7 Aralık 2008 Pazar

Kurbanlarinizdan yeyin, tasadduk edin ve biriktirin...

Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdular ki:

"Kurbanlarinizdan yeyin, tasadduk edin ve biriktirin"

(Tac, III, 217, Buhari-Müslim-Ebu Davud, Tirmizi, Nesei)

---

Bu hadis-i seriften anlasildigina göre bir Müslüman kesmis oldugu kurbanin etinden bir miktarini çoluk-çocugu ile yer; bir miktarini da yoksullara muhtaçlara dagitir. Çoluk çocugun, yani kurban sahibinin aile fertlerinin yedigi kurban eti hadiste geçen "biriktirme"ye tekabül eder.

Her halükârda kurban kesen kisinin iki rekât namaz kilarak Cenâb-i Hakk'a hamd-ü sena etmesi, dua etmesi ve kurbanin Hakk katinda kabulü için yalvarmasi uygun görülmüstür.

Hadis Türleri ve Taksimatı İle İlgili Istılahlar-II

  • Birinci Fasıl
    • HADİSİN KISIMLARI
  • İkinci Fasıl
    • SAHİH HADİS (Yukarıda açıklandı.)
    • MÜTEVATİR HADİS (Yukarıda açıklandı.)
  • Üçüncü Fasıl
    • HASEN HADİS (Yukarıda açıklandı.)
  • Dördüncü Fasıl
    • ZAYIF HADİS
      • Zayıf Hadisin Nevileri
        • 1. Mürsel Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 2. Munkatı` Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 3. Mu`dal Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 4. Müdelles Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 5. Mu`allel Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 6. Muztarib Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 7. Maklûb Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 8. Şâz Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 9. Münker Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • 10. Metrûk Hadis (Yukarıda açıklandı)
        • Beşinci Fasıl
          • SAHİH-HASEN-ZAYIF HADİSLER ARASINDA MÜŞTEREK ISTILAHLAR
            • A. 1- Merfû`, 2- Müsned, 3- Muttasıl veya Mevsûl Hadisler
              • 1-Merfu` Hadis: (Yukarıda açıklandı.)
              • 2-Müsned Hadis: İlk raviden sonuncu raviye kadar, senedi "muttasıl olarak" Resûlullah`a ref` edilen hadistir. Merfû`un isnadında inkita` olabileceğini gördük; çünkü onda sadece metnin durumuna bakılır. Müsned ise "ittisâl" ve "ref`" şartlarına sahiptir. Bu yüzden her "merfû`" "müsned" değildir. Müsnedde isnada ve metne dikkat edilir. Senedinde sonuna kadar ittisal bulunduğundan, her "müsned" "muttasıl"; metni Resulullah'a ulaştığı için yine her "müsned" "merfû`"dur.
              • 3-Muttasıl veya Mevsûl Hadis: İster Resûlullah`a ref` edilmiş olsun, ister sahabi veya daha berideki bir şahısta kalsın, senedinde kesiklik olmayan hadistir. Hatîbu`l Bağdâdî muttasıl ile müsned arasında çok-az kullanılma dışında bir fark görmez.
                *** Bu üç ıstılah hakkında kısaca şunları söyleyebiliriz: "Merfû`" bazen "muttasıl" olduğu gibi olmayabilir de; "muttasıl" da bazen "merfû`" olur bazen olmaz. "Müsned" ise bu ikisinden daha genel bir tabir olup aynı zamanda "muttasıl" ve "merfû`"dur. Bütün bu ıstılahlar ravilerinin durumuna göre sahih, hasen veya zayıf olmaya müsaittir.
        • B.4- Mu`an`an, 5- Mü`enen, 6- Mu`allak Hadisler
          • 4-Mu`an`an Hadis: Tahdîs ve semâ` sözleri açıkca belirtilmeden senedinde "fülanün `an fülânin" denen hadistir. Genel görüşe göre şu üç şart bulunursa "mu`an`an" isnad "muttasıl" gibi kabul edilir: Râvînin adaleti, rivayet ettiği kişiyle görüştüğünün sübûtu ve "tedlîs"ten uzak olması. "Mu`an`an" sahîhaynde bolca mevcuttur. Hatta Müslim görüşme şartını koşmamıştır, bu görüşüne tenkidler olmuştur. Bazı münekkidler "mu`an`an"ı "mürsel" kabul ederek icthihada elverişli görmemişlerdir. İhticac edilir diyenler de olmuştur, Nevevî "mu`an`an"ı "mürsel" kabul etmenin Selefin içtihadına aykırı olduğunu söylemiştir.
          • 5-Mü`enen Hadis: Senedinde "haddesenâ fülânün ENNE fülânen" ibâresi kullanılan hadistir. İmam Mâlik "mü`enen" ile "mu`an`an" arasında fark görmez. Berdîcî, "mü`enen" de semâ vuku bulduğu bir başka hadisle ortaya çıkıncaya kadar onu "munkatı`" kabul eder.
          • 6-Mu`allak Hadis: (Yukarıda açıklandı.)
            *** Bu üç çeşit hadiste mühim olan nokta şudur: Bunları sırf zayıf olarak kabul etmek doğru olmamakla beraber, râvîlerinin haline bakarak sahih, hasen ve zayıf sıfatlarından biri verilebilir.
          • C. 7-Ferd, 8- Garîb Hadisler
            • 7-Ferd Hadis: Tarîkleri çok olsa bile tek râvînin infirad ettiği hadistir. Bunun "şâz" ile karıştırılması doğru değildir. Çünkü "şaz"da teferrüd ve muhalefet şartlarının bulunması gerekir. "Ferd" denince akla gelen mutlak ferddir. Ferd hadisteki teferrüd senedin aslında yani sahabinin bulunduğu yerde vuku bulur. "Hadis muhtelif tariklerle rivayet edilse bile, yine o sahabiye irca edilmiş olur."
            • 8-Garîb Hadis: Senedin herhangi bir yerinde, bir şahsın rivayetinde teferrüd ettiği hadistir. Gârib hadisde teferrüd senedin başında değil devamında olur ve sadece bulunduğu yer ile kayıtlı olur. Mesela bir hadisi sahabiden birkaç kişi rivayet eder de, sonra o hadisi bu râvîlerden sadece biri rivayet eder. Garîb hadisin üç şekli vardır: a- Bir şahsın bir şahıstan teferrüdü, b- Bir şehir halkının bir şahıstan teferrüdü, c- Bir şahsın diğer bir şehir halkından rivayetiyle meydana gelen teferrüd.
            • D. 9-`Azîz, 10- Meşhûr, 11- Müstefîz Hadisler
              • 9-`Azîz Hadis: Bir hocadan iki veya üç kişinin müştereken rivayet ettikleri "garîb" hadistir.
              • 10- Meşhûr Hadis: (Yukarıda açılandı.)
              • 11- Müstefîz Hadis: Bir hocadan rivayet eden bu topluluğun sayısı, senedin başında da sonunda da aynı olan hadistir.
                *** Bu üç tür teferrüdden birer kademe daha yükselseler bile, yine de "garîb" hadisin isimleri ve lakabları olmaktan başka birşey değildirler.
              • E. 12- `Âlî, 13- Nâzil İsnadlı Hadisler
                • 12-`Âlî İsnadlı Hadis: Mutlak ve nisbî olarak iki türlüdür. Mutlak `âlî isnad, senedinde birçok râvînin yer aldığı başka bir senede nazaran, adetlerinin azlığı sebebiyle râvîleri Resûlullah`a yaklaşan isnaddır. Nisbî `âlî isnad senedindeki râvîler, sağlam bir şekilde A`meş, İbnu Cureyc, Mâlik, Şu`be v.b. hadis imamlarından birine veya Kütüb-i Sitte, Muvatta gibi meşhur ve mu`temet kitapların müelliflerinden birine yakın olan isnaddır. Nisbî denişin sebebi ondaki ulüvvun hakiki değil izafi oluşudur.
                • 13-`Nâzil İsnadlı Hadis: `Âlî isnadın karşılığıdır. Kısımları `âlî isnadın kısımlarına bakarak anlaşılır.
                • F. 14- Mütâbi`, 15- Şâhid Hadisler
                  • 14-Mütâbi` Hadis: Râvîsine, hadisi tahric edilmeye elverişli olan başka bir râvînin muvafakat ettiği ve bu ikinci râvînin o hadisi şeyhinden veya daha üstteki birinden yaklaşık sözlerle rivayet ettiği hadistir. Aynı râvî için gelen mütabaat "tam mütâbi`" ; râvînin şeyhinden daha yukarıda olan mutabaat ise "kâsır mütâbi`" adını alır.
                  • 15-Şâhid Hadis: Hadisin râvîsine, bir başka râvînin aynı hadisi diğer bir sahabiden lafzen ve manen benzeyen -veya sadece mana itibariyle benzeyen- bir metinle rivayet ederek muvafakat ettiği hadistir. Hadis metninin lafzen azizleştiren "lafzî şâhid"; mana olarak azizleştiren "mânevî şâhid"dir.
                    *** Hadis ıstılahı kitaplarında bu iki ıstılahla birlikte bir de "i`tibâr" geçer. İ`tibar, mütabî` ve şâhid`i tanımaya bir vesiledir. Rivayet edilen hadisi başka bir râvînin rivayet edip etmediğini araştırmak demektir.
                  • G. 16-Müdrec Hadis: (Yukarıda açıklandı.)
                  • H. 17-Müselsel Hadis: Müsned ve muttasıl olup, içinde tedlîs bulunmayan ve rivayet şekli bakımından Resûlullah`a varıncaya kadar her râvînin bir önceki râvîden birbirinin aynı söz ve hareketleri içeren bir senedle naklettiği hadistir.
                  • I. 18-Musahhaf (ve Muharref) Hadisler: (Yukarıda açıklandı.)
                        • [Subhi es-Salih, "Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları" (trc: Prof. Dr. Yaşar Kandemir), İFAV, İstanbul 1996, sayfa 117-218 arasındaki bölümde açıklanan ve yukarıda bulunmayan ıstılahların özeti.]

                          Hadis Türleri ve Taksimatı İle İlgili Istılahlar-I

                          • I- KABUL VEYA RED AÇISINDAN:
                            • A- MAKBUL HADİS: Kendisiyle amel edilmesini gerektiren hadislerdir. ("Ma`mulun bih", "me`huzun bih" de denir.)
                            • B- MERDUD HADİS: Râvîsinin doğruluğu kabul edilmeyen ve kendisiyle amel etmek gerekmeyen hadistir.Hükmüyle amel edilip edilmemesi konusunda karar verilemeyen ("tevakkuf edilen") hadisler de merdud gibidirler.

                        • II- RÂVÎ SAYISI (VEYA DERECE-İ ŞUYU`) AÇISINDAN:
                          • II-A- MÜTEVATİR HADİS: (1) Yalan üzerinde birleşmeleri âdeten mümkün olmayan râvîler topluluğunun ("cemm-i ğafir"), her nesilde, kendileri gibi bir topluluktan alıp naklettiği, (2) işitme veya görmeye ("mahsûsat") dayanan hadistir. Kesin bilgi ifade eder, amel vaciptir, reddi küfrü gerektirir, tetkik ve tenkid dışıdır.
                            • II-A-1- Lafzen Mütevatir: Bütün rivayetlerinde lafızları aynı olan hadistir ki "yok denecek kadar" azdır. "Men kezebe aleyye..." misalidir. Kayıt konmadan "mütevatir hadis" denince "lafzen mütevatir" anlaşılır.
                            • II-A-2- Ma`nen Mütevatir: Aralarında ortak bir nokta bulunan değişik lafızlı hükümlerin, tevatür şartlarını taşıyan râvîlerce rivayet edilmesiyle ortaya çıkan "ortak manaya" denir. Mesela, 100 kadar değişik lafızlı hadisten çıkan bir mütevatir mana Resûlullah Aleyhissalatü ves`selâm`ın "ellerini kaldırarak dua ettiğidir."
                        • II-B- ÂHAD HADİS: Mütevatir hadis şartlarını taşımayan hadistir. (Mütevatir derecesine ulaşamamış hadistir.) (Kelime anlamı öyle olsa da, sadece bir kişinin rivayet ettiği hadis DEMEK DEĞİLDİR.) Hadislerin hemen hepsi bu anlamda âhaddır.
                        • II-C- MEŞHÛR HADİS:1- Başlangıçta âhad iken Tabiin ve Etbaut-tabiîn devrinde tevatür derecesine ulaşan hadistir.2- Tevatür şartlarını taşımayan topluluğun naklettiği ve her nesilde râvîsi "ikiden aşağı olmayan" hadistir. (İbni Hacer "ikiden fazla olan" demiştir.)
                          • II-C-1- Sened tetkiki sonuçlarına göre meşhur: - Sahih Meşhur, - Hasen Meşhur, - Zayıf Meşhur.
                          • II-C-2- Şöhret buldukları yere göre meşhur: - Hadisçiler nezdinde; - Hadisçiler, Ulema ve Halk nezdinde; - Fakîhler nezdinde; - Usûlcüler nezdinde; - Halk nezdinde meşhur.

