28 Eylül 2008 Pazar

Rüşvet Sistem Sorunu



Çankaya Belediyesinden rüşvet itirafı, haberlere damgasını vurdu. Belediye Başkanının samimi itirafından, ne kadar sıkıştığı anlaşılıyor. Ak parti veya CHP veya bir başkası düzen çarkını böyle kurmuşlar. Yiyiciler her yerde yolunu bulmuşlar gidiyorlar. Sizin bizim fikirlerimizin ne önemi var önem var? Yok, fikirlerin para ettiği. Doğru bir sözün kıymet-i harbiyesi yoktur. Bizim fikrimiz, bizim rantımız felsefesi. Fikirler ücretleri beslerse kıymeti var.


Fikirlerin saygın olmadığı, paranın ilahlaşmakta olduğu kapitalist vahşi bir sistemde ayakta kalmak için namuslu insanlarında cendereye sokulduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Bütün çeteler, partiler, dernekler parayı kazanmanın en kolay yolarını araştırmaya yönelik duruyor. Sistem bu namusu düşük, kıymetten yoksun manevi değerleri yok sayan, maddenin ilahlaştırıldığı bir sistemin sonucudur. Kapitalizm veya komünizm hepsi insanların kurtluğunun diğerini boğması üzerine kurulmuş beşeri sistemler. Bunların kıymetleri kuranların ve uygulayanların nerede durdukları ve neye kul olduklarını da gösterirdir.


Kıblesi madde olan sistemlerin hakça ve halkla bölüşüm esasları olamaz. Paranın hayatın esası olduğu sistemde Müslüman olmak ve kalmak da zordur. Salebe'lerin arttığı bir ortamda, peygamberi bir başkaldırıya ihtiyacımız var. Toplum olarak başımızı çevireceğimiz ve peygamberi bir metotla yüz ekşiteceğimiz insanlar karşısında el ovuşturmamız iğrenç bir tolumun temel taşlarının yükseldiğinin işaretleridir.


Bayram Meral ve Derviş Günday'ın milletvekili seçildikten sonra sendikalardan menfaat sağlamaya devam ettiğinin ortaya çıkmasıyla sarsılan CHP'de, deprem Çankaya belediyesi olay video görüntülerinin ortaya çıkmasıyla 3. Boyuta taşındı. 3 boyutlu bir hal aldı.


Kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır. Devletin temel esası rüşvet üzerine kurulu gibi bir intibaya varmamak mümkün gözükmemektedir. Bürokrasinin beslenme dürtüleri de böyle çalışmaktadır. Rant ve rüşvetle beslenen soyguncu, vurguncu bir yapı var. Bunun devamını sağlayanlarda iktidar ve muhalefet bir prtak gibi duruyor. Beslenme kaynakları sistem. Bunlardan halka ve hakça bir sisteme kavuşmak zor görünüyor. İlla ki sert önlemler ve manevi iklimlere insanları taşımak gerekir. Önünü almak mümkün mü?


Çocuklarının geleceği için, tüyü bitmedik yetimin haklarına kast var. Cürüm-ü meşhutlar çok. Gayri meşru kazançlar toplumun tepesinde dillendirilmesi de ilginç. Kimse ak değil. CHP ve AK Parti liderleri ve çevreleri şaibelerle örgülü duruyor ve öyle gözüküyorlar. Bu sadece bir CHP sorunu değil. Ak partili belediyelerde de böyle şeyler olmaktadır. Diğer partili belediyelerde de. Bu konuda CHP nin alması kat etmesi gereken mesafe bir hayli fazla.


Tabi burada adam olmak ve soymakla eşdeğer manaları bir arada sunan eğitim sistemimizden tutunda sistemin kendisinin sorunu var. Eğitimimizde hak edenle etmeyenin bir tutulması da hakperest duygulara zarar vermektedir. Rüşvet ve iltimas aile de eğitimle başlayan bir süreç.


Önemli olan meseleyi kökten çözecek erdemli insanları yetiştirecek bir sistemin kurulmasıdır. Bu beşeri sitemlerin fiyaskosunun bir belirtisidir. İnsanların bunlardan bıkıp, daha radikal önlemleri alan ve asla affı olmayan bir ceza hukukuna ihtiyaç bulunduğunu da gözler önüne sermektedir. Yanlışı savunurken ne kadar pişkin laflar ettiklerini gördük. Adam namussuzluğu, başka bir sui misalle taçlandırma gayretinde ve pişkinliğinde.


