müslümanlara tatlı tatlı enjekte eden kapitalist kurum sahipleri bu toplumsal asimilasyonun vebalini nasıl ödeyecekleri konusunda hiç durup düşünüyorlar mı merak ediyoruz.

Mankenlerin sahneye dua kareografisi ile çıkmaları ise hakaretin başka bir boyutu. Müslüman elit zümrenin oluştuğuna vurgu yapan malum medya kuruluşları bu görüntüleri adeta sevinç çığlıkları atarcasına verdiler. Tesettürle uzaktan yakından alakası olmayan kıyafetlerle podyumu ve seyirci bölümünü dolduranlar için "tesettürlü" ibaresini kullanmak tesettürlülere yapılabilecek en büyük hakaret olsa gerek.

Müslümanların yıllardır savaşını verdiği hicab davası, moda akımı karşısında yeterince direnç gösterememiştir ne yazık ki. Meydanları örtümüz için doldururken, moda akımı adı altında yapılan asimilasyon çalışmalarına ne denli tepki verdik? Bizleri okullara almayanlar mı daha büyük kötülük etti, yoksa bizi tesettür modası adı altında kandırarak başörtüsü dışında bütün tesettürümüzden ödün verdirenler mi?

Tepkilerinizi kime ve neye karşı verdiğinize dikkat edin! Birileri bizleri tesettürümüzden dolayı sadece okullara almazken, bizden bildiğimiz insanlar inandığımız "hicab"ı üzerimizden kendi isteğimizle çıkarıyorlar.

Neye nasıl inandığımızın farkına varalım. Yasaklarla bizi yıkamayanların moda mefhumu ile bizi yıkmasına müsaade etmeyelim.

Biraz teyakkuz…

Peygamber aşıkları salonlardan taştı

Kutlu Doğum etkinlikleri çerçevesinde, Anadolu Gençlik Derneği (AGD) Başakşehir şubesince düzenlenen 'Rahmet Peygamberi' programına onbinlerce Peygamber aşığı katıldı.


MENFİ SALDIRILAR MEYVESİNİ VERMİYOR
Önceki akşam Çınar Kongre Merkezi'nde düzenlenen program, Hafız Ebu Bekir Yıldız'ın Kur'an tilavetiyle başladı. Programın açılışında konuşan AGD Başakşehir Şube Başkanı Abdullah Yazıcı, toplumumuzun Peygamber aşığı olduğunu belirterek, "Kutlu Doğum programlarına katılım her geçen sene artmakta. Bu da gösteriyor ki Hazreti Peygamber aleyhine yapılan hiçbir menfi saldırı meyvesini vermiyor" dedi.

HER MÜSLÜMAN HZ. MUHAMMED'İN VARİSİDİR
Programda konuşan Prof. Dr. Yaşar Kandemir ise Peygamberimiz'in evrensel mesajına dikkat çektiği konuşmasında "Allah Teala, Hazreti Muhammed (sav)'i, İslâm alemi veya insanlık alemi için değil, bütün alemlerin rahmet kaynağı olarak göndermiştir" dedi.
Yaşar Kandemir, konuşmasına şöyle devam etti: "Kulağımıza ezan okunmuş, anne-babamızı secde üzerinde görmüşüz. Bugün ahiret hayatının varlığından habersiz olduğu halde doğrunun arayışı içinde olan insanlar var. Allah bize çok lütufkâr. Allah'ın bize bahşettiği İslâm nimetini, Hz. Muhammed (sav)'e ümmet olma şerefini iyi bilmemiz lazım."

İSLAM'IN GÜZELLİĞİ TOPLUMA YANSIMALI
"Her Müslümanın hadis kitaplarıyla, Peygamberimiz'i evine misafir etmesi gerekir" diyen Kandemir, "Kendileriyle görüştüğümüz insanlar, arkamızdan 'Ne hoş bir insan, böylesinden bize zarar gelmez' diyebilmeli... İşte böyle bir toplumda Peygamber ahlâkı yaşanır, böyle bir toplumda İslâm'ın tüm güzellikleri bulunur" şeklinde konuştu.
Program çıkışında Prof. Kandemir'in 'Peygamberimin Sevdiği Müslüman' isimli kitabı dağıtıldı. 
 
vakit

Örtünmek, Bundan Böyle Darbe Sebebidir, Hatta...

Mehmet GÖKTAŞ


Örtünmek, önce hakarete uğrama sebebidir.

Örtünmek, okuldan uzaklaştırma sebebidir.

Örtünmek, işinden ve aşından edilme sebebidir.

Örtünmek, kitlelerin baskı altına alınma sebebidir.

Örtünmek, partilerin kapatılma sebebidir.

Örtünmek, hükümetlerin yıkılma sebebidir.

Ve örtünmek, bundan böyle savaş sebebi olacak gibi.

Gerek yazılarımda gerek konuşmalarımda, "mükemmelce bir örtünmenin, günümüz dünyasının Allah Teâlâ ile irtibatı anlamına geleceğini, özellikle bu coğrafyanın ancak örtünerek var olabileceğini, hem de tarihten gelen bütün görkemini donanarak insanlık sahnesinde güçlü bir şekilde kendini göstereceğini, örtüden sıyrıldığında da -Allah korusun- tarihten ve coğrafyadan silinip gideceğini." dile getiriyorum. Biliyorum; ilk etapta birileri, hatta örtünenlerin kendileri bile konuyu abarttığımı düşünebilir, fakat zaman ilerledikçe mesele daha da berraklaşacaktır.