                            • III- SENEDİN MÜNTEHASI (HADİSİN SÖYLEYENİ) AÇISINDAN:
                              • III-A- KUDSî HADİS: Ayet olmamak kaydıyla, Resûlullah`ın: "Allah Teâla şöyle buyurmuştur:" diyerek, Allah`a nisbet ve izafe ettiği hadistir. "İlâhî" ve "Rabbânî" hadis de denir. Konuları genelde Allah`ın sıfatlarıdır.
                              • III-B- MERFU` HADİS: Söz, fiil, takrîr; fıtrî veya ahlâkî vasıf olarak -muttasıl veya munkatı` olsun- açıkça (sarâhaten) veya dolaylı bir şekilde (hükmen) Resûlullah`a izafe edilen hadistir. İttifakla huccet sayılmıştır, bağlayıcıdır.
                                • III-B-1- Sarâhaten Merfû`: İçinde açıkça Resûlullah`a ait bir söz, fiil, takrir veya vasıftan söz edilen hadistir.
                                  - Kavlî hadis rivayet lafızları: "Resulullah şöyle buyurdu", "şunları haber verdi", "şöyle buyururken işittim", "şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir";
                                  - Fiilî hadis rivayet lafızları: "şöyle yaptığını gördüm", "şöyle yapardı";
                                  - Takrîrî hadis rivayet lafızları: "huzurunda şöyle yaptım, yaptı, yapıldı".
                                • III-B-2- Hükmen Merfû`: Herhangi bir "sahabi"nin, geçmiş peygamberler veya gelecekte cereyan edecek olaylar ya da işlenmesi halinde işleyene sevap veya günah kazandıracak konular gibi şahsî görüş ve kanaata dayanması mümkün olmayan ("mahalli ictihad ve re`y olmayan") konulara ait verdiği haberlerdir. İsrailiyyattan nakil yapmayan bir sahabi olması önem arzeder.
                                  - Kavlîye misal: İbni Mesud`un sihirbaz, arrâf, kâhin ve onlara gidenleri tekfir etmesi,
                                  - Fiilîye misal: Hz. Ali`nin Kusuf Namazında ikiden fazla rükû yapması,
                                  - Takrîrîye misal: "Resulullah zamanında şöyle yapardık, söylerdik", "şu sünnettendir" lafızları.
                                  III-B-EKLER- Ayrıca "tabiundan bir râvî" senedi sahabiye ulaştırıp şu ifadeleri kullanırsa da merfû` hadis olur: -"yerfa`uh, veyerfa`ul`hadîs: hadisi ref ederek rivayet etti"; "yenmîhi: isnad ederek"; "yebluğu bihi: sözü Resulullah`a ulaştırarak"; "yervîhi: Resulullah`dan rivayet ederek"; "rivâyeten, ravâhu".
                                  - Mürsel Merfû`: Sonraki nesilden bir râvî sözü "tabii"ye ulaştırıp üstteki ifadeleri kullanırsa.
                                  - Muallak Merfû`: Bütün sened hazfedilerek Resulullah'a izafet edilen hadis.
                            • III-C- MEVKÛF HADİS: Sahabilerin söz fiil ve takrirlerine dair -muttasıl veya munkatı`- haberlerdir. Sened sahabide kalıp Resulullah'a ulaşmaz. Sadece "sarahaten" mevkûf olur, hükmen olmaz. Misaller: "Hz. Ali şöyle dedi", "İbni Abbas şöyle yaptı", "İbni Ömer`den mevkûf olarak rivayet olundu ki", "hadis İbni Abbas`a varınca mevkûftur". (Dikkat: Vakkafahû tabiri geçen her hadis mevkûf olmayabilir.) Hanefilerden Râzî, Serahsî ve müteahhirûn ile birer görüşlerinde İmam Malik ve Ahmed Bin Hanbel mevkûf hadisi hüccet sayarlar. Bazı Hanefiler ve İmam Şafii huccet saymaz.
                            • III-D- MAKTU` HADİS: Herhangi bir tabiiye izafe olunan söz, fiil ve takrirlerdir. Etbâu`t Tabiîn de tabiî gibi kabul edilir. (İlk devirlerde bunun için Munkatı` terimi de kullanılmış.) Huccet değildir.

                              • IV- SIHHAT VEYA HÜKÜM AÇISINDAN:
                                • IV-A- SAHİH HADİS: "Adalet ve zabt sahibi ravilerin", "muttasıl senedle rivayet ettikleri", "şâzz" ve "muallel" olmayan hadistir. Hüccettir ve onunla amel vaciptir. "Bu hadis sahihtir" demek, onun sıhhat şartlarını taşıdığı ve o hadisin sahih olabileceği konusunda oldukça kuvvetli bir zanna sahip olunduğunu gösterir. Yalnız "mütevatir hadiste" olduğu gibi kesinkes bir kanaatten söz edilemez. Bu yüzden çoğunluk, itikadî konuların ancak Kur`ân ve mütevatir hadis ile sabit olacağını kabul eder. Sahih hadisin dereceleri şunlardır:
                                  -Buhari ve Müslim'in kitaplarına aldıkları hadisler. (Formülü: B+,M+),
                                  -Buhari'nin yalnız başına rivayet ettiği hadisler. (B+),
                                  -Müslim'in yalnız başına rivayet ettiği hadisler. (M+),
                                  -Kitaplarına almamış da olsalar Buhari ve Müslim'in şartlarına uygun olan hadisler.(B/,M/),
                                  -Yalnızca Buhari'nin şartlarına uygun olan hadisler.(B/),
                                  -Yalnızca Müslim'in şartlarına uygun olan hadisler.(M/),
                                  -Buhari ve Müslim dışındaki hadis mütahassılarının sahih dedikleri hadisler.(Diğerleri/).
                                  • IV-A-1- Sahih Li Zâtihî: Mutlak olarak sahih hadis denince bu anlaşılır.
                                  • IV-A-2- Sahih Li Ğayrihî: Sıhhat şartlarını en üst seviyede taşımamasına rağmen, kendisini sahih derecesine çıkaracak bir başka rivayet ("âdıd") bulunan hadistir. "Sahil lâ li zâtihî" de denir.
                              • IV-B- HASEN HADİS: Zabtı biraz gevşek olan ravilerin muttasıl senedle rivayet ettikleri şâzz ve muallel olmayan hadistir. Sahihten farkı, râvîsinin zabtının mükemmel olmayışıdır. İttifakla ihticac ve amel bakımından makbuldür.
                                • IV-B-1- Hasen Li Zâtihî: Mutlak olarak hasen hadis denince bu anlaşılır. Lafzı benzer bir başka hadis ("mütabi`") ile takviye olunursa, Sahih Li Ğayrihi derecesine yükselir.
                                • IV-B-2- Hasen Li Ğayrihî: Yalancılıkla itham edilmemiş ve çok hata yapacak kadar dalgın olmayan "ve fakat ehliyeti açıkça anlaşılamayan ("mestûr") bir râvîsi bulunan hadis" lafız veya mana yönünden başka rivayetlerle desteklenirse bu adı alır. Kısaca: "Âdıd ile hasen mertebesine çıkan hadistir." Zayıf hadise çok yakındır, zayıftan farkı onu destekleyen bir veya birkaç rivayetin olmasıdır. Çoğunlukla başka hadisleri desteklemek ("i`tibar") için kullanılır.
                                  IV-B-EK- Hasen-Sahih: 1- Birkaç senedi olan ve Sahihlik derecesine ulaşan hadis. 2- Bir tarikten Hasen bir tarikten Sahih hadis.
                                  Hasen-Garîb: Gariblik hem sened hem de metinde olur da bir tek senedle rivayet edilmiş olursa ve manasını takviye eden başka deliller bulununca onu "hasen li zatihi" kabul ettiğini göstermek için Tirmîzi bu adı verir.
                                • IV-C- ZAYIF HADİS: Sahih ve Hasen hadis şartlarını taşımayan hadistir. Sahih ve Hasen hadis şartlarından herhangi biri eksik olursa hadis zayıf demektir. Birden fazla şart noksan olursa zayıflık daha şiddetli olur. Böylece zayıf hadisin dereceleri de farklılık arzeder. Bu yüzden çeşitleri hakkında 49`dan 510`a kadar değişen rakamlar verilmiştir.
                                  Tirmizî`ye gelinceye kadar hadisler "sahih" ve "sakîm (zayıf)" diye ikiye ayrılırdı. Zayıf hadisler de "metrûk" ve "ğayr-i metrûk" olarak ikiye ayrılıyordu. Tirmizî`den sonra sahih ile zayıf arasına bir de "hasen" çeşidi girdi. Böylece "Ğayri metrûk zayıf" hadisler "hasen" terimiyle zayıflar arasından ayrılmış oldu. O halde Tirmizî`den önce yaşamış bir muhaddisin dilindeki "zayıf hadis" teriminin "hasen hadisleri" de içine aldığı dikkatten uzak tutulmamalıdır.
                                  Zayıf hadisle amel konusunda üç ayrı görüş vardır. -Asla amel olunmaz, - Mutlak olarak amel olunur, -Amellerin faziletleri konusunda özel şartlarına bağlı olarak amel olunur. Zayıf hadisi belli kısımlara ayırıp, belli şartlarla amel etmek görüşü orta ve doğru bir yoldur.