Muzaffer bey'in feryadının da burada rüşvetten çok kendi yazılarının yayınlanmaması olduğunu görünce hayretler içinde kaldım. Önce dinleyince rüşvetten rahatsızmış izlenimi edindiğim konuşmanın tamamını haber7 den okuyunca derdin başka bir şey olduğunu kavradım. Önce kabul ve sonra inkârla süren bir itiraf süreci de cabası. Gizli kapaklı işlerin günün birinde kendiliğinden ortaya çıkması da bu milletin bir şansına kalmış gözüküyor.


Çankaya Belediyesi ve meclis üyeleri yaptıklarından, ihalelerden ve aldıkları rüşvetlerden sorgulanmalı ve gereken cezalara çarptırılmalıdırlar. Tuzun koktuğunda neyi korumanız mümkün? Devletin başındakilerin şaibesinden, haberlerinden yıldık, bittik, tükendik. Yemeleri yetmedi, düelloları ve bir de, yaptıklarıyla pişkin bir halde toplumun huzurunda birbirlerini karalamaları da ibretlik durumlarına dram katıyor.


Halkın kendi sistemini yeniden kurmasının yolu açılmalıdır. Halk kendini yönetenlerin önündedir. Halkın taleplerine karşı gelenler bitmiştir, bitecektir. Halk yönetilmekten yönetmeye geçmeli ki bu usulsüzlük, yolsuzluk iddialarına son versin. Halkın taleplerine sağır olanların, halkı nasıl sağdıklarını görüyoruz. Rüşvetin belgesi mi dediniz. Raşînin itirafı, rüşvetin belgesi olmaz mı? Rüşveti alan ve verenlerin melunluklarından, halka yaşattıkları cehennemlerden kurtulmak için, yeni düzenlemeler gerekiyor.


Sistemin çeteleri egalesi için, yaptırımların boyutu genişlemeli ve çok sert önlemler alınmalıdır. Halkın sırtına vurulanlar, taşınamaz haldedir. Yükümüzü ağırlaştıran yolsuzlukların bitmesi dileğiyle… Mutlu bayramlar diliyorum…

26 Eylül 2008 Cuma

TÜM MÜSLÜMANLARA ÇAĞRI!!



İsmail Heniyye Başkanlığındaki meşru Filistin Hükümeti'ne bağlı Esirler Bakanından Çağrı: "Kadir Gecesinde Esir Filistinliler İçin Dua Edin"


Filistin Enformasyon Merkezi


İsmail Heniyye Başkanlığındaki meşru Filistin Hükümeti'ne bağlı Esirlerle Özgürleştirilenler Bakanı Dr. Ahmed Şuveydih, Müslümanlardan Siyonistlerin hapishanelerinde yatan Filistinli esirlerin sağ salim ailelerinin arasına dönmeleri için Kadir gecesinde Allah'a duada bulunmalarını istedi.

Esirler Bakanı Şuveydih, (24 Eylül Çarşamba) günü yaptığı ve Filistin Enformasyon Merkezi'ne de ulaşan basın açıklamasında şöyle dedi: "Esirler için yapacağımız dua; Siyonist işgal hapishanelerinde iki acıyı birlikte yaşayan, en basit insani gereksinimlerden mahrum bırakılan, hakları çiğnenen, hapishane idaresi tarafından her gün baskılara maruz kalan, tedavi olmalarına ve ziyaret edilmelerine mani olunan kahraman Filistinli esirlere sunabileceğimiz yardım ve desteğin küçük bir kısmıdır."

"Dua, sıkıntının gitmesi için müminin silahıdır. Esirlerin çektikleri sıkıntıların hafiflemesi için Kadir gecesinde ellerin Mevla'ya kalkması gerekir. Belki Allah bu sayede bir çıkış yolu gösterir. Hasta esirlerin şifa bulmaları, tek başına hücrede kalanların serbest bırakılmaları, esirlerin ailelerine kavuşmaları; esir kadın, çocuk ve yaşlıların serbest bırakılmaları ve zalimane uygulamalara karşı direnebilmeleri için Filistinliler başta olmak üzere bütün Müslümanların fazlasıyla dua edip Allah'a yakarmaları gerekir."