Örtünenler açısından durum böyle olduğu gibi, örtünmenin karşısına dikilenler için de durum aynı derecede önemlidir, bu konu onlar için de bir hayat memat meselesidir. Örtüsüzleri kastetmiyorum, örtünmenin karşısına dikilip mücadele verenleri kastediyorum.

Evet, bugün yeryüzüne egemen olan güç odakları için petrol ne kadar savaş sebebi ise, su kaynakları ne kadar savaş sebebi ise, gittikçe artan bir şekilde ve kitleler halinde bayanların örtünmeleri de o derece savaş sebebidir.

Çünkü bugün yeryüzüne egemen olan Batı kaynaklı modernist ve seküler toplumların, sürdürdükleri hayat tarzlarının, felsefelerinin ve kültürlerinin en büyük sütunları, olmazsa olmazları; kadın cinselliğinin ön plana çıkarılmasıdır, örtüsüzlüktür, çıplaklıktır ve nikâhsızlıktır. Bütün bunlar, söz konusu güç odakları için petrolden, su kaynaklarından daha önde gelmektedir. Çünkü petrol ve su, onların böyle bir hayatı sürdürebilmeleri için sadece birer araçtır, aslolan böylesi bir hayatı yaşamaktır. Onların her şeyleri çıplaklık üzerine, kadın cinselliği üzerine bina edilmiştir. Ticaretleri, ekonomileri, sanayileri, edebiyatları, romanları, hikâyeleri, ekranları ve bütün medyaları özellikle örtüsüzlük üzerine kurulmuştur.

Ne var ki, günümüz dünyasında İslam hızlı bir şekilde yükselişe geçmiştir. Yükselen İslam'ın en belirgin yüzü ise tesettüre bürünen bayanlardır. Bundan önceki devirlerde İslam'ın görünen yüzü belki akıncılardı, mücahitlerdi, fetihlerdi... Günümüz dünyasında Allah'ın nurunu yeryüzüne yayma görevi Müslüman kadınlara, Müslüman kızlara ait olacaktır. Artık bundan böyle İslam denilince akla ilk gelecek olan şey, tesettürlü bayanlar olacaktır.

İslam'i yükselişle birlikte kadının örtünmesi demek, cinselliğini geri plana çekerek şahsiyetini ön plana çıkarması demektir, yani onların bütün sermayelerinin ellerinden alınması demektir, sistemlerinin en büyük sütununun yıkılıp yerle bir olması demektir.

Onun için, İslam'ın yükselişi ve özellikle bayanların artan bir şekilde örtünmeleri karşısında söz konusu güç odaklarının sessiz kalacaklarını, bu işi kendi oluruna bırakacaklarını, mücadeleye son vererek pes edeceklerini beklemek saflıktır.

Seküler, modernist ve kadın cinselliğine tapınan Batı dünyasının örtünmeye karşı Türkiye kadar gaddar olmadığını, daha anlayışlı olduğunu, hatta üniversitelerinde örtünmenin serbest olduğunu, dolayısıyla Batıda ve Batılı hayat tarzının egemen olduğu toplumlarda örtünenlerle örtüsüzler arasında bir gerginliğin söz konusu olmayacağını ileri sürecek olursanız, şu noktaları unutmamanızı hatırlatırız.

Birincisi: Batı emperyalizmi, ülkelerinde kendi hayat tarzını tehdit etmeyecek boyutlardaki az miktardaki bir tesettürü, demokrasileri için bir çeşni ve zenginlik kabul etmekte, hatta ne kadar özgürlükçü olduklarını göstermek için bunu bizlere karşı koz olarak kullanmaktadırlar. Tesettür ne zaman kendi hayat tarzlarını tehdit edecek boyutlara vardı, siz onların kim olduğunu hele o zaman bir seyredin.

İkincisi: Batı emperyalizmi örtünmeye ve Müslümanca hayat tarzına karşı verdiği savaşı, şimdilik kendi coğrafyasının dışında, başkalarının topraklarında, yani bizim topraklarımızda sürdürmektedir. Mecbur kaldığında bu savaşı kendi topraklarında da vermekten geri durmayacağının işaretlerini görmekteyiz.

Tarih, bu gerginliği defalarca yaşamıştır. Aziz şehid Hz. Yahya Aleyhisselam bu konunun zirvesindeki biricik sembolümüzdür. Saray etrafında çöreklenen ve ahlaksızca bir hayat süren sosyete gurubu, Hz. Yahya Aleyhisselam'ı sürdürmekte oldukları ahlaksız yaşantıları için en büyük tehdit olarak görmüşlerdir. Hayâsızca sürdürülen bu yaşantı biçiminin üstüne üstüne giden, saray ve çevresinde oluşan bu kokuşmuş yaşantı biçimini hedef alan Hz. Yahya Aleyhisselam, önce hapse atılmış ve sonra da mübarek başı kesilerek fuhuş düzeninin önüne bir tepsi içerisinde sunulmuştur.

Yüzyıla yakındır Türkiye'ye egemen durumdaki oligarşi, örtünmeye öylesine düşmandır ki, bu konuda gücünün yettiği her şeyi ortaya koyacaktır. Bugün AKP için açılan kapatma davasındaki iddiaların tamamı dönüp dolaşıp örtünme üzerinde yoğunlaşmaktadır. Dahası, bundan önce kapatılan aynı kulvardaki partiler de örtünme üzerinden kapatılmışlardır.