                                  Hadiste zayıflık genelde iki sebepten kaynaklanır:
                                  • IV-C-1- Seneddeki İnkita Sebebiyle Zayıf Hadis ve Çeşitleri: Senedden en azından bir ravinin düşmesi demektir. Böyle bir inkita` varsa, seneddeki bütün raviler sika olsalar bile, sırf bu inkıta` metnin reddini gerektirir.
                                    • IV-C-1-a- MÜRSEL HADİS: Tabiî`nin sahabiyi atlayarak Resulullah'a izafe ettiği hadistir. Muhaddis, fakîh ve usulcülerin çoğuna göre delil olmaz, ihticac yapılmaz, zayıftır. Ebu Hânife ve İmam Malik sikanın mürselini sahih ve hüccet sayar. Bir de sahabenin bir başka sahabiden duyduğu hadisi Resulullah`dan rivayet etmesi vardır ki buna "sahabi mürseli" denir. "Sahabi mürseli sahihtir" hükmünde ittifak vardır. Senedde atlanan kişi her zaman kolayca anlaşılmayabilir. İşin ehli olanların farkedebileceği bu tür irsâle, "irsâl-i hafî", böylesi hadise de "mürselü-l-hafiy" denir.
                                    • IV-C-1-b- MUNKATI` HADİS: 1- Senedi muttasıl olmayan hadistir. 2- Senedin herhangi bir yerinden bir râvînin veya "farklı yerlerinden" "peşpeşe olmamak şartıyla" birden fazla râvînin düştüğü hadistir. 3- Müteahhirun, "etbâ`ut tâbiîn"in "tabiî"yi atlayarak sahabiden naklettiği hadise munkatı` demiştir. 4- Senedinde müphem bir kişinin zikredildiği hadise de munkatı` diyenler olmuştur. Munkatı`, mürsel`den daha zayıftır.
                                    • IV-C-1-c- MU`DAL HADİS: Senedin herhangi bir yerinden "peşpeşe" "iki veya daha çok" râvînin düştüğü hadistir. Merfu hadisi, sahabi ve Resulullah`ı zikretmeyerek tabiîn`den birinin sözüymüş gibi nakletmek de hadisi mu`dal kılar. Mu`dal, munkatı` dan daha zayıftır.
                                    • IV-C-1-d- MUALLAK HADİS: Senedin baş tarafından bir veya birkaç râvî ya da müntehasına kadar senedin bütünüyle hazfolunduğu hadistir. Ta`lik aslında bir rivayet kusurudur. Sahihayn`daki 1300 küsür ta`likin Buhari`ye göre sahih oldukları kabul edilmektedir.
                                    • IV-C-1-e- MÜDELLES HADİS: Tedlis, senede dahil bir râvînin ismini atlayarak, orada öyle biri yokmuş izlenimini verecek şekilde senedi söylemek demektir. (Lugatte malın ayıbını müşteriden gizlemek demektir.) Tedlis yapan râvîye "müdellis", senedden düşürülen râvîye "müdellesün anh", tedlis ile rivayet edilen hadise de "müdelles hadis" denir. Tedlis üç çeşittir:
                                      1- İsnad Tedlisi: Râvînin görüşmediği veya görüştüğü halde hadis almadığı çağdaşı bir kişiden işitmiş gibi "kâle fülân" veya "an fülân" diyerek hadisi rivayet etmesidir. (Râvînin görüşmediği çağdaşından yaptığı rivayete "mürsel-i hafî" de denir.)
                                      2- Şuyûh Tedlisi: Râvînin hocasını bilinmeyen bir isim, sıfat veya künye ile zikretmesidir.
                                      3- Tesviye Tedlisi: Sika râvîler arasındaki zayıf bir râvîyi atlayarak, hep sikadan gelmiş intibaını verecek şekilde hadisin rivayet edilmesidir.
                                  • IV-C-2- Râvîdeki Cerhi Gerektiren Hallere Göre Zayıf Hadis ve Çeşitleri: "Metain-i `Aşere" denilen râvîleri tenkid noktalarından birinin veya birkaçının râvîsinde bulunması sebebiyle zayıf kabul edilen hadisler bu türe girer ki on çeşittir:
                                    • IV-C-2-a- MEVZU` HADİS: Resûlullah`ın adına yalan uydurmak (kizb) ile cerhedilmiş râvînin rivayetine denir. Buna "hadis diye uydurulmuş söz" demek daha doğru olur.
                                    • IV-C-2-b- METRÛK HADİS: Yalancılıkla itham edilmiş ("ittihamur`ravî bilkizb", "töhmet-i kizb") bir râvînin rivayetinde yalnız kaldığı ("teferrüd ettiği") hadistir ki "matrûh hadis" de denilir. Şöyle de tarif edilmiştir: Hiçbir sikanın rivayetine muhalif olmaksızın kizb, kesret-i galat, fısk ve gaflet gibi cerh noktalarından biri ile itham edilen râvînin "yalnız başına rivayet ettiği" hadistir.
                                    • IV-C-2-c- MÜNKER HADİS: Çeşitli tanımları vardır: 1- Zayıf bir râvînin sika bir râvîye muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. 2- Sika olsun olmasın râvîsi tek kalan hadistir. 3- Sikanın hadisin tamamında teferrüdü. 4- Sikanın hadisin bir kısmında teferrüdü. 5- Bir hadisin senedinde iki zayıf râvînin bulunması ve başka senedinin de bulunmaması. 6- Senedinde tanınmayan (lâ yu`raf) bir râvînin bulunduğu hadis. 7- Kesretü`l ğalat, fartu`l ğafle ve fısk gibi tan noktalarıyla tenkid edilmiş râvîlerin rivayetlerine de münker denilir.
                                    • IV-C-2-d- MU`ALLEL HADİS: Görünürde sahih olmakla beraber, bu sıhhati yok edebilecek gizli bir illet taşıyan hadisdir ki "ma`lûl" de denir. Hadisin illetini bulan muhaddise mu`allil denir. "Mürsel veya munkatı` hadisi mevsûl olarak", "bir hadisi başka bir hadisin içine katarak", "mevsûl olanı mürsel olarak", "merfû`u mevkûf olarak", "sika yerine zayıf râvî zikrederek" rivayet gibi cerhe sebep olan hatalara "vehim" denilmektedir. Bu tür hatalarla rivayet edilmiş olan hadise de muallel denir.
                                    • IV-C-2-e- MÜDREC HADİS: Hadisten olmayan bir sözün, hadise bitişik olarak zikredilmesine "idrac", bu durumdaki hadise de müdrec denir. Bu, Resulullah`ın sözüne herhangi bir râvînin sözünün karışması demektir. Şu durum da bir çeşit idrac sayılmıştır: Muhalefetü`s-Sikât, yani zayıfın sikaya, sikanın da daha sika olana muhalif rivayette bulunması. Müdrec vaki olduğu yere göre iki kısma ayrılır:
                                      1- Müdrecü`l İsnad: Sika ravilere muhalefetin senedin akışını bozmak suretiyle gerçekleşmiş olması. Dört şekilde olur.
                                      2- Hadise ait olmayan bir sözün hadisin metnine katılmış olmasıdır. Metnin baş, orta veya sonunda olabilir.
                                    • IV-C-2-f- MAKLÛB HADİS: Senedindeki bazı râvî isimleri ya da metnindeki bazı kelimeler takdîm veya te`hire uğramış hadistir. Hadisdeki takdim veya te`hîr hükmü de etkileyecek derecede ise maklûb`un bu türüne "ma`kus" denmiştir. Bir râvînin rivayeti olarak meşhur olmuş bir hadisi, hem ğarib hem de merğûb göstermek için o râvî yerine aynı tabakadan bir başka râvî ikame ederek yapılan rivayete de "mesruk" denir. İki metnin senedlerini değiştirme şeklindeki kalb`e "kalb-i mürekkeb" denmiştir. Sikat`ın zikretmediği bir râvînin sened arasında yanlışlıkla zikredilmesine "mezîd fî muttasılı`l-esânîd" denir.
                                    • IV-C-2-g- MUZTARİB HADİS: Birden çok rivayeti bulunduğu halde rivayetlerinin birini diğerine tercih edecek sebep bulunmayan hadislerdir. Kısaca: "İki muhtelif surette rivayet edilen hadis" diye de tarif edilir. Iztırab daha çok isnadda, bazen de metinde olur. İsnadda olan, senedlerin mütehalif olmasından; metindeki ise yine o metin hakkıdaki rivayetlerin mütehalif olmasından ve bunların cem` ve te`lifinin mümkün olmamasından doğar. Tercih sebebi bulunursa ıztırab kalmaz. Tercih edilene "mahfuz" ve "ma`ruf" mercûh`a da "şâz" ve "münker" denir.
                                    • IV-C-2-h- ŞÂZ HADİS: İnfirâd ve muhalefetü`s-sikât noktalarından tanımları yapılmıştır: 1- Sika bir râvînin mütabiî olmaksızın tek başına (münferiden) rivayet ettiği hadistir. 2- Sika bir râvînin diğer sika râvîlere muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. 3- Sika bir râvînin daha sika ravilere muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. Daha sika olan râvînin rivayetine "mahfuz" denir. Demek ki bu tarifte şâz ile mahfuz birbirinin zıddıdır. 4- Sika bir ravinin diğer sika ravilere -sened veya metinde ziyade veya noksanlıkta bulunmak suretiyle- muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. Bu tarifte şâz, münker hadisin bir türü ile birleşmektedir. Buradan hareketle şâz hadise münker ve merdûd da denilmiştir. Şu nokta unutulmamalıdır: Hadisin şâz kabul edilmesi için infirad ve muhalefetin ikisinin birden bulunması gerekir.
                                    • IV-C-2-ı- MUSAHHAF HADİS: Kelimesi nokta değişikliğine uğramış hadistir. Bu duruma da tashîf denir. (Sitten kelimesi yerine şey`en denmesi gibi.)
                                    • IV-C-2-i- MUHARREF HADİS: Kelimesi hareke değişikliğine uğramış hadistir. Bu duruma da tahrîf denir. (Remâ ebî yerine Remâ Übey denmesi gibi.) (Beşîr kelimesinin Büseyr diye rivayet edilmesi hem tashîf hem tahrîftir.)

                                        • V- TEÂRUZ AÇISINDAN:
                                          • V-A- MUHKEM HADİS: Muârazadan sâlim olan makbul hadistir. Hükmüyle amel gerekir.
                                          • V-B- MUHTELİF HADİS: Makbul bir hadisin muâraza ettiği makbul hadistir.

                                            • EK:
                                              • BAZI ISTILAHLAR:
                                                • - "Ceyyid", "Kavî": Sahih ile denk.
                                                • - "Sâlih": Sahih ve Hasen için ortak.
                                                • - "Mücevved" ve "Sabit": Sahih ve Hasen`e şümûllü.
                                                • - "Müşbih": Hasen veya Hasen`e yakın.
                                                • - "Müstahsen": Sahih olmaya da Hasen olmaya da ihtimalli.

                                                Türkiye`de 5 kişiden biri yoksul.

                                                Türkiye İstatistik Kurumu, 2007 yılında Türkiye'de fertlerin yaklaşık yüzde 0.54'ünün açlık sınırının, yüzde 18.56'sının yoksulluk sınırının altında yaşadığını belirledi.

                                                Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2007 yılında Türkiye'de fertlerin yaklaşık yüzde 0.54'ünün açlık sınırının, yüzde 18.56'sının yoksulluk sınırının altında yaşadığını belirledi. Bu oranların dört kişilik ailenin açlık sınırının 237, yoksulluk sınırının 619 YTL olarak esas alınması ile belirlendiği ise dikkat çekti.

                                                TÜİK, 2007 Yoksulluk Çalışması sonuçlarını açıkladı. Yeni nüfus sayımı sonuçlarına göre güncelleme yapılacağından yalnızca oranlara yer verilen çalışmaya göre, Türkiye'de yoksulluk oranı yüzde 18.56 oldu. 2007 yılında Türkiye'de fertlerin yaklaşık yüzde 0.54'ü sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, yüzde 18.56'sı ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşadı.

                                                GÜNLÜK 1 DOLARIN ALTINDA GELİRİ OLAN YOK
                                                Kişi başı günlük harcaması, satın alma gücü paritesine göre 1 doların altında kalan fert bulunmazken, buna karşın satın alma gücü paritesine göre kişi başı günlük 2.15 oolar olarak tanımlanan yoksulluk sınırı altında bulunan fert oranı yüzde 0.63, yoksulluk sınırı 4.3 dolar olduğunda yoksul fert oranı ise yüzde 9.53 olarak tahmin edildi.

                                                2006 yılında yüzde 0.74 olarak tahmin edilen açlık sınırının altında yaşayan fert oranı 2007 yılında yüzde 0.54'e düştü, yoksul fert oranı ise yüzde 17.81'den yüzde 18.56`ya yükseldi.

                                                2007 yılında, 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 237 YTL, aylık yoksulluk sınırı ise 619 YTL olarak tahmin edildi.

                                                KIRSALDA ÜÇ KİŞİDEN BİRİ, KENTTE 10 KİŞİDEN BİRİ YOKSUL
                                                Kırsal yerleşim yerlerinde yaşayanlarda 2006 yılında yüzde 31.98 olan yoksulluk oranı 2007 yılında yüzde 32.18'e, kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı da yüzde 9.31'den yüzde 10.61'e yükseldi.

                                                2007 yılında hanehalkı büyüklüğü 3 veya 4 kişi olan hanelerde bulunan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 9.28 olurken, 7 ve daha fazla olan hanelerde
                                                fertlerin yoksulluk oranı yüzde 42.07 olarak hesaplandı. 7 ve daha fazla kişiden oluşan hanelerden kentsel yerlerde oturanlar için yoksulluk riski yüzde 33.14 iken kırsal yerlerde bu oran yüzde 50.26 old.

                                                Hanehalkı türüne göre çocuklu çekirdek ailede bulunan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 17.07 olurken, çocuksuz çekirdek ailelerdeki fertlerde bu oran yüzde 8.88'e düştü. Ataerkil veya geniş ailelerdeki fertler için yoksulluk oranı ise yüzde 24.27 olarak tahmin edildi. Kentsel yerlerde çocuklu çekirdek ailede yaşayan fertlerin yoksulluk riski yüzde 9.88 iken kırsal yerlerde bu oran yüzde 32.38 oldu.