Yoğun bakımdaki Şener Eruygur ÖLDÜ.?

Yoğun bakımdaki Şener Eruygur ÖLDÜ.?

Yoğun bakımdaki Şener Eruygur ÖLDÜ.?

Tarih : 25.09.2008 00:02:55


Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, inanılmaz bir kompla teorisi yazdı. Dilipaka göre, Ergenekon sanığı emekli paşa Şener Eruygur, Ergenekoncular tarafından hastanelik edildi


Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, inanılmaz bir kompla teorisi yazdı. Dilipak'a göre, Ergenekon sanığı emekli paşa Şener Eruygur, Ergenekoncular tarafından hastanelik edildi!
Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, inanılmaz bir kompla teorisi yazdı. Dilipak'a göre, Ergenekon sanığı emekli paşa Şener Eruygur, Ergenekoncular tarafından hastanelik edildi! Yine Dilipak'ın iddiasına göre, Eruygur, çok şey bildiği için ortadan kaldırılmak istendi. Böylelikle Eruygur'un ölümünün ardından pek çok suç onun üzerine yıkılacak ve dosya kapatılacak. Dilipak'a göre Eruygur belki de öldü. Eruygur'u öldürenler cenaze törenini de düzenleyecek. Katiller laik oldukları için arkasından Fatiha bile okumayacaklar!..

İşte Dilipak'ın inanılmaz iddiaları:

Şener Eruygur'un beyninde kanama ve boynunun 3 yerinde kırık varmış. Eruygur'un sağ yanağında da çarpma sırasında yırtık meydana gelmiş.
Adam komada.


-Yok canım oraya bir başkasını getirmişlerdir, bu arada Eruygur pırrr.. Sen sağ ben selamet.. Yarın öldü diye öteki adamı gömerler, bu iş biter.

Geçmişte de oldu bu işler. Bir eroin kaçakçısı Gümüşsuyu'nda bir otelden atlayıp intihar ediyor. Savcı geliyor tesbit yapıyor, intihar ettiğine karar veriliyor. Ailesi gelip morgda tesbit yapıyor. Cenaze ailesine mühürlü, çinko bir tabutla teslim ediliyor.. Ailesi cenazeyi alıp memleketine götürüp gömüyor. Bir süre sonra savcıya bir ihbar. İntihar etti denen adam İspanya'da. Araştırıyorlar, adam başka bir kimlikle yaşıyor.. Savcı gidip cesedin gömüldüğü mezarlıktaki mezarı açtırıyor. Tabut boş!

Peki o adam yaşıyorsa ölen kim? Ceset nerede? O kişiyi kim öldürdü?

Eruygur'un ayağı kayıp düşünce nasıl kafatası hasar görüyor, yetmedi boynunu 3 yerinden kırıyor ve sağ yanağını parçalıyor. Birileri içeri girip, bu çok şey bilen önemli sanığı, tanıklık etmesinden korktukları için ortadan kaldırmış olamaz mı? Böylece birçok işin emrini veren kişi olarak suçlanabilir ve öldüğü için de dosya kapatılabilir.. Yani Ergenekon sanığı, Ergenekon'un kurbanı olabilir mi?

Herhalde olay raporu yayınlanacaktır. Ne zaman, nereden, nasıl düşmüş..

Bizim tarihimiz bir sürü cinayetle doludur. 1.70'lik adamı, 1,5 metrelik yerde asılarak intihar ettirirler.

Sultan Abdülaziz biliyorsunuz iki bileğini birden keserek "intihar" etti!?

Zaten daha şimdiden bir yandan öldü haberleri geliyor, bir yandan da "Yok, hâlâ komada" deniyor.. Bu adamlar için cinayet işlemek çok sıradan bir şey..

Şimdi içeridekilerin can güvenliğini sağlamak gerek. Düne kadar devrim yapmak için kolları sıvayan şehir şehir dolaşan bir adam, nasıl oluyor da merdivenden düşüp kafasını, boynunu kırıyor?