Birtakım siyasi değişikliklerle üniversitelerde başörtüsü serbest bırakılsa bile, hayatın diğer alanlarında yasağın sürmesi örtünenleri, örtünmek isteyenleri kesinlikle tatmin etmeyeceği gibi, örtü düşmanlarının direnişi de artan bir hızla sürüp gidecektir.

Şimdi siz örtünme meselesinin bir kanunla, bir yönetmelikle halledileceğini ve artık bu konunun tamamen kapanıp gideceğini ve gündemden düşeceğini zannediyorsanız, büyük bir yanılgı içindesiniz.

(İnzar Dergisi 43. Sayı)

Dinle ilgili yalan haber nasıl yapılır?



http://www.furkanhaber.com/haber_detay.asp?haberID=483

15 yıllık gazeteci Yüksel Göktürk, Vatan Gazetesi'nde çalıştığı dönemde kurmaca haberlere nasıl gittiğini ve neler yaşadığını yazdı. Göktürk'ün aktardıkları bu kadarına pes dedirtti.
 

Bir kısım medyanın düzmeceden ibaret haberleri herkesin malumu. İnsanların ibadet etmesine bile tahammül edemeyen medya, ya yalan haber silahına sarılıyor ya mübalağa bombasına.

Malzemeyi vahşi doğasına uygun düşecek şekilde, tabiattan topluyor: Kimi zaman namaz kılan bir piknikçiye memleketi 'İran'a çeviren molla muamelesi muamelesi yapıyor, kimi zaman da uçağın yönünü kıbleye çeviren gizemli adamları manşete taşıyor. Avdan eli boş dönünce erkek muhabirine çarşaf giydirip 'İran usulü kayak' manşetini patlatıyor(!) Ne kıvırma bitiyor ne yalan…

Geçtiğimiz günlerde muhabirim.com adlı internet sitesinde bir yazı kaleme alan 15 yıllık gazeteci Yüksel Göktürk, Vatan Gazetesi'nde çalıştığı dönemde kurmaca haberlere nasıl gittiğini ve neler yaşadığını yazdı. Medyanın, çalışanların birçoğunun yalan haber yapmaya zorlandığını anlatan Göktürk, Vatan Gazetesi'nden atılmasını da bu tür tatsız olaylardan duyduğu rahatsızlığı yöneticilere aksettirmesine bağlıyor. Büyük bir çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede ibadetin haber değeri taşımadığını anlatan tecrübeli haberci, "Papa'nın namaz kılması bir haberdir ama bir Müslüman'ın kıldığı namazın haber değeri yoktur. Çünkü dinî vecibesini yerine getiriyor." diyor.

Vatan Gazetesi'nde çalıştığı dönemde kendisinin de bu türlü bir düzmece haber yapmak için görevlendirildiğini söyleyen Göktürk, "Habere ne amaçla gittiğimi düşündükçe kendimden nefret ettim, insanlığımdan utandım." diyor.

Bazı gazetelerin satırlarını her daim 'namaz haberleri' süsler. Kimileri, bir yolcunun 'Uçağın yönünü kıbleye çevirin; namaz kılacağım.' dediği maskaralığına inandırmaya çalışır milleti, kimisi 'Yolda zorunlu namaz molası' verildiğine; bazısı çıkıp 'Kız lisesinde namaz baskısı var' yalanını hazırlar, bir diğeri gidip piknik yerlerinde avını bekleyen bir çakal edasıyla pusuya yatar. Ta ki karanlık bir piknikçi çıkıp namazını kılsın ve 'bomba haber'in ışıltısı tüm gazeteyi sarsın! Sonra da zevkle döşensin gazetelerinin manşetine, fotoğraf altı haber: "İrtica piknikte!"

Bu türlü haber saplantısı olan gazeteler ve televizyonlar, çalışanlarını mütemadiyen gönderir namaz haberlerine. Onlar da istese de istemese de karanlık Türkiye'nin fotoğrafını çekmek zorundadır. Yazı işlerinin marifetli ellerine bırakılır gerisi.

Sonrasında medya yine bekleneni yapar ve çarşaf çarşaf aydınlığa çıkarır karanlığa sürüklenen ülkemizi. Geçtiğimiz günlerde kuruluşundan itibaren Vatan Gazetesi'nde çalışan ancak kısa bir süre önce işinden ayrılan tecrübeli muhabir Yüksel Göktürk, tam da böyle bir haber deneyimini kaleme aldı bir internet sitesinde. Aktardığı vak'alar Türkiye'nin asıl olarak kimler tarafından gerildiğini ve ikiliğin nasıl çıkarılmaya çalışıldığını anlatması bakımından da manidar.

Göktürk'ün anlattığına göre bir gün bir Vatan okurundan istihbarat gelir. Okurun verdiği bilgiye göre İstanbul'un güzide mesire yerlerinden biri olan Emirgan Korusu'nda bir grup çarşaflı kadın namaz kılmaktadır. Bu çok mühim bilgiyi değerlendiren haber müdürü, koşar adım Göktürk'ün yanına gelir ve başlar trajikomik olaylar...