                                                ÜCRETLİLERİN YÜZDE 6, EV KADINLARININ YÜZDE 27'Sİ YOKSUL
                                                2007 yılında ücretli-maaşlı çalışanlarda yoksulluk oranı yüzde 6.15 iken, yevmiyeli çalışanlarda bu oran yüzde 27.05, işverenlerde yüzde 3.3, kendi hesabına çalışanlarda yüzde 23.04 ve ücretsiz aile işçisi olanlarda ise yüzde 27.61 oldu.

                                                En yüksek yoksulluk riskine sahip olan tarım sektöründe çalışanlarda yoksulluk oranı 2006 yılında yüzde 33.86 iken, 2007 yılında yüzde 30.22 olarak tahmin edildi. Sanayi sektöründe çalışanlarda 2007 yılında yoksulluk oranı yüzde 10.13 olarak hesaplanırken, bu oran hizmet sektöründe çalışanlarda yüzde 7.83 oldu. 2007 yılında ekonomik olarak aktif olmayan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 15.54 iken, iş arayan fertlerin yoksulluk oranı yüzde 26.56 oldu.

                                                2007 yılında okur-yazar olmayanlarda yoksulluk oranı yüzde 34.76 olurken, ilkokul mezunlarında bu oran yüzde 14.9, lise ve dengi meslek okulları mezunlarında yüzde 6.16, yüksekokul, fakülte ve üstü mezuniyete sahip fertlerde yüzde 0.9 oldu. İlköğretime başlamamış olan 6 yaşından küçük çocukların yoksulluk riski ise yüzde 25.44 olarak belirlendi.

                                                6 Aralık 2008 Cumartesi

                                                Allah'ın sevdiği eş nasıldır?

                                                Yaklaşık iki yüz yıldır, aralarına katılmak için devlet yöneticilerimizin kapısında durdukları Batı dünyası ve kültür ortamı, her şeyimiz gibi aile yapımızı da ciddi boyutlarda tahrip etti.

                                                Aile içinde hürmet gösterdiğimiz kavramları ve olayları, televizyonlarda gördüğümüz üç – beş batı hikâyesi ile çoktan değiştirdik.

                                                Milli şairimiz, merhum Mehmet Akif'in ifadesiyle; "gayesiz bir fikir ile" bize ait her mevcudu, her değeri resmen yıkıma terk ettik. Devlet tarafından aileden sorumlu bir devlet bakanlığı kurulmasına rağmen aile mefhumumun içini hızla boşaltıp, toplumsal huzurun tek kalesi olan aileyi terk ettik.
                                                Yıllardır, 'özgür kız'lardan söz edip durduk. Çağdaşlaşma adına, ahlak ve maneviyatın kökünü kuruttuk. Şimdi de ahlaksız yetişen nesilden, annesini döven çocuklardan yakınıp duruyoruz.
                                                Kitle iletişim araçları "mahrem" bir köşe bırakmadı. Önce eşler arasındaki eşitlikten söz ettik, sonra da hayatın müşterekliğinden. Allah'ın ne söylediğine kulağımızı kapattığımız için, kendi uydurduğumuz yalanlarla bu günlere geldik. Artık en ufak tartışmada boşanma ile sonuçlanan 'naylon' evlilikler yapılıyor. Ahlak ve maneviyatı hızla çöken bir toplumda, tek korunak ve güven ortamı; ailedir. Bütün olumsuz gelişmelere rağmen, hala ahlak değerlerini korumak ve eski güzel günlere geri çevirmek mümkün… İslam, dünya ve ahiret saadeti için, yeni yuva kuracak gençlere ve yeni kurulmuş ailelere yapmaları gereken her şeyi anlatıyor. Peygamber efendimiz (sav), Allah'ın sevdiği eşlerin özelliklerini bizlere öğretiyor;


                                                - Kim biriyle parası için evlenirse Allah onu Fakir kılar
                                                Peygamberimizin şu hadisine dikkat etmemiz gerekir; "Kim bir kadınla sadece soyu, şerefi ve itibarı için evlenirse, Allah o kimseyi zelil eder. Kim bir kadınla sadece malından dolayı evlenirse, Allah onu fakir kılar. Kim de gözünü haramdan korumak, ırz ve namusunu muhafaza etmek, akrabası ile ilişkilerini devam ettirmek için evlenirse, Allah bu evliliği iki taraf için de hayırlı ve uğurlu kılar"

                                                Eşi, kişi için 'göz aydınlığı'dır
                                                "Rabbimiz! Bize göz aydınlığı olacak eşler ve çocuklar ver" (Furkan Suresi 25/74) Ayetinde "göz aydınlığı" diye nitelenenler öncelikle "dindar eşler" dir. Huy güzelliği "dindarlık" la desteklenmesi halinde, sürekli mutluluk sebebi olur. Bu da göz aydınlığının ta kendisi olsa gerektir.

                                                Uyarılar
                                                Tercihini ve seçimini dindar eşten yana kullanması istenen Müslüman erkeklere, Hz. Peygamber şu gerçeği de hatırlatmıştır; "Müminlerin en olgunu, ahlakı en güzel olanlardır. Sizin en hayırlılarınız kadınlarına karşı hayırlı olanlarınızdır" "Geçimini üstlendiği aile bireylerini ihmal etmesi, kişiye vebal olarak yeter" Tirmizi'de geçen bir hadiste peygamberimiz; "Kocası kendinden razı olduğu halde ölen kadın cennete girer" buyurmuştur.

                                                Bu hadis ise, hem bir teşviki hem de bir tespiti ihtiva etmektedir. Aile hayatında kadın, öteki unsurlardan ağırlıklı bir yere ve role sahiptir. Kadının yaratılışı gereği alıngan ve çabuk kırılan bir yapısı vardır. Dolayısıyla çevresindekileri ve öncelikle eşini rahatsız etme ihtimali büyüktür. Bu sebeple de Hz. Peygamber'in hanımlara yönelik uyarı ve irşatları daha yoğundur.
                                                İşte bu yoğunluk bile, dindar aile için "dindar eş" seçiminin lazım geldiğini ortaya koymaktadır. Giderek karmaşık bir hal alan toplum değerleri, aile yapısının geçmiştekinden çok daha sağlam olmasını gerekli kılmaktadır. Bilinen bir gerçektir ki, insanı üretici olduğu sürece değil, yaşadığı sürece değerli bulan, ona aile ortamında bakan bir aile kadar hiç bir şey mutlu edemez. Hangi darülaceze sakini gerçekten mutludur? Hangi huzurevindeki anne ya da baba gerçekten huzurludur?

                                                İnkâr edilemez bir gerçektir ki, herkes evinde rahat eder. Evler ve aileler birbirlerine tahammül etmesini bilen sadakat ve feragat sahibi eşler sayesinde huzur yuvası olabilir.
                                                Bu sebeple "aile yuvasını" geçici hevesleri tatmin ocağı olarak değil, sonuçları itibariyle öteki dünyaya uzanan, oradaki hayatın şeklini tayin eden "ebedi bir kurum" olarak görmek gerekmektedir. Böylesi bir bakış açısına sahip eşlerden oluşan aileler, daha doğrusu "dindar aileler" dünya için olduğu kadar gerçek istikbal için de güven kaynağıdır.

                                                - Eşitlik değil, sadakat ve itaat
                                                Sevgili Peygamberimiz, ailedeki denge, huzur ve mutluluğu sağlamak için on sahabe tarafından rivayet edilen bir hadiste hanımlara da şu gerçeği hatırlatmıştır; "Şayet ben bir insanın bir başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, hanımın kocasına secde etmesini emrederdim" (Ebu Davud) Bu hadis üslup ve vurgu olarak ailedeki huzurun "sadakat ve itaat" noktasında toplandığını göstermektedir.

                                                - Dünyada elde etmek için gayret gösterilecek üç kıymet
                                                Sevgili Peygamberimiz İbn Mace'de geçen bir hadisinde, dünyada elde edilmesi için gayret gösterilmeye değer bulduğu kıymetleri; "Şükreden gönül, zikreden dil ve ahiret işlerinde kocasına yardımcı olan dindar hanım" olarak bildirmiştir.
                                                Şuna da işaret edelim ki, dindar eş seçimini tavsiye eden hadis, dindar kişileri arkadaş edinmeyi de teşvik etmektedir. Burada erkeklere yönelik olarak söylenmiş olan "dindar olanı seç" tavsiyesi, aslında ve tabii olarak, hanımlara da yöneliktir. Onlar da evlenecekleri erkeklerde öncelikle "dindarlık" vasfını aramalıdırlar.

                                                Ebu Hüreyre (ra)'den rivayet edildiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:

                                                "Bir kadınla dört özelliği için evlenilir; malı, soyu, güzelliği ve dini için... Siz dindar olanını seçin"

                                                Bu sebeple olmalı ki, ailenin kuruluşundan itibaren dikkat edilecek ana konular Sevgili Peygamber'imizin mübarek hadis-i şeriflerinde açıklanmıştır. Bunlardan bir kaçına işaret etmek gerekiyor. Peygamberimizin hadisi; eş seçiminde dikkate alınan dört unsuru, vakıayı tespit çerçevesinde saymaktadır. "Vakıayı tespit" demek, insanlar arasında adet olanı, olduğu gibi dile getirmek demektir. Yoksa "siz de öyle yapın" anlamında değildir. Nitekim Efendimiz açıkça Müslümanlara, eş seçiminde "dindar olanı" tercih etmelerini tavsiye etmiştir.

                                                Güzelliğin, zenginliğin ve soyluluğun hem geçici hem de olumsuz gelişmelere ve didişmelere gebe nitelikler olduğu binlerce kez tecrübe edilmiştir. Ancak "dindarlık", bütün beşeri ve dünyevi özellik ve niteliklerin özünde ve ötesinde, her türlü şart altında faydası görülecek ve kendisiyle mutlu olunabilecek bir vasıftır. Dindar eş ve aile bazılarının sandığı gibi sadece sıkıntılı zamanlar için değil, mutlu ve sevinçli zamanlar için de aynı derecede gerekli ve geçerlidir.

                                                Namaz kılacak vaktin yok değil mi?

                                                Lütfen sonuna kadar okuyalım ve biraz düşünelim ...
                                                Neden namaz kılmıyorsun???
                                                Namaz kılmamak için bir sebebin mi var yoksa?
                                                Ne olabilir ki namazdan önemli olan sebep???
                                                Dur ben tahmin edeyim:



                                                Namaz kılacak vaktin yok değil mi?

                                                ama onların da yoktu...

                                                Resimin üstüne tıklayarak büyütebilirsiniz.
                                                ya bedir savaşına ne demeli:

                                                savaş hiç durulmuyordu aksine gittikçe kızgınlaşıyordu, bu arada ikindi vakti çıkmak üzereydi, ama kılacak zamanda yoktu; karşılarında en az on katı düşman vardı.
                                                kenara çekilipte namaza duramazdın, yada namazı kılmayacaksın di mi bence en kolayı bu...

                                                ya onlar ne yaptı Peygamberimiz 300 kişilik ordusunu ikiye ayırdı yarısı geriye çekildi diğer yarısı daha ileri atıldı ve daha bir kuvvetle savaştı,
                                                ve geriye çekilenler Peygamberimizin imamlığında namazı kıldılar, bitince de digerleri ile yerdeğiştirip onlar savaşmaya başladı diğerleri geri çekilip onlar da namazlarını eda ettiler...

                                                sence onların zamanı varmıydı? ya da bunların...

                                                ama o zamanlar bunlar yoktu değil mi?

                                                ya da bu
                                                Bu NAMAZI Tanıyormusunuz?
                                                Resimin üstüne tıklayarak büyütebilirsiniz.
                                                eee tek sebebin bu mu yani? başkaları da yok mu?

                                                hem vakit bulsan bile nerde kılacaksın ki namaz yeri yok ki

                                                evde değilsin zaten başka yerde yok değil mi?

                                                sence onların yeri var mı?

                                                Ya bu?

                                                Bu da tutmadı başka bahanen yok mu?

                                                Ya da yolculuk yapıyorsundur değil mi, kılacak yer yok ki olsa kılardın...


                                                Peki, onların var mı?

                                                Peki bunlar?

                                                Bu da olmadı galiba?