Bir arkadaş, her şeyde bir komplo arayan basının Eruygur konusunda sessiz kalmasının da bir komplo olduğu düşüncesinde.. Hani sokak kapkaççılarını bile MOBESE ile yakalıyoruz, şu kadar tutuklu, gardiyan ve muhtemelen güvenlik kamerası ile izlenen daracık bir yerde bu işin nasıl olduğunun herhalde mantıklı bir izahı olacaktır.

Kuşkusuz bunların hiçbiri doğru olmayabilir.. Ama açıklanan gerçek inandırıcı gelmeyince halk bu komploları üretiyor.. Bu senaryolar artık sokakta konuşuluyor.. Göreceksiniz, biraz zaman geçsin daha ne senaryolar üretilecek.. Yani, Eruygur ölmüş de olabilir, yaşıyor da olabilir.. En azından artık tutuklu bulunduğu yerde değil. Sonunda sağlık sebebi ile tahliyesine de karar verildi. Yani en azından artık tutuklu değil.. Eğer gerçekten infaz edildi ise, büyük ihtimalle en çok ağlayan ve görkemli bir cenaze töreni için en çok koşturanlar arasında bu işi tezgahlayanlar da olacaktır.

Belki de ailesi sessiz bir defin yapacaktır. Herhalde bu aşamadan sonra top arabası ile taşınacak hali yok. Sonunda "Nasıl bilirsiniz" diye önümüze getirip koyacaklar.. Laikler için ayrı bir mezar, ayrı bir cami yok ki! ADD'lilerin birçoğunun, Eruygur'un arkasından Fatiha okuyacaklarını da sanmıyorum, olsa olsa alkışlarla uğurlarlar! Okkır'dan sonra Eruygur, bu arada İP Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever'den sonra şimdi de Hurşit Tolon'un tahliyesi gündemde.. İlsever "hasta" çıktı, şimdi sapasağlam, "dava" uğruna koşuyor.. Biliyorsunuz, YARSAV Başkanı da hasta! Bu hastalıklar dikkat çekici.

Tolon'un rahatsızlığı belli: Kalp! Hapishaneye girerken kalbi turp gibiydi, ama şimdi hasta raporu ile serbest bırakılması gündemde.. Oysa daha düne kadar durum şöyleydi: "Mevcut Koroner Anjiyografik ve Ventrikülografik bulgular değerlendirildiğinde sonucun birkaç önemsiz plak dışında normal olduğu izlenmiştir. Mevcut haliyle koroner arter hastalığı bulguları için asprin dışında herhangi bir ilaç kullanılmasına gerek yoktur. Sonuçlar tamamen normale yakın olup, günlük ağır efor dahil her türlü faaliyeti yapabilir."
Kaynak:


MİLLİ OCAK HABER
URL: http://www.milliocak.com/default.asp/http.docs/yazdir.asp?bolum=1654

23 Eylül 2008 Salı

Sosyal Devletin Zararları (II)

Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de bir dizi "çocuk esirgeme skandalı" yaşadık, hatırlarsanız. Devletin açtığı kurumlarında çalışan kimi bakıcıların, kendilerine emanet edilen küçücük çocukları insafsızca dövüp-sövdüğünü gizli kameralarla gördük. "Kim bilir daha ne rezaletler yaşanıyor" diye hayıflandık.

Yaşanan rezaletlerin en büyük nedeni, o kurumlarda çalışan o taş kalpli bakıcıların yaptıkları işe inanmıyor oluşuydu. (Eminim tam aksi yönde düşünen ve hisseden pek çok iyi kalpli bakıcı vardır; onları tenzih ederim.) "Memur zihniyeti" dediğimiz kafayla girmişlerdi o kurumlara. İnanmadıkları bir işi mecburen yapıyor, yaparken sinirleniyor, acısını da çocuklardan çıkarıyorlardı. Onları denetlemekte yükümlü kimseler de muhtemelen aynı "memur zihniyeti"ndeydi.

Peki acaba bir çocuk esirgeme yurdu devlet eliyle değil de, kalbi gerçekten çocuk sevgisi ile dolu idealist bir zengin tarafından kurulsa ne olur? Veya ilahi dinlerin yetimler konusundaki vurgusundan yola çıkan bir dini cemaat bu işe girse ne yapar? Muhtemelen, giriştikleri işe inandıkları için titiz davranacak, işe aldıkları bakıcıları dikkatle seçecek, çocukların sağlık ve mutluluğuna büyük önem ve değer vereceklerdir.