O sırada sükunet içinde haber yazmakta olan Yüksel Göktürk, bir yaygarayla irkilir. Koşar adım yanına gelen müdürü, "Yüksel çabuk koooş! Emirgan Korusu'nda kara çarşaflı kadınlar toplu halde namaz kılıyormuş. Hemen çek gel." diye haykırır. Ancak Yüksel, bir an "Ne var bunda. Burası Müslüman bir ülke. Tabii kılacaklar." diye geçirir içinden. Göktürk, okurlardan bu türlü istihbaratların ara sıra geldiğini ve altında yatanın da tamamen din düşmanlığı olduğunu vurguluyor.

Göktürk, "Anlaşılan en az bizim haber müdürü kadar beynamaz biri, yemeden içmeden telefona sarıldı ve dinsiz basının silahşorlarından Vatan'ı aramayı akıl etti. Sonrası malûm..." diye anlatıyor yaşadıklarını.

Neticede kendisine makul gelmese de bu, yöneticiler nazarında bir haberdir ve bu habere gidilecektir. Mecidiyeköy'de bulunan gazete binasından Emirgan Korusu'na gidene kadar cemaatin dağılacağını kestirmiştir Göktürk. "Saate baktım 14.30 gibiydi. Vakit namazı kılıyorlarsa öğle namazıdır ve en fazla 20 dakikada biter. Kaza kılıyorlarsa daha kısa sürer. Yok Emirgan Korusu'ndaki güzel tabiatı görünce Allah'a verdiği nimetlerden ötürü şükür namazı kılıyorlarsa o daha da kısa sürer." diye düşündüğünü anlatıyor tecrübeli muhabir. Trafik açık olsa bile yol en az yarım saat sürecektir. Göktürk, bir yandan hazırlanıp bir yandan da bunları düşünürken, ikinci bir haykırışla irkilir. Ülkesini aydınlığa (!) çıkarmak için bağıran ses: "Daha duruyor musun Yüksel! Çabuuk, hepsini çek... Değişik açılardan çek...Çabuuk!" demektedir.

Hikayenin hazin tarafı burada başlar. Göktürk, habere giderken çalıştığı yeri, kime ve neye hizmet ettiğini düşünmeye dalar. Derken Emirgan Korusu'na gelmiştir. Mescidin etrafına bakınır ama namaz kılanları göremez. Bu hazin hikayenin geri kalanını şu cümlelerle ifade ediyor Yüksel Göktürk: "Biraz aşağılara indim. Haa işte ordalar! Kara çarşaflı gerici kadınlar.

Muhtemelen namaz eylemini bitirmişler, şimdi de yanlarında getirdikleri yiyeceklerle kendilerine piknikçi süsü vermeye çalışıyorlar. Gerçekçi olsun diye de yanlarına çocuklarını da almışlar. Sofralar kurulmuş; börekler, sarmalar, pastalar yerleştirilmiş sofraya çocuklar etrafta oyunlar oynuyor. Biz yer miyiz bu piknik numarasını! Hemen sarıldım fotoğraf makineme. Bastım deklanşörüne. Boş değil ha bu kara çarşaflı kadınlar, hemen uyandılar. Durup dururken niye fotoğrafımızı çekiyor bu keçi sakallı diye homurdanmaya başladılar. İçlerinden biri 'Ne çekiyorsun' diye diklenecek oldu, muhabir çevikliğiyle 'Piknikçilerle ve çevre temizliğiyle ilgili haber yapıyoruz da' yalanını uyduruverdim. Kendimden ve insanlığımdan utanarak. Dışarıdan görünmüyordu ama kalbim kanıyordu. Öyle bir kanıyordu ki sanki insanlığım, Müslümanlığım ölüyordu içimde. Bir taraftan fotoğraf çekiyor bir taraftan da beni buraya namaz kılanların fotoğrafını çekmeye gönderene, ona haber verene, namaz kılmayı suçmuş gibi gösterenlere, onu imansız yetiştiren sisteme, öğretmenine, öğretmeyenine… Daha sonra aynı gruptan olduklarını tahmin ettiğim ve kadınlardan az ötede sofra kurmuş, biri ak sakallı hacı ikisi genç üç kişinin yanına yaklaşarak Allah'ın selamını verip aldım. Onlar da kıllanmıştı fotoğraf çekmemden. Hacı beni sofraya davet etti. Bağdaş kurup oturdum yanlarına. Doğrudan girdim konuya. Çünkü kadınlara yaptığım haberin masum olduğu yalanını söylemiştim ve bir başka yalanı yüreğim götürmezdi. 'Hacı buraya niye geldim biliyor musun?' diye sordum. Hacı 'Bilmiyorum niye geldin evlat?' dedi. Burada kara çarşaflı kadınlar topluca namaz kılıyormuş. Bunu görerek rahatsız olan biri bizim gazeteyi aramış. Benim müdür de beni gönderdi namaz kılan kara çarşaflı kadınları çekmem için. Ben buraya namaz kılan kara çarşaflı kadınları çekmeye geldim' dedim. Hacı da ben de sustuk. Sonra hacı 'O namaz kılanlar bizdik. Suç mu işledik namaz kılmakla?' dedi. Diyecek bir şey bulamadım. Bağcılar'da bir kursun katılımcıları olduklarını anlattı hacı amca. Havalar ısınınca kurs verenler, tüm kursiyerleri bir otobüse bindirip İstanbul'un nadide güzelliklerinden olan Emirgan Korusu'na piknik yapmaya getirmişler. Namaz vakti gelince namaza durmuşlar. Mescit küçük olduğu için bazıları dışarıda, çimlerin üzerinde eda etmiş namazını. Hepsi bu. Bunu gel de kendini aydın sanan gazete yönetimindeki zavallılara anlat. Orada hacıyla ve diğer iki arkadaşla uzun uzun sohbet ettik. Nasıl oluyordu da nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede namaz kılmak garipseniyor, namaz kılanlar gerici ilan ediliyor, dinini yaşamak isteyenler nasıl infaz ediliyordu. Bunun cevabını aradık. Vakit dardı, bulamadık. Aslında bulduk da yeri değil."