                                                Ya da çok yoğunsundur, çok işin vardır. Hiç ayıracak vaktin yoktur değil mi?

                                                onların da işi çok ama on dakika ayırabiliyorlar.

                                                Ama senin bir dakikan bile yok değil mi?

                                                Bir düşün bakalım bu kadar vakti ne için harcıyosun, dünyalık için değil mi?
                                                İyi para kazanıyım, rahat yaşıyım, param pulum olsun hepsi bunun için mi?
                                                Bir daha düşün sen, önce kim götürmüş bir bez parçasından başka bir şey, Orada rahat etmek için kim biriktirebilmiş veya götürebilmiş kazandıklarını?
                                                Oraya gittiğinde ilk sorulacak soru ne biliyor musun?

                                                Yaa, o zaman ne cevap vereceksin, vaktim yok diyemezsin, yer bulamadım diyemezsin, işim vardı diyemezsin değil mi?

                                                belki şunu dersin: "bu kadar çabuk beklemiyordum ölümü yoksa kılacaktım ileride namazımı ve kaza namazlarımı da kılacaktım"... Ama senin yaşın genç daha yaşlanınca kılarsın değil mi? hem o zaman bol bol vaktin de olacak,
                                                ya yaşlanmazsan...

                                                i
                                                ya sen namaz kılmadan, senin namazını kılarlarsa...

                                                Bunlar kadar genç misin sen, ama bak onlar kılıyor neden?

                                                namaza yetişmek için koşan bir çocuğa Hz.Ömer "sen daha çocuksun bu kadar telaş etmene gerek yok sen daha küçüksün namaz sana farz değil" demişti,
                                                ve çocuk demişti ki: "Amca, amca! Bu işin büyüğü küçüğü olur mu? Daha dün mahallemizde bir çocuk öldü. Üstelik benden de küçüktü. Ölüm denen gerçeğin büyük küçük ayırdığı yok. En iyisi her yaşta buna hazır olmalı. Hem bu yaşta Namaza alışmazsam, büyüyünce kılmak zor gelebilir."

                                                sen hala gencim de...?


                                                aaa olmadı hastasın değil mi onun için kılamıyorsun, özür dilerim...

                                                Ama iyileşmen için namaz kılman gerektiğini biliyor musun? öyle dememiş mi Peygamberimiz "namazda şifa var" kalk bir kıl bakalım namazını hastalığın kalıyor mu o zaman???

                                                Bak o da hasta üstelik kaç yaşına gelmiş...

                                                (HİÇ UNUTMAM DEDEM ÖLÜM DÖŞEGİNDE DAHİ KILIYORDU)



                                                ama ayakta duramıyorsun değil mi?
                                                oturarak kıl, oturamıyorsun da (yatalaksın)
                                                kafanla kıl o zaman, yoksa tamamen felç mi geçirdin (şimdi yırttın galiba) zannetme ki yırttın o zaman da gözlerinle kıl bak bu kadar kolaylık var, eminim başka bahanelerinde vardır... Değil mi?

                                                yaaa boş ver hem sen niye namaz kılacaksın önemli olan kalp değil mi? senin kalbin temiz kılsan ne olacak ki?

                                                O Güzeller Güzelinin kalbi kapkara mıydı, pislik içinde miydi de, ayaklarının altı şişinceye kadar namaz kılardı?

                                                eee gördün mü kalbin Efendimizin kalbinden de mi temiz acaba???

                                                Değil, değil mi?

                                                bu da olmadı var mı başka bahanen kalmadı mı yoksa uyduracak bir şeyler?

                                                Tamam, hepsini kılamıyorsun bari bir iki vakidi kıl olmaz mı?

                                                O
                                                da mı yok?

                                                Bahanelerini dinleme(me)k isterim veya dur bunları da ben tahmin edeyim...

                                                Sabah namazına uyanamıyorsun, sabahın köründe kim kalkacak ki uykunu mahvedeceksin değil mi?

                                                Olmadı, gelelim öğleye, off öğle vakti o kadar telaş içinde namaza vakit mi ayıracaksın bir sürü işin gücün var yetişemiyorsun zaten, bir de namaz hiç olmaz. Bu kadar işin arasında namaz mı olur?

                                                ama yemeğini yemeden öğleyi geçirmiyorsun belki de zevkini çıkara çıkara 1 saatte yiyorsun yemeği değil mi, yemek daha önemli değil mi???

                                                ya ikindin ne olacak??

                                                Dur, şimdi zaten yoruldun bütün gün işler hala bitmedi bu yorgunlukla namazını falan kılamazsın. Ama dedim ya az önce bir daha diyeyim ne demiş Peygamberimiz "hasta mısın, yorgun musun, çaresiz misin?,... O zaman namaz kılda geçsin bunların hepsi...

                                                Ya akşam namazı???


                                                oooo sende yaaa daha eve gidilecek, yemek yenilecek, zaten akşam vakti de kısa, yetişemiyorsun değil mi?

                                                Evine 10 dakika sonra girsen ne olacak kaçmıyor ya ev, ama vakit gidiyor bir daha bulabilecek misin o vakti???

                                                Yatsı namazını hiç sormayalım değil mi?


                                                O saatte namaz mı kılınır insanın uykusu geliyor uykulu uykulu namaz kılınmaz ki...

                                                Ama nedense başka zamanlar uykun gelmiyor, mesela bunlara bakarken hiç uykun gelmiyor değil mi?


                                                eee bunlarda olmadı vakitlerin birinden bile sıyıramadın yakayı, Var mı başka bahanen benim aklıma bu kadarı geliyor, seninde aklına gelmiyor değil mi? Kalmadı çünkü başka bahane... Aslında var ben sana söyleyeyim mi üstelik bu sefer kesin kurtulursun namaz kılmaktan (zaten kılmıyorsun da) üstelik bir tane değil, ne mi dur söyleyeyim:

                                                1: ÖLÜ İSEN

                                                2: DELİ İSEN

                                                3: ÇOCUK İSEN

                                                4: HAYVAN İSEN

                                                5: KÂFİR İSEN

                                                ne dersin sıyırdın bu sefer ha?

                                                ama yok, nasıl olur sen ölü veya deli değilsin, üstelik kocaman adamsın ve insansın, Allah korusun kafirde değilsin eee demek ki neymiş namazdan kurtulamazsın................


                                                Sana sesleniyorum ey insan boş ver sen nefsini o zaten hiç namaz kılmak istemez ki sen dinleme onu bak yukarda birden sıraladı bahaneleri sonuç ne peki? Koskoca bir hiç, yani gel namazını kıl uyma sen ona yoksa sende mi uyduracaksın bahane ama kalmadı ki bahane, niye mi namaz kılacaksın?

                                                Dur onu da söyleyelim:

                                                S
                                                en Müslümansın değil mi? (elhamdülillah) eee kanıtın ne nasıl ispatlarsın bana Müslüman olduğunu, tabi ki namaz kılarak İslam demek namaz demektir namaz dinin direğidir onun için...


                                                bir de gözünü çevir de bak etrafına

                                                şimdi gel ne dersin artık başlayalım mı namaza?
                                                haydi Mevlana ca namaz kılmaya var mısın??


                                                onun gibi secde ede ede seccadeyi lime lime etmeye var mısın?

                                                Veysel Karani gibi geceleri gündüzleri namazla geçirmeye var mısın?
                                                Öyle güzel bir namaz kılarmış ki mübarek bir geceyi sadece kıyamda, bir gece sadece ruküda, bir gece sadece secdede geçirirmiş...


                                                Hz. Ali gibi, savaşta yediği okun acısından çıkaramıyorlar, ancak Hz. Ali namaza durunca çıkarıyorlar hem de kılı bile kıpırdamıyor, soranlara da "biz namaz kılarken can kuşumuzu salıveririz" demiş, var mısın böyle namaz kılmaya?,..

                                                Hz.Rabia gibi, gözlerinde yaş kalmayıncaya kadar namaz da ağlamaya var mısın?

                                                ve O GÜZELLER GÜZELİ, namazı en güzel kılan O kimse onun gibi Kılamazdı, var mısın onun ümmeti olarak namaz kılmaya?

                                                Biliyorum sen onlar gibi namaz kılamazsın, onlar gibi olsan zaten bahane uydurmaz, namaz kılmak için kendine yollar arardın bu zamanda... nasıl mı namaz kılacaksın?

                                                Öyle bir namaz kılacaksın ki ezanı okuyan Bilal-i Habeşi olacak, namaz kıldığın yer Mescid-i Haram (KABE) olacak ve imamın Hz. Muhammet Mustafa (SAV) olacak ve Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali ve sahabeyle birlikte namaza duracaksın....

                                                Öyle bir namaz kılacaksın ki, sırat köprüsünün üzerinde olacaksın aşağısı cehennem ve karşında YÜCELER YüCESİ Allah TEALA (CC) ve meleklerle saf tutarak...

                                                öyle bir namaz kılacaksın ki mevlana'ca:

                                                Namaza tekbirle girmek,"İlahi, biz Senin huzurunda kurban olduk!" demektir. Tekbir getirerek kurban kesildi gibi, tekbirle namaza başlamak da, "Allah'ım canımız Sana feda olsun!" anlamındadır.

                                                Namazda kıyama durmak, Allah'ın huzurunda kıyametteki muhasebeyi hatırlatır. Kul, biraz sonraki hakkıyla yerine getiremediği kulluğundan ve işlediği günahlardan dolayı, utancından ayakta durmaya dermanı kalmaz, rükuya eğilir.

                                                Başı rükûda iken "Hakk'ın suallerine cevap ver" diye İlahi ferman gelir. Kul, rükûdan başını mahcup olarak kaldırır. Ayakta duramaz, yüzüstü secdeye kapanır.

                                                Tekrar ona, "Secdeden başını kaldır! Yapmış olduklarından haber ver" diye ferman gelir. O, yine mahcup bir halde başını kaldırsa da, tekrar yüz üstü kapanır.

                                                Aslında sen namazı Kâbe de kılıyorsun biliyor musun? Evet, sen o safın içindesin aslında, ilk saf Kâbe'nin etrafını çeviren ilk halkadır ve sende gittikçe büyüyen bu halkanın içindesin, bu safın içindesin sen namazı orda kılıyorsun, sadece biraz arka saflardasın o kadar, inşaallah ön saflarda da kılmak nasip olur...

                                                var mısın böyle namaz kılmaya?

                                                hadi ey kalbim durma artık tövbe et ve Yaratanına en güzel hamdını sun, temizle kalbini pislikten, dünyalıktan ve kula yakışır bir şeklide MEVLA'ya yaklaş...


                                                hadi be ruhum hadi be kalbim uymayın siz o nefsime o hep konuşur ve sizi kötüye götürür, siz ondan güçlüsünüz, siz ona hükmedersiniz hadi kırın onun gücünü

                                                biliyorum yapacaksın sen bunu hadi o zaman bak Bilal-i Habeşi ezanı okumaya başladı



                                                haydi şimdi namaz zamanı, haydi şimdi kurtuluş zamanı...

                                                KURTAR KENDİNİ...


                                                ''Kurban parası başka bir hayra kullanılamaz''


                                                Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Mekke'de faaliyete başlayan yeni ataşelik binasında kurban ve hac konusunda açıklamalarda bulunan Bardakoğlu, Kurban Bayramı'nın hac ve kurban gibi iki önemli unsuru bulunduğunu anlattı.

                                                Kurbanın sadece İslâm dini açısından değil, bütün dinlerde ortak olan bir ibadet olduğunu belirten Bardakoğlu, kurban kesiminde mutlaka hijyenik şartlara uyulması gerektiğini vurguladı.
                                                Kurban ibadetinin yerine getirilmesi sırasında çevre şartlarına uyulmasını isteyen Bardakoğlu, bu konudaki tartışmaların kurban ibadetinin esası üzerine olmaması gerektiğini kaydetti. Vekaletle kurban kesimiyle ilgili açıklamalarda da bulunan Bardakoğlu, vekalet veren kişilerin mutlaka kurbanlarının kesilip kesilmediğini takip etmelerini istedi. Kurban kesilmesi için verilen paraların başka hayır işlerinde kullanılamayacağını belirten Bardakoğlu, "Kurban kesmeyip parasını fakirlere dağıtma şartıyla vekaletle kurban olmaz. Onun adı vekaletle kurban değil fakir fukaraya yardımdır. Bir kişi bir kuruma para veriyor, 'Bununla kurban kesme, fakirlere dağıt, hastane yaptır' diyorsa sorumluluktan kurtulamaz" dedi.