Kısacası sivil elden gelen hayırseverlik, resmi elden gelenden daha iyidir. Devlet, "kötü işletmeci" olduğu gibi, kötü hayırseverdir de.

İşte bu yüzden toplumdaki "hasenat" ihtiyacının sadece sosyal devlet değil aynı zamanda onunla rekabet edecek sivil toplum eliyle karşılanması, iyi bir şeydir. Bu, "sosyal devlet"in tümüyle ortadan kalkması gerektiği anlamına gelmez. Sivil hayırseverlik herkese ulaşamayacaktır ve dolayısıyla devletin bu alandaki varlığı devam etmelidir. Ama resmi yük ne kadar sivil alana ne kadar kaydırılabilirse o kadar iyidir. Bu sivil toplum elbette belirli bir motivasyonla hareket edecektir. Bu, "insan sevgisi, "sorumluluk duygusu" gibi seküler kaynaklardan gelebileceği gibi, "Allah rızası" gibi dini amaçlardan da kaynaklabilir. Özellikle Türkiye gibi toplumlarda da ikincisi ağır basar. Bu durum, devletçilerin sandığı gibi bir tehdit değil, bir kazançtır.

Ancak biliyorum ki Türkiye'deki fiili durum, bu teorik laflardaki kadar toz pembe değil. Toplumumuzda kökleri çok eskiye uzanan güçlü bir dini hayırseverlik duygusu olmakla birlikte, bunu kurumsallaştırmaları beklenen cemaatlerin, en azından yakın zamanlara dek, her ihtiyaç sahibine el uzatan "toplumcu" bir yaklaşım yerine, sadece kendi mensuplarına arka çıkan "cemaatçi" bir yaklaşım sergiledikleri bir gerçek.

Ama bu eleştiriyi yaparken, bunun sebebini de görmek gerek: Osmanlı toplumunda "hayır-hesanet" işleri çok daha iyi organize olmuş ve vakıflar aracılığıyla kurumsallaşmıştı. Tek Parti dönemi bu geleneği biçti. Cumhuriyet, tüm vakıflara el koydu, tüm sivil girişimleri zabt-u rabt altına aldı, kurban derilerinin bile peşini bırakmadı. Dahası tüm dini cematleri toplumdan kazımaya çalıştı. Buna karşılık da İslami kesim "hayatta kalma" derdine düştü, içine kapandı, politize oldu ve cemaatçileşti.

Eğer Almanya'daki Deniz Feneri e.V Derneği hakkındaki iddialar doğruysa — ki umarım değildir — söz konusu cemaatçi tavra bir de fırsatçılık ve yolsuzluk imajı eklenmiş olacak. Bu kuşkusuz çok tatsız, çok rahatsız edici bir durum. Bu olay üzerinden gelişen hükümet-medya polemiği de aynı derece tatsız ve üzücü.

Fakat tüm bunların sivil hayırseverliğin önünü kesmemesi gerek. Bu yöndeki girişimleri yolsuzluk riski açısından sıkı bir denetime tabi tutmak, fakat prensip olarak önlerini açmak lazım. Ve bir de yolsuzluğun sadece sivil değil resmi kurumlara da kolaylıkla bulaşabilen toplumsal bir hastalık olduğunu unutmamak gerek.

Mustafa Akyol


Sosyal Devletin Zararları (I)

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner'in kalkıp da yeni iç düşman olarak "post-modernistler"i işaret etmesi, son haftalarda eleştirildi. Gerçekten de TSK'nın oturup da bir felsefi akımı hedef alması alabildiğine yanlış bir şey. Ama böylesi yanlışları da artık kanıksamış durumdayız. Her biri, Türkiye Cumhuriyeti'nin özünde demokratik değil de ideolojik bir temel olduğunu yüzümüze çarpıp duruyor.

Benim post-modernizm öcüleştirmesi kadar ilginç bulduğum bir başka yorum da, Orgeneral İlker Başbuğ'un "sosyal devlet" hakkında söyledikleriydi. Yeni