İşe alırken 'namaz kılman sıkıntı olur' deselerdi çalışmazdım

Basın dünyasının hatırı sayılır bölümünde, Vatan gibi bir gazetede sözgelimi, inançlı bir insansanız, yani cuma ya da bayram namazına gidiyorsanız 'dinci' olursunuz. Birlikte çalıştığımız kişilerden biri bir keresinde, "Yüksel ben seni araştırdım. Sen 'hacı hocaymışsın" dedi. Bunu diyen üniversite okumuş, görünüşte eğitimli biri. Eğer inançlı bir insansan bitti. Herkes bunu yaşıyor gazetecilik yaparken. Sorarsan eğer namaz kılmak yasak değil ama mahalle baskısı, servis baskısı ve medya baskısı var işte. Onların mantığına göre 'Bizden değilsin.' Sadece haftada bir cuma namazına gitsen bile sen öteki Türkiye'sin. Bu bünye almıyor seni. Ancak yalvaracak da değiliz 'beni al' diye. Ben sana yalakalık etmek, inancımdan kişiliğimden taviz vermek zorunda değilim. Vermem de zaten. Sen bana işe alırken sigara içiyor musun diye sordun, üniversite mezunu musun diye sordun, tecrübelerimi sordun. Niye oruç tutuyor musun, namaz kılıyor musun diye sormadın. O zaman almazdın. Benim geçmişimi bilerek aldın.

İçlerindeki ağrı inançlı insanların başa gelmesi. İnançlı bir insan nasıl cumhurbaşkanı olur, nasıl başkomutan olur. Orası 3-5 kişinin kalesi değil, orası tüm Türkiye'nin ve Cumhuriyetin kalesi. 'İyi de namaz kılıyor.' diyorlar. Kılsın… Sana ne, kime ne… Eskiden zencilerle beyazlar arasında bir mücadele vardı. Beyazlar zencileri nasıl görüyorsa biz de onların gözünde öyleyiz. Ben Vatan Gazetesi'nde 5 yıl zenciydim. Onlar Beyaz Türk ben zenciyim. O kesim öyle görüyor. Medya kuruluşlarının başındakiler beyaz Türk. Seninle aynı lokantaya gitmezler. Seninle aynı alışveriş yerine gitmezler, senin içtiğin yerden su içmezler. Aynı havayı teneffüs etmezler. Bundan rahatsızlık duyarlar. Sadece ben Yeşilköy'de oturayım. Orası güzel bir semt olsun ve sadece ben yaşayayım. Başka semtler olmasın, ben onlarla bir değilim. Onlar varoş. Gelişmesini istemiyorlar ülkenin. Eğer birinin cebinde para olacaksa benim cebimde olsun, onların cebinde olmasın.

Ben yıllarca Vatan Gazetesi'nde zenci olarak bulundum. Ama zenciliğimden hiçbir zaman utanmadım, gocunmadım. Dimdik durdum, çünkü zenci olmak suç değil. Bana işe alırken namaz kılıyorsan sıkıntı olur deselerdi ben zaten orada çalışmazdım. Benim babam uzun yıllar yurtdışında kaldı, orada böyle bir sıkıntı çekmedi. Orada senin namaz vaktin geldi namaz kılmayacak mısın diyorlardı. Burada saygı gösterilmediği gibi horlanıyor.

KUR’AN’IN DÖRT TEMEL TERİMİ / MEVDUDİ

İLAH,RAB,DİN ve İBADET;bu dört terim Kur'an terminolojisinde temel bir öneme sahiptir. Kur'an'ın tüm daveti yalnızca Allah Teala'nın Rab ve İlah olduğu şeklindedir.


İLAH,RAB,DİN ve İBADET;bu dört terim Kur"an terminolojisinde temel bir öneme sahiptir.

Kur"an"ın tüm daveti yalnızca Allah Teala"nın Rab ve İlah olduğu şeklindedir.O"ndan başka ne herhangi bir İlah ve Rab e herhangi bir uluhiyet ve ne de rububiyet vardır.O"nun şeriki de yoktur.Bu yüzden sadece O"nun İlah ve Rab olarak kabul edilmesi,O"ndan başka herkesin ilahlık ve rablik iddiasının reddedilmesi,O"na ibadet edilip başkalarına edilmemesi,dinin sadece O"na hasredilmesi,diğer başka dinlerin ise reddedilmesi gerekmektedir.

"Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki ona "Benden başka bir ilah olmadığından (sadece) bana ibadet ediniz" diye vahyetmiş olmayalım" (Enbiya, 25)
 
"Onlara tek bir ilaha ibadet etmelerinden başka bir şey emredilmemişti.Ondan başka bir ilah yoktur.Onların şirk koşmalarından O münezzehtir." (Tevbe, 31)

"İşte bu sizin (tüm nebiler) ümmetiniz tek bir ümmet ve ben sizin rabbiniz olduğumdan yalnız bana ibadet ediniz." (Enbiya, 92)

"De ki,"her şeyin Rabbi O olduğu halde Allah"tan başka rab mi edineyim?" (En"am, 164)

"Rabbine kavuşmayı umanlar salih ameller işlemeli ve rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak koşmamalıdır." (Kehf, 110)

"Andolsun ki,biz her ümmete Allah"a ibadet edin de Tağuta ibadet etmekten sakının mesajını taşıyan bir peygamber gönderdik." (Nahl, 36)

"Göklerde ve yerde ne varsa O"na isteyerek ve istemeyerek boyun eğdiği ve O"na döndürülecekleri halde Allah"ın dininden başka bir din mi edinmek istiyorlar." (Al-i İmran, 83)

"(Ey Peygamber) De ki, Bana dini kendisine has kılmış olduğum halde Allah"a ibadet etmem emredildi." (Zümer, 11)

"Allah hem benim rabbim ve hem de sizin rabbiniz olduğu için O"na ibadet edin.İşte doğru yol budur." (Al-i İmran, 51)

Bu birkaç ayet burada sırf misal olarak verilmiştir.Kur"an okuyan kişi ilk bakışta Kur"an"ın tüm beyanlarının bu dört terim etrafında dönüp dolaştığını hemen fark edecektir.Bu kitabın ana temasını şunlar oluşturmaktadır;

Allah Rab ve İlah"tır.
Rablik ve İlahlık Allah"dan başkasının şanından değildir.
Bu nedenle İbadet"in O"na has kılınması gerekir.
Yine bunun için Din"in de O"na has kılınması gerekir.
,
İLAH

CAHİLİYE İNSANININ İLAH DÜŞÜNCESİ

İslam"dan önceki arapların ve eski milletlerin ilahlık bağlamında ne gibi düşüncelere sahip olduklarına,buna karşılık Kur"an"ın bu sözcükle ilişkili hangi yaklaşımları reddettiğine de bakmamız gerekmektedir.

1. "Onlar,kendileri için bir güç kaynağı olmak üzere (ya da onların himayesine girerek mahfuz kalmak için) Allah"tan başka ilahlar edindiler." (Meryem, 81)
"Yardım edilecekleri (Yani ilahların kendilerine yardım edecekleri) ümidiyle Allah"tan başka ilahlar edindiler." (Yasin, 74)

Bu iki ayet-i kerimeden anlaşılmaktadır ki,cahiliye ehli,ilah olarak niteledikleri varlıkların kendilerini desteklediğini,musibet ve belalardan koruduğunu ve onların himayesinde korku ve zarardan mahfuz kaldıklarını düşünüyordu.

2. "Rabbinin kararının vakti gelince,Allah"a şerik koştukları ilahları bir işe yaramadı ve onların yıkım ve felaketlerinden başka bir şeyi artırmadı." (Hud, 101)

"Allah"tan başka edindikleri ilahlar,yaratılmışlardır,hiçbir şey yaratamazlar,diri değil ölüdürler,ne zaman yeniden diriltileceklerini de bilmezler,ilahınız tek bir ilahtır." (Nahl, 20-22)

"Allah"tan başka ilah edinme,O"ndan başka ilah yoktur." (Kasas, 88)

"Allah"tan başkalarını (ilah olarak) çağırıp duranların,gerçekte bu ortak koşageldikleri şeylere de uyup bağlandıkları yok (ya)… Sadece vehim ve zanlarına uyuyor onlar;yalan söylemek,bütün yaptıkları." (Yunus, 66)

Bu ayetler birkaç meseleye ışık tutmaktadır:

a. Cahiliye insanı,ilah olarak nitelediklerinden sorunlarının çözümünü ve gereksinimlerinin karşılanmasını diliyor,başka bir deyimle onlara niyazda bulunuyordu.

b. Onların ilahları sadece cin,melek ya da tanrılardan oluşmuyordu.Bunlar arasında ölüp-gitmiş insanlar da vardı.Nitekim bu, "Diri değil ölüdürler" ve "Ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler" ibarelerinden açıkça anlaşılmaktadır.

c. Onlar ilahlarının,kendi dualarını işittiğini ve onlara yardım etmeye kadir olduğunu zannediyordular.

RAB

KUR"AN-I KERİM"DE RAB KELİMESİNİN ÇEŞİTLİ KULLANIŞ ŞEKLİ

1.Mürebbi,gereksinimleri karşılayan,terbiye veren ve yetiştiren;

2.Kefil,gözetici,koruyup kollayan,ıslahla sorumlu olan;

3.Çeşitli kimselerin oluşturduğu bir toplulukta merkezi bir sıfata sahip olan;

4.Kendisine bağlananların efendisi,sözü geçen,üstünlüğü ve yüceliği kabul edilen ve tasarruf hakkına sahip,itaat ve boyun eğilen efendi,güç ve egemenlik sahibi reis;

5.Malik,efendi.