                                                Kurban kesme gibi hayır işleri yapmanın da önemli olduğunu belirten Bardakoğlu, "İkisi de ibadettir. Hangisinin daha sevap olduğunu biz bilemeyiz. İbadetleri kabul edecek Allah'tır" diye konuştu.

                                                "BURKİNA FASO'DA DA KURBAN KESECEĞİZ"
                                                Bardakoğlu, geçen yıl 30 bin dolayında vekaletle kurban kestiklerini, bu yıl da buna yakın kurban keseceklerini tahmin ettiklerini söyledi. Yurtdışında aralarında Sudan, Afganistan, Rusya, Litvanya, Bulgaristan, Rusya, Makedonya ve Kırım gibi değişik 22 ülkede vekaletle 8 bin 370 kurban keseceklerini ifade eden Bardakoğlu, "imkan olsa Burkina Faso'da da kurban kesmek istediklerini" ifade etti.

                                                Bardakoğlu, yurt dışında kurban kesebilmek için ulaşım, temsilcilik ve bölgesel imkanların uygun olması gerektiğini vurguladı.

                                                Hasan el Benna'dan gençliğe yirmi tavsiye

                                                Ömrünü İslam'a vakfeden Mısır'lı Hasan El Benna'dan her yaşta Müslümanın kulağına küpe olacak 20 altın tavsiye...

                                                1-Şartlar ne olursa olsun ezanı duyduğunuz zaman namaza kalkın.

                                                2-Kur'an'ı Kerim'i okuyun, inceleyin veya dinleyin. Azıcık zamanınızı bile yararsız işlere ayırmayın.

                                                3-Dilinizi düzgün konuşmaya çalışın. Çünkü bu Müslüman olmanın belirtisidir. Arapça'yı öğrenin, çünkü Kur'an en güzel şekilde Arapça ile anlaşılır.

                                                4-Hiç bir konuda aşırı tartışmayın. Zira gösteriş hiç bir zaman yarar sağlamaz.

                                                5-Fazlaca gülmeyin. Çünkü Allah'a bağlı olan gönül, sakin ve vakarlı olur.

                                                6-Maskaralık yapmayın. Çünkü mücahid bir millet, ciddiyetten başka bir şey tanımaz.

                                                7-Dinleyicinin işiteceğinden fazla sesinizi yükseltmeyin. Çünkü bu bencillik ve eziyet vermektir.

                                                8-Kişileri çekiştirmek ve tavırları küçümsemekten sakının. Hayırdan başka bir şey konuşmayın.

                                                9-Karşılaştığınız kardeşlerinizle sizden istemese bile tanışmaya bakın.

                                                10-Görevler vakitlerden fazladır. Vakitten yararlanmak için başkasına yardımınızı esirgemeyin. Yapacak bir göreviniz varsa onu en kısa yoldan en güzel şekilde bitirmeye çalışın.

                                                11-Her hususta temizliğe önem verin. Evinizde, elbiselerinizde, vücudunuzda, iş yerinizde. Çünkü bu din, temizlik üzerine kurulmuştur.

                                                12-Ahdinize, sözünüze ve vadinize vefa gösterin. Şartlar ne olursa olsun bunlara muhalefet etmeyin.

                                                13-Okuma ve yazmanızı sağlamlaştırın. Müslümanların gazete ve dergilerini çokça mütalaa edin. Küçük de olsa kendinize ait bir kütüphaneniz olsun. İhtisas sahibi iseniz branşınızda derinleşin.

                                                14-Hükümet vazifelerine düşkün olmayın ve onları rızkın en dar kapısı olarak bilin. Ama size verildiği zaman da reddetmeyin. Davanın vecibeleri ile tamamen çatışmadığı müddetçe bu vazifelerden ayrılmayın.

                                                15- Malınızın bir kısmı ile davaya katılın, üzerinize farz olan zekâtı cemaate verin. Geliriniz ne kadar az olursa olsun, ondan fakir ve yoksullara bir hak ayırın.

                                                16- Az da olsa malınızın bir kısmını beklenmedik hadiseler için ayırın ve katiyen lüks eşyaya kapılmayın.

                                                17- Durmadan tevbe ve istiğfar edin. Uyumadan evvel birkaç dakikanızı nefsinizi muhasebeye ayırın. Şüpheli şeylerden kaçının ki harama düşmeyesiniz.

                                                18- Eğlence yerlerine yaklaşmak şöyle dursun, onlara karşı bir savaşa girişmelisiniz. Bütün konfor ve rehavet görüntülerinden uzaklaşın.

                                                19- Her yerde davanızı yaymaya çalışın. Nefsinizle şiddetli bir şekilde mücadele edin ki, onun yularını ele alasınız; gözünüzü haramdan ayırın, duygularınıza hâkim olun.

                                                20- Sürekli cemaatle ruhen ve amelen bağlantılı olun ve kendinizi daima kışlasında emir bekleyen bir asker gibi kabul edin.

                                                Hasan el Benna kimdir?
                                                17 Ekim 1906'da Mısır'da doğan Hasan el Benna dini ve ilmi yönden köklü bir aileye mensuptur. İslam'ın tam anlamıyla yaşandığı bir evde doğması onun hayatını çok etkilemiştir. Daha küçük yaşlardan itibaren takva ve zühd dairesinde yaşamaya başlamış, henüz çocuk denebilecek yaşlarda, gece namazlarına ve Pazartesi - Perşembe oruçlarını tutmaya özen göstermiştir. Kendi kendisine Kur'an-i Kerim'in yarısını ezberleyen Benna, 15 yaşında da hafızlığını tamamlamıştır.
                                                Lise eğitimi sırasında, okulda; "kötülüklere karşı mücadele" adında bir dernek kurmuş ve bazı önemli şahsiyetlere mektuplar göndererek onları uyarmaya başlamıştı.

                                                Liseden mezun olduğunda Mısır'daki tüm öğrenciler arasında, ders notları bakımından ilk beşe giren Hasan el Benna, üniversiteyi bitirdiğinde ise kendisi kadar yüksek dereceli hiçbir öğrenci bulunmuyordu. Üniversiteyi birincilikle bitirdi.

                                                İngiliz işgaline direniyor
                                                * Hasan el Benna'nın tayini, İsmailiye'deki okullardan birine atanmıştı. Mısır, o sıralar İngiliz işgali altında idi. İngiliz ordu birlikleri güçlerini İsmailiye'de toplamıştı. Yoksul ve fakir olan Mısır halkının büyük çoğunluğu, İngiliz şirketi olan 'Süveyş'te işçi olarak çalışıyordu. İngilizlerin işgali sebebiyle, Mısır'da her türlü rezillik meşru hale gelmişti. Mısır halkının ezildiğini ve her geçen gün dininden uzaklaştığını gören Hasan el Benna İngiliz işgaline karşı halkı bilinçlendirmek için konuşmalar yapmaya başladı.

                                                22 yaşında bir kahraman
                                                Konuştuğu kahvehanelerde onu dinleyenlerden altı kişi, bir akşam Benna'nın evinde toplandı. Konuşmalarından etkilendikleri Hasan el Benna'ya ne yapmaları gerektiğini sormuşlardı. O akşam Hasan el Benna'nın evinde sözleşen yedi kişi, daha sonra tüm İslam dünyasını derinden etkileyen "Müslüman kardeşler" teşkilatını kurmuş oldu. Hasan el Benna, bu büyük hareketi başlattığında sadece 22 yaşında idi. Gençti ama bir önemi yoktu çünkü 21 yaşında İstanbul'u fetheden Fatih'le aynı peygambere inanıyordu.

                                                Hasan el Benna, çalışmalarını daha yaygın hale getirebilmek için İsmailiye'den Mısır'ın başkenti Kahire'ye geçti. Teşkilatının merkezini kurdu. Köyleri gezdi, şehirleri dolaştı. Gittiği ve konuştuğu her yerde binlerce insan Müslüman kardeşlere üye oluyor ve çalışmaya söz veriyordu. Bu toplumsal bilinçlenme Mısır iktidarını korkutuyordu.

                                                İsrail işgaline karşı tek başına
                                                1947 yılında İngilizler, işgal ettikleri bir başka Müslüman toprağı olan Filistin'den çekilip yerlerine Yahudileri bıraktılar. Hasan el Benna bu işgal ve Müslüman katliamına şiddetle karşı çıktı. Müslüman kardeşleri örgütleyip, direniş için Filistin'e gönderdi. Bütün bu gelişmeler, İngilizler ve Yahudilere yaranmaya çalışan Mısır'ın kukla idarecisi Kral Faruk'u kaygılandırmıştı. Kral Faruk, Benna'nın öldürülme emrini verdi.

                                                Rabbine tertemiz döndü; çünkü şehit oldu
                                                Hasan el Benna, 12 Şubat 1949'da Kahire'nin en büyük caddelerinden birinde arabası durdurularak polisler tarafından kurşunlandı. Hastaneye kaldırıldı ve orada müdahale edilmeyerek kan kaybından ölmesi sağlandı.

                                                Hasan el Benna'nın ölümünden hem İngilizler hem Kral Faruk hem de Yahudiler fazlasıyla memnun kaldılar. Ama anlayamadıkları şu ki, Müslüman kardeşler teşkilatı, daha da büyüyerek bütün İslam dünyasını etkiledi. Ne Kral Faruk ne de diğerleri hayırla yâd ediliyor. Ama Hasan el Benna, ölümünden 60 yıla yakın bir zaman geçtiği halde, hala Müslümanların kalbindedir. O kadar zaman geçtiği halde Türkiye'de bir gazete sayfası onu rahmetle anabiliyor. Bu şu demektir ki; Hasan el Benna'nın davası yepyeni bir dünyanın kapısını aralayacaktır. Bir gün mutlaka!

                                                Peygamberimiz çocuklara nasıl davranırdı?

                                                Modern bilimin ve aile içi iletişim uzmanlarının atladığı en önemli soru; Peygamberimiz çocuklara nasıl davranırdı?

                                                'Çocuklara iyi davranın'
                                                Cocuk cennet kokusudur buyurmuş peygamberimiz. Torunlarına 'reyhanlarım' diyordu bu yüzden. Reyhan; çok güzel koku veren görünümü iç açıcı ama bakımı çok fazla gayret isteyen bir çiçektir. Peygamber efendimiz, o çiçekleri büyütmekle vazifeli anne ve babalara çiçekler için tavsiyede bulunuyor: "Çocuklarınıza iyi davranın onları iyi terbiye edin"


                                                Peygamberimiz bir gün namaz kılıyordu. Secdede çok uzun kaldı. Vahiy mi geldi diye Sahabeler merak etti. Peygamberimiz namazı bitirdi. Secdede niçin uzun kaldığını merak eden sahabelere meraklarını giderici şu açıklamayı yaptı: "Oğullarım sırtıma binmiştiler ya, acele edip oyunlarını bozmak istemedim"

                                                Bizler ise, yaramazlık yaparlar diye, çocukları özellikle camiye götürmeyiz. Çocukla beraber oyun oynarken, çocuk için en güzel bir anda onu orada bırakıp; "namaza gidiyorum" deriz. Hâlbuki peygamberimiz, Umame omzundayken namaza başlar secdeye gittiğinde çocuğu indirir, kalktığı zaman tekrar omzuna alırdı.

                                                Çocuklar her duyduklarını kaydederler
                                                Peygamberimiz bir çocuğun elinden tutunca o bırakıncaya kadar elini çekmezdi. En büyük dikkatsizliklerimizden birisi budur. Oyun anında işitmez, görmez, anlamaz sanırız onları. Hâlbuki çocukların alıcılarının en çok açık olduğu andır oyun anları. Yapmalarını istediğimiz şeyleri o anlarında söyleyebiliriz. Onların hemen kabullenmelerini ve farkına varmadan şartlanmalarını sağlar oyun anları, fakat bu çok önemli anları biz oyundadır duymaz diyerek çocukların duymaması gereken konuları onların belleklerine işleyerek geçiririz. Misafirliklerde çocuklar bir köşede oynarken, annelerinin konuştukları her şeyi kafalarına kaydederler.

                                                Hz. Aişe validemiz oyun oynarken vahiy gelmiş ve vahyi ezberlemiştir.

                                                Efendimizin çocuklarla iletişimi ve çocuklara yaklaşım tarzı
                                                Eğitimi âlemlerin Rabbi tarafından yapılmış bir sevgi peygamberidir O. Tüm insanlığa kusursuz bir örnek olarak gönderilmiş rahmet peygamberidir. Onun çocuklara karşı davranışı rabbimizin istediği şekildedir. Çocuk eğitimin çok önemli olduğu bilen Müminler olarak, çocuklara nasıl davranmamız gerektiğini yalnızca ona bakarak öğrenebiliriz. O nasıl davrandıysa aynı şekilde davranarak hem aile içi huzura hem de toplumsal huzura ulaşmamız mümkün. Çünkü O'nun hayatının her karesinde, hem dünya hem de ahiret hayatının mutluluğu gizlidir.

                                                Çocukların hayatındaki ilkler önemlidir
                                                Peygamberimiz çocukların hayatlarındaki ilk'lere dikkat ederdi. Bu ilklerden birisi de çocuğun midesine inen ilk gıdaydı. Peygamberimiz, Enes'in annesinden Enes'i doğurduğunda çocuğa süt verilmeden kendisine haber verilmesini istemişti. Enes doğar doğmaz Efendimizin yanına getirildi. Peygamberimiz de bebeğin ağzının içini iyi cins bir hurma ile ovdu yani tahnik etti.

                                                İlkler önemlidir yaş günü partisi değil
                                                Peygamberimiz diğer önem verdiği ilklerden birisi de çocukların ilk duyduklarıydı.
                                                "Kimin bir çocuğu olur da sağ kulağına ezan sol kulağına kamet okursa, ona Ümmi Sübyan (bir tür çocuk hastalığı) zarar vermez"
                                                Efendimiz çocukların hayatlarındaki ilklere önem verirdi. Çocuk için 'yaş günü partisi' düzenlemek bu ilklerden biri değildir.

                                                Çocuk ne yaparsa yapsın dövülemez
                                                Peygamberimiz küçük çocukları dövmeyi yasaklamıştı. Hz. Enes, on yıla yakın bir süre peygamberimizin yanında kaldı. Peygamber Efendimiz bu süre içinde kendisine bir defa bile kızmadı. On veya on üç yaşından önce çocuk ne yaparsa yapsın dövülemezdi.
                                                Efendimiz; "Toprak çocukların ilkbaharıdır" buyurmuştur. Toprak, insandaki negatif enerjiyi çektiğinden toprakla oyun çocukların rahatlamasını sağlar.
                                                Çocuğa ilk öğretilecek bilgi; Nahl suresinin 78. ayetidir
                                                Çocuğa ilk kelam olarak öğretilmesini istediği şey Nahl suresinin 78. ayeti idi.
                                                Meali: "Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi"

                                                Sahabe; yeni doğan çocukları için sofra kurardı
                                                Peygamberimiz, elini yeni doğan bebeğin başına koyarak dua ederdi.
                                                Çocuğun doğumundan sonra ziyafet vermek bu duanın toplu yapılması için olduğundan sahabeler yeni doğan bebekler için ziyafet yemeği vermeyi önemserlerdi. Peygamberimiz sayıların ve günlerin batıllığını bize bildirmekle beraber, çocuğun hayatında bazı günlerde ve yıllarda bir takım olayların başlatılmasını uygun bulur. Çocuğun önemli günlerinden biri de, çocuğun eğitimin başladığı gündür. Bu yaş dört yaşını 4 ay 4 gün gecedir. Peygamberimiz kendisine bir çocuğun doğum haberi ulaştırıldığında bizim sorduklarımıza benzemeyen bir soru sorardı: "Yaratılışı tam mı?" Tam cevabını alınca da onu eksiksiz gönderen Rabbine şükrederdi.

                                                Efendimiz çocuklara hayır demezdi
                                                Hz. Hasan ve Hüseyin, bir gün peygamberimize gelerek, Efendimizin kendilerine bir deve almasını istediler. Peygamberimiz o anda çocuklara deve alacak durumda değildi. Torunlarını üzmeden deveyi unutturacak bir çözüm yolu buldu. Küçük torunlarının önüne çökerek onlara seslendi; "Haydi binin bundan daha iyi deve mi olur" Çocuklar büyük bir sevinçle dedelerinin sırtlarına binmişler ve deveyi unutmuşlardı. Çocukların bu tarz istekleri karşısında bizler tarafından söylenen sözler hep aynıdır; Paramız yok, ileride alırız, daha sonra vs. Bu sözler, çocuklara parayı önemsetir ve onları fakirlik psikolojisine sokar. Eğer bunu fark edemez isek çocuklarımız, büyüdüklerinde paraya tapar hale gelirler.

                                                "Çocuğu olan onunla çocuklaşsın"
                                                Efendimiz; "Çocuğu olan onunla çocuklaşsın" buyurmuştur. Peygamberimizin göbeği üzerine akıtan torununu almak isteyen Ebu Leyla bin Abdurrahman'a Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: "Oğlumu bırakın hacetini tamamlayıncaya kadar onu korkutmayın"

                                                Asla çocukları çocuk yerine koymayın!
                                                Peygamber Efendimiz çocuklarla karşılaştığında büyükler gibi selam verirdi. Onlarla sır paylaşırdı. Çocuklara değer verir en yorgun olduğu zamanlarda bile onları incitmezdi. Ayrıca, Peygamberimize göre çocuklar büyükleri rahatsız etmez, büyükler çocukları rahatsız eder. Hasta çocuk ziyaretinde bizler çocuklarla ilgilenmekten çok anne ve babayla konuşmakla meşgul oluruz. Oysa peygamberimiz çocuklarla meşgul oluyor, onlarla konuşuyordu.
                                                Yazının Orjinali İçin TIKLAYINIZ

                                                NEVZAT LALELİ İLE RÖPORTAJ (1)

                                                Yuvamız yazı serisi

                                                Bir müddetten beri gazetemizde YUVAMIZ başlığında yazıların neşrettiğimiz yazarımız Nevzat Laleli ile evlendirme konularını dile getiren ve makalelerinde ele aldığı "Evlendirme çalışmaları" konularına genel bakışı okuyucularımıza tanıtmak ve yaptığımız konuşmayı bir röportaj çerçevesinde sizlerle paylaşmak istedik. Laleli'ye bazı sorular sorduk, cevaplar aldık. Bir sohbet havasında gecen röportajımızı beğenerek okuyacağınızı tahmin ederiz.

                                                : Sayın Laleli, isterseniz önce sizi tanıyarak röportajımıza başlayalım.

                                                LALELİ :Size ve gazeteniz ile onun değerli okuyucularına teşekkürlerimi sunarken milletimize ve memleketimize Allah (c.c) dan iki cihan saadetleri dilerim.

                                                Ben 1948 yılında Konya'da doğdum. Babam Konya eşrafından Seyit Mehmet Laleli'dir. İlk, orta ve lise tahsilimi Konya'da yaptım. 1968–69 öğrenim yılında Mühendislik tahsili için Ankara'ya gittim. Bir mutlu tevafuktur ki ilk günden itibaren Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın da öğrencisi oldum. 1971'de mezun oldum ve Makine mühendisi olarak iş hayatına atıldım.

                                                Gece öğrenimi yaptığımdan gündüzleri zamanım müsaitti. Bu arada İstanbul'da neşredilen Bizim Anadolu Gazetesi Ankara bürosu muhabirliğini yaptım. Arif Nihat Asya ve Emine Işınsu Okcu'nun çıkardıkları "Defne ve Ayşe" isimli dergilerin idare müdürlükleri ile bu dergilerde çocuklar için dini dersler yazıları yazdım.

                                                Hocam olarak yakından tanıma imkânı bulduğum kıymetli ilim ve devlet adamı Erbakan'a bütün siyasi çalışmalarında yardımcı oldum. MNP, Milli Nizam Partisini ve MSP Milli Selamet Partisinin Gençlik kolları Genel Başkanlıklarını yaptım. Bu arada okul bitmiş (1972) ben Makine Mühendisi olmuştum.

                                                1974 de Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Bakan Danışmanlığı ile Bakanlık bünyesinde kurulan "Ağır Sanayi Yüksek İhtisas Okulu Yönetim kurulu Başkanlığı" 1978 de Türkiye Kur'an Kursları federasyonu Genel Başkanlığı, 1980–1997 arası (17 yıl) Milli Gençlik Vakfı Genel Başkanlığını yürüttüm. Vakfın bünyesinde gençler için "Aydınların dergisi Gençlik" ile çocuklarımız için "Çocukların sevgilisi Kıvılcım" dergilerini 7 yıl süre ile çıkartarak dergilerin sahipliklerini yaptım ona yazılar yazdım. Şu anda da Milli Gençliğin Şeref Başkanı unvanına sahibim.

                                                1997 yılında vakıftan ayrılınca Ankara bulunan ve 20 farklı mesleklerden mühendisin kurduğu UZMAN Mühendislik A.Ş nin genel müdürlüğünü yürütmekteyim.

                                                Ankara'da ikamet etmekteyim. 2'si oğlan 4'ü kız 6 çocuğum var. Bu arada 4 kızımı evlendirdim ve 4 de kıymetli damada sahibim.

                                                : Desenize, siz de 36 yıllık milli görüşçüsünüz.

                                                LALELİ: Elbette. Bununla iftihar duymaktayım. Milli görüşçü olmak, diğerkâm olabilmektir. Yani başkalarının dertlerini kendine dert edinmek ve başkalarının da iyi olmasını istemektir. Hani bir şarkı vardır ya; "Dertleri zevk edindim, bende neşe ne arar..." diye. İşte onun gibi. Sadece istemek de yetmiyor, başkalarının mutlu ve mesut olmasına bütün gücüyle çalışmaktır. Böyle olduğu içindir ki, bugün Evlendirme bürosu kurmama bu temel inanç konusu sebep olmuştur.

                                                : Sayın Laleli, öz geçmişinizi anlatırken evlendirme konuları ile daha önce uğraşıp uğraşmadığınızı aradık ama böyle bir çalışma yapmamışsınız. Nereden çıktı böyle bir çalışma ve siz toplumda hürmet gören bir insanken bu çalışmaya nasıl cesaret ederek girebildiniz? Evlendirme çalışmalarının sizi yıpratacağından korkmadınız mı?

                                                LALELİ: Hayatının 35 yılını sosyal çalışmalarda geçiren bir kardeşiniz olarak insanlarımızın ve ailelerimiz dert ve sıkıntılarını yakından tanımak imkânı buldum. Milli Gençlik Vakfı Genel Başkanlığını yürütürken, bazı anne ve babalar bana gelerek kızları için koca, oğulları için gelin adayı aramakta olduklarını bu konuda kendilerine yardımcı olmamı isterlerdi. Vakfın ağır yükü altında bu taleplere her zaman uygun cevap veremiyordum. Bu arada evlenmelerine vesile olduğum birçok kardeşlerim oldu. Ama bunlar amatörce yapılan işlerdi. Her ne kadar piyasada bir takım evlendirme büroları olduğunu duyuyorduk. Ama bunlara güvenilir miydi? Bizim de içerisinde bulunduğumuz muhafazakâr ve mütedeyyin insanların gönül rahatlığıyla müracaat edecekleri bir evlendirme bürosu yoktu. Hâlbuki gelinlik kızı ve damatlık oğlu bulunan ailelerin böyle bir büroya ihtiyaçları vardı.

                                                ● Bu büroyu niçin ve nasıl kurdunuz?

                                                LALELİ: Bilhassa gelinlik kızı olup ta istenen özellikte talibi gelmeyen, yüksek öğrenip yapıp ta yaş ilerlediği için evde kaldığını zanneden kızlarımız ve hanım kardeşlerimiz, diğer taraftan maddi ve manevi sebeplerden dolayı evlenebilmek için yardımcıya ihtiyacı olan delikanlıların evlenme konularında yardımcı olmayı hedefleyerek 2000 yılı başlarında çalışmalara başladık. Gördük ki, ailelerin böyle bir büroya olan ihtiyaçları büyük olduğu halde arzu edilen yoğunlukta müracaat yapılmıyor gelin ve damat adayı müracaatları yeteri kadar olmuyordu.