Rab kelimesi Kur"an-ı Kerim"de yukarıda açıkladığımız tüm manalarda kullanılmıştır.Ayetlerde,bazen bu manalardan sadece bir ya da ikisi bazen daha fazlası bazen de beş anlamıyla birden kullanılmıştır.Bunu Kur"an-ı Kerim"den çeşitli misaller vererek daha da açık bir şekilde göstermek istiyoruz:

a. Rabb"ın ilk manada kullanılışına misal:

"O (Yusuf) (Bundan) beni güzel bir şekilde korumuş olan Rabbime sığınırım dedi." (Yusuf, 23)

b. Birinci manayı da kısmen ihtiva eden ikinci manada kullanılışına misal:

"Doğrusu sizin bu mabudlarınız benim düşmanımdır.Benim dostum,ancak beni yaratmış olan ve hidayete erdiren,beni yediren ve içiren,hastalandığımda bana şifa veren,alemlerin rabbidir." (Şuara, 77-80)

"Sahip olduğunuz ne kadar nimet varsa,hepsi Allah"tandır.Sonra,herhangi bir belaya düşerseniz,şaşkın bir halde hemen O"na yönelirsiniz.Ancak O,sizden belayı giderince, (bütün bu nimetler ve sıkıntıları gidermelere rağmen) sizlerden bazıları rablerine başkalarını ortak koşarlar." (Nahl, 53-54)

"De ki: Her şeyin rabbi yalnız O iken,Allah"tan başka rabler mi arayayım?"
(En"am, 164)

"Doğunun da batının da rabbi O"dur.O"ndan başka ilah yoktur.Öyleyse O"nu vekil (tüm işlerinde kefil ve mesul) tut." (Müzzemmil, 9)

c.Rabb"ın üçüncü anlamda kullanılışına misal:

"O rabbinizdir ve dönüşünüz O"nadır." (Hud, 34)

"Sonra,dönüşünüz rabbinizedir." (Zümer, 7)

"De ki: Rabbimiz sonunda hepimizi toplar." (Sebe, 26)

"Sizin gibi bir ümmet olmayan,ne yeryüzünde bir canlı ne de havada iki kanadıyla uçan bir kuş vardır.Biz kitabımızda bunlardan hiçbirini gözümüzden kaçırmadık.Sonra,onların hepsi rableri(nin huzuruna) toplanacaklardır." (En"am, 38)

"Sura üfürülünce,onların hepsi mezarlarından rableri(nin huzuru)na koşarak çıkarlar." (Yasin, 51)

d. Rab kelimesinin az çok üçüncü manayı da ihtiva eden dördüncü manada kullanılışına misal:
"Onlar Allah"ı bırakıp ta alimlerini ve dervişlerini rabler edindiler." (Tevbe,31)

"Bizden hiçbir kimse Allah"tan başkasını rab edinmesin." (Al-i İmran, 64)

Bu son iki ayette erbab (rabler) kelimesi ile kastedilen,milletlerin ve toplumların kesin olarak kendi önder ve liderleri olarak benimsedikleri kimselerdir.Bu kimselerin uyguladıkları emir ve nehiyler,kural ve kanunlar,helal ve haramlar herhangi bir delile ihtiyaç duyulmaksızın kabul edilmekte ve onlar haddi zatında kendilerini hüküm ve yasak koyma hakkına haiz görmektedirler.

"Yusuf (a.s) dedi ki: Sizlerden biri rabbine (efendisine) şarap içirecek… ve bu ikisinden kurtulacağını sandığına Yusuf rabbinin (efendinin) yanında beni an dedi.Ancak,şeytan rabbine (efendisine) onu hatırlatmayı unutturdu…" (Yusuf, 41-42)


İBADET

KUR"AN"DA İBADET KAVRAMININ KULLANIMI


Kur"an"ı Kerim"e yöneldiğimizde söz konusu kelimenin çoğunlukla ilk üç manasının (köle,itaat ve kulluk) kullanılmış olduğunu görüyoruz.

I. Kölelik ve İtaat Manasında İbadet

İbadet kavramının birinci ve ikinci manaları ile ilgili misaller şunlardır:

"Sonra Musa ve kardeşi Harun"u, ayetlerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve önde gelen çevresine gönderdik.Ancak onlar büyüklük tasladılar.Şu iki adamın kavmi bize kölelik ederken,şimdi biz kalkıp bizim gibi iki insana mı inanacağız,dediler."
(Müminun, 45-47)

" (Firavun"un çocukluğundan beri besleyip büyütmekten bahisle Hz.Musa"yı nankörlükle suçlaması üzerine) Hz.Musa şöyle dedi; "Başıma kaktığın bu nimet İsrailoğullarını köle kılmandan ötürüdür." (Şuara, 22)

Bu iki ayette ibadet ile kastedilen kölelik,itaat ve emirlere uymaktır. Firavun "Musa ve Harun"un kavmi bizim kölemizdir" demişti.Yani "bizim kölemiz ve emirlerimize itaat edenlerdir" demek istemişti.

"Ey iman edenler,eğer siz bana ibadet ediyorsanız, size bağışlamış bulunduğumuz temiz şeylerden yiyin ve Allah"a şükredin." (Bakara, 172)

Bu ayetin nüzul sebebi şudur: İslam"dan önceki Arap toplumu atalarından kalma örf ve adetlere ve önderlerinin koymuş olduğu yasalara uyarak yeme ve içmede çeşitli engeller ve yasaklar koyarlardı.Bu insanlar İslam"ı kabul edince Allah Teala şöyle buyurdu:

"Eğer siz bana ibadet ediyorsanız,bütün o eski yasakları kaldırın ve benim size helal ettiklerimi hiçbir sakınca görmeden yiyin için." Bunun manası açıkça şudur; Eğer siz önderlerinize ve büyüklerinize kulluğu,boyun eğmeyi ve itaatı bırakıp ta yalnızca bana boyun eğip,kulluk ve itaat ediyorsanız, sizin için artık helal ve haram kılma hususunda onlara değil,bana uymanız,onların yasalarını tümüyle reddetmeniz gerekir.Bu da gösteriyor ki,yukarıdaki ayette de ibadet kelimesi sadece kölelik ve itaat manasında kullanılmıştır.

"De ki; Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size söyleyeyim mi? Allah kim(ler)e lanet ve gazap etmiş,kimlerden maymunlar,domuzlar ve tağuta kulluk(ibadet) edenler kılmışsa,işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır." (Maide, 60)

"Andolsun ki biz her kavme "Allah"a ibadet edin ve tağuta ibadetten kaçının" diye bir elçi gönderdik." (Nahl, 36)

"Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah"a yönelenlere müjde var.Müjdele kullarımı!.." (Zümer, 17)

Bu üç ayette de "tağuta ibadet"le kastedilen tağuta itaat ve köleliktir.Daha önce de işaret ettiğimiz gibi,Kur"an terminolojisinde tağut kavramıyla,Allah"a isyan ederek Allah"ın mülkünde kendi buyruk ve yasalarını hakim kılmaya çalışan ve O"nun kullarını ya zorbalık ve terörle yada vaad,ulufe veya propaganda gibi aldatıcı yollarla kendisine itaat ve kulluğa çağıran her türlü devlet,hükümet,düzen,sistem,önder,kişi ve zümre ifade edilmektedir. Kur"an"a göre bu tür sistem, kişi yada zümrelere boyun eğmek ve ona itaat ederek onun koyduğu buyruk ve yasalara bilerek isteyerek uymak açıkça tağuta kulluk,tağuta ibadet etmek demektir.

DİN

KUR"AN"DA DİN KAVRAMININ KULLANILIŞI


Kur"an mesajı içinde "din" kavramı, aşağıda sıraladığımız dört ana kısımdan oluşan mükemmel bir düzeni tarif etmektedir:

1. Hakimiyet ve egemenlik.

2. Hakimiyet karşısında boyun eğme ve itaat.

3. Söz konusu hakimiyetin etkisi altında kurulan fikri ve ameli düzen.

4. Bu düzene bağlılık ve itaat sonucu elde edilen mükafat ya da isyan ve karşı çıkmanın neticesi olarak, yüce egemenlik tarafından verilen mükafat yada ceza.

Kur"an "Din" kavramını bazen birinci ve ikinci manaları (hakimiyet, egemenlik ile itaat ve boyun eğme) bazen üçüncü (düzen) bazen de dördüncü manası (yargı,ceza) ile kullanmakta; bazı ayetlerde ise "Din" diyerek, dört ana kısımdan oluşan söz konusu mükemmel düzeni kasdetmektedir.Bu farklı kullanımları iyice anlayabilmek için aşağıdaki ayetleri gözden geçirelim.

Birinci ve İkinci Manasıyla Din

"Sizin için yeryüzünü bir durak, bir konak yeri kılan ve gökyüzünü de çatı gibi ayakta tutan Allah"tır.O sizlere bir biçim verdi, şu görünüşünüzü de en güzel kıldı ve sizi güzel şeylerle rızıklandırdı.İşte budur Rabbiniz olan Allah.Alemlerin Rabbi Allah"ın bereketi ne yücedir! O diridir.Ondan başka ilah yoktur.Öyleyse dini O"na has kılarak (Allah"a) dua edin." (Mümin, 64-65)

"De ki; "Dini Allah"a halis (özgü) kılarak, O"na kulluk etmekle emrolundum." Ve ben Müslümanların ilki olmakla da emrolundum… De ki; Ben dinimi yalnızca O"na halis kılarak Allah"a ibadet ederim.Siz de O"nun dışında dilediklerinize ibadet etmekte serbestsiniz. …Tağuta ibadetten kaçınıp da içten Allah"a yönelenlere müjdeler olsun."
(Zümer, 11-17)

"Hiç şüphesiz biz sana bu kitabı hak ile indirdik.Öyleyse sen de dini yalnızca O"na halis kılarak Allah"a ibadet et.Haberin olsun, halis olan din yalnızca Allah"ındır.O"ndan başka veliler edinerek; Biz bunlara, sırf bizi Allah"a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz (ibadet ediyoruz) diyenlere (gelince); şüphesiz ki Allah, onlar arasında ayrılığa düştükleri şeyde hükmünü verecektir.Allah yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez." (Zümer, 2-3)

"Göklerde ve yerde ne varsa O"nundur.Din de halis olarak ancak O"na aittir.Öyleyse, Allah"tan başkasından mı korkuyorsunuz? (Yani, Allah"tan başka, hükmüne uymamaktan sakındığınız ve gazabından korktuğunuz başka bir ilah mı var?)
(Nahl, 52)

"Allah"ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa, göklerde ve yerde ne varsa ister istemez O"nun emrine uymuştur ve O"na döndürülüp götürülecektir."
(Al-i İmran, 83)

"Oysa kendilerine, dini yalnız Allah"a halis kılıp, O"nu birleyerek Allah"a kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekatı vermeleri emredilmişti.İşte doğru din budur."
(Beyyine,5)


KİTABIN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN
  http://www.ayetler.com/data/kitaplar/Mevdudi.rar