                                                Bunu iki sebebe bağlıyorum. Birincisi biz kendimizi ve çalışmalarımız yeterince halkımıza ve ihtiyaç sahibi ailelere duyuramadık. İkincisi ve belki en önemli sebep; "Evlendirme bürosu kanalıyla evlenilir mi hiç?" kanaatinin toplumda yer etmiş olması ve bu kanaatin değiştirilmesinin hayli zor olmasıdır.

                                                : Konular birbirlerine bağlı gidiyor. Sizler kurduğunuz bu evlendirme bürosu kanalıyla şu ana kadar kaç kişiyi evlendirdiniz?

                                                LALELİ: 1997 yılında Vakfın genel başkanlığından ayrılmış ve fakat henüz yeni bir iş de kuramamıştım. Bir tarafta ülke çapında bir tanınmışlığa ve bir güven ve itimada sahiptim. Acaba evlenme işlerini sistemli bir şekilde ben yürütebilir miydim? Olaylar benim büro kurmamı sanki teşvik ediyor, diğer taraftan da bu işlerin zorluklarını nasıl aşarız? diye düşünüyordum. "Bizim insanımız büronun mana ve önemini kavrayamaz, bu bir fiyasko olur mu acaba?"diyordum.

                                                Pek tabii. Sorularınıza hepsine cevap vermeye çalışacağım. Ama siz böyle bir büroyu açmaya nasıl cesaret ettiniz sorusu henüz cevap bulmadı.

                                                Toplumumuz böyle bir evlendirme bürosuna müracaat ederek eşini oradan bulma düşüncesine henüz hazır değildir. Ancak biz böyle bir çalışmanın verimliliğini halkımıza göstermeden de bu düşünceyi değiştiremezdik. Nitekim bir gün büroma bir telefon geldi. Telefondaki hanım; "Nevzat bey, sizi tebrik ederim. Kimsenin cesaret edemeyeceği bir hizmeti yerine getiriyorsunuz. Hem biliyor musunuz, Kur'a-ı Kerim'de evlenin diye bir ayet bulunmadığı halde evlendirin diye bir ayet bulunmaktadır" demişti.

                                                Değişim Fırtınanın Eseridir

                                                Türker Akın Sağlık
                                                Hayat değişimlere gebedir.
                                                Değişimler farklıdır.
                                                Kimi şartlara göredir.
                                                Bazı değişimler toplumsal fırtınaların tesiriyle gerçekleşir.
                                                Hiçbir toplumsal yapı zorlamalarla, baskı çeşitleriyle, meydanlara giyotinler koyarak 'Sindirme Metotlarıyla' değişmez.
                                                İnançların karşısına dikilerek, farklı inançlara sahip insanları baskı altında tutarak değişmelerini beklemeniz ütopyadır.
                                                Yasaklarla bir yere varamazsınız ve sonunda geri adım atacağınız günleri sayarsınız.
                                                Topluma hizmetle seçilen bireyler, kendilerini seçenlere tepeden bakarak, haklarını kısıtlayıcı paketleri devreye sokarak kotluklarında uzun vadeli kalacağını düşünmemelidir.
                                                Seçen irade uzaklaştırmayı da bilir.
                                                Demokrasilerde böyle.
                                                Kısıtlaması olmayan demokrasilerde tabii!
                                                Her 10 sene de bir 'Balans ayarı yapılan' 'Kâğıt üzerinde demokrasilerde' farklı oluyor.
                                                Bollaşan elbise daraltılıyor.
                                                Kemerlere yeni delikler açılarak daraltıcı fonksiyon icra etmesi sağlanıyor.
                                                Düşün peşime ve konuşan toplum!' sloganlarıyla meydanlara çıkanların foterinden hiç görmediğiniz bir kuş türü çıkıyor.
                                                Dağ ve tepe gezseniz bile, orman ve her yerdeki bahçelerdeki ağaç dallarına baksanız bu kuş türlerine rastlayamazsınız.
                                                Sipariş üzerine üretilen ve arada sırada kuluçkadan çıkarılan kuş cinsidir.
                                                Anavatanının Washington olduğu rivayet edilir.
                                                Hatta Fransa'dan hediye edilerek Amerika'ya dikilen 'Özgürlük Heykelinin' üzerine konarlar.
                                                Kuş bakışı çevreye bakarak, sis tabakası üzerinden 'Özgürlük nerede?' diyerek fısıldaşırlar.

                                                Guantanamo üzerinde uçmazlar.
                                                Yasak bölgedir.

                                                Kanat çırpmaları mümkün değildir.
                                                Demir perde yıkıldığı zaman 'Berlin Üzerinde' uçtuklarını görmüşlerdi.
                                                Kafileler halinde.
                                                Duvar yıkıcı çekiç ve buldozer eksozundan çıkan gürültü sebebiyle bu tür kuşların sesleri net olarak duyulamadı.
                                                Her toplum 'Özgürlük Kuşlarının' seslerini duymak ister.
                                                Fakat bir türlü duyamaz.
                                                Kafese girmezler.
                                                Ele ve avuca pek sığmazlar.
                                                Göstermelik olarak bazı politikacıların havaya saldığı 'BEYAZ Güvercinlere' hiç benzemezler.
                                                Güvercinler avlanır ve uysallaştırılır.
                                                Kilitli kafese alışkındırlar.
                                                Yemlendikçe harekete geçer ve kendilerine tayin edilen mıntıka da uçarlar.
                                                Özgürlüğün temsilcisi olamazlar.
                                                Hayal üreten politikacıları omzuna iple bağlanarak sömürü aracı oldular.
                                                Hani hatırlarsınız.
                                                Şairdi!
                                                Bir aralar 'Su kullananın ve toprak ta işleyenin' sözleriyle 'Pembe Solcu' etiketiyle dalgalı deniz de kaptan olmaya çalışmıştı.
                                                Olamadı.
                                                Kısa süreli manevra yapmasına izin verdiler.
                                                Derinlerden gelen seslerle ortalık karıştırıldı.
                                                İzmir gezisi sırasında birileri ateş etti.
                                                Sene 1979'du.
                                                Derinlerden birileri meydandaki kalabalığın arasında üfürüp, ateş etmiş.
                                                Öylece birileri 'Derin denizlerden' bahsetmeye başladı.
                                                Bu denizlerin dibinden gelen depremle beraber toplum sarsıldı.
                                                1980 'Kuş Gribi Salgınıyla' gelen darbeydi bu!
                                                Özgürlük kuşları ülkeyi terk etti.
                                                Bu grip cezaevleri inşaatlarını hızlandırdı.
                                                Falaka ve Filistin askısı imalatı yapan sektör genişledi.
                                                Yağcılık sektörü gelişti.
                                                Her tür yağcılık, her köşe başında kahve falıyla meşguldü.
                                                Panik ve gözyaşı egemen oldu.
                                                Ayağı kırılanlar, intihar ettiği iddia edenler, kaybolanlar, yurt dışına kaçanlar, kelepçelerin boyutlarıyla kollarına takıldığı an tanışanlar darbeyle beraber yeni yaşam koşullarına alıştırılmaya çalışılmıştı!
                                                Sus ve itaat et!
                                                Konuşursan ayakların şişerdi hani!
                                                Koridorlara 10 cm. su doldurarak şişen ayaklarınızın inmesini beklerlerdi ya!
                                                Koridorlara kırmızı halı serili değildi!
                                                Beton!
                                                Ayak kaymaması için parlatılmamış.
                                                Tırtıllı beton!
                                                Falaka sopası ham ipekle sarılı!
                                                Gelirken güldüren, hedefe vardığında sızlatan cinsten!
                                                Gürgenden!
                                                Meşe yedekte!
                                                Unutuldu tabii!
                                                Değişim oldu!
                                                Ramazan davulcuları eşliğinde!
                                                Günah çıkaran falaka ustaları 'Davul İşine' el atmış!
                                                Bacağa tokmak vurma dönemi darbeli yıllarda kaldığından!
                                                Artık onlarda sınıf atladılar ve perdelendiler!
                                                Davul çalarak geceleri geziye katılıyorlar.
                                                Senede 1 ay!
                                                Bazıları orkestra kurmuş!
                                                Ankara havaları eşliğinde davul işine bakıyorlar!
                                                Kemancısı, klarnetçisi, düdükçüsü, batericisi mehter marşıyla uğraşmıyor.
                                                Geçmişte kaldı!
                                                Unutuldu!


                                                Değişim türküsünü birileri söyler oldu!
                                                Kim?
                                                411 oy karşısında yer alan yasakçı kadro!
                                                Şimdilerde reformist oldular!
                                                Hem de ne reform?
                                                Hayrete düşenler sakinleştirici almalı!
                                                Tablet usulü.
                                                Olmadı şırıngayla.
                                                Çarşaf giyen bir bayan görseler hiddetlenirlerdi.
                                                Kızarlar ve ağızlarına geleni söyleme özgürlüğüne sadece kendileri sahipti.
                                                Biliyorsunuz 'Radikal CHP' yumuşadı.
                                                Esnekleşti.
                                                Baykal Bey ne diyor:
                                                ':Alacağım kardeşim. Örtünen insanları partime alacağım. Yığınla insanı gönüllerini kırıp döküyorsunuz. Buna hakkımız var mı? Artık insanları kılık kıyafetinden dolayı yargılayamazsın. Bu insanların CHP'de ne işleri varmış?
                                                Alacağım kardeşim. Kıyafet tüzüğü mü ilan edeceğiz. Memleketim Alanya'da şalvarlı hemşerilerimiz var.'Şalvarını çıkar ve ütülü pantolon giy gel mi? Diyeceğiz.

                                                O şalvarda rahat ve güzeldir.

                                                Alışacaksınız bunlara.2000'li yıllarda tek parti zihniyeti uygulayamayız.'''''

                                                Alışacak olanlara mesaj!
                                                İnce ayar!
                                                Birileri radikal söylemlere devam edecek.
                                                Birileri de alışmaya!
                                                Alıştıkça hazmetme süreci ilerleyecekmiş.
                                                Artık tıp ilerledi.
                                                Hazmetmeyi kolaylaştırıcı ilaçlar var.
                                                Bünye zorlanmıyor.
                                                Doğal bağışıklık kazanıyor.
                                                Tepkiler ılımlı hale geliyor.
                                                Sinir sistemi yumuşacık oluyor.
                                                Gerginlik irtifa kaybediyor.
                                                Tepeler çeşitli çiçeklerle dolduğu gibi, özgürlük kuşlarının cıvıltısı odanıza kadar geliyor.
                                                Yamaç paraşütüyle Akdeniz'de turlar başlıyor.
                                                Kısaca alışacaksınız…
                                                Keskin sirke küpüne zararmış!
                                                Öfkeyle kalkan zayiatla çökermiş.
                                                Atalarımız boş yere konuşmamış.
                                                Yerinde ve vaktinde!
                                                46 milyon seçmenin olduğu bir ülke de değişimi görmeyen geride kalıyor.
                                                1950 yılından beri tek başına iktidar olamayan İş Bankası hissedarı, parasal sorunlarını aşmış CHP daha çok açılım yapacak.
                                                Hiç merak etmeyin.
                                                Bir bakmışsınız Mustafa Sandal şarkıları ve Tarkan besteleriyle miting meydanlarında olacaklar.
                                                Olmaz demeyin.
                                                Reform bu!
                                                Her alanda…
                                                Sırada bazı gurupların seçmen desteği olursa şaşmayın.
                                                Sepete gelecek yumurtanın rengi önemli.
                                                Bakarsınız bir yasa teklifiyle Üniversitelere kayıt yaptıramayan Başörtülü öğrencilerin yolunun açılması için 'Esnetici' hamle yaparlar.
                                                Olmaz demeyin.
                                                İfadelere bakarsanız olur!
                                                Neden olmasın?
                                                Emekli imamlar bile CHP Belediye Başkanlığına aday olmadı mı?
                                                Demek ki formül burada!
                                                Açılım bu!
                                                Genel Başkan alışın dedi.
                                                Necla Hanım muhalefet etse bile alışın!
                                                Tek partili dönem geride kalmış.
                                                Genel Başkanın konuşması böyle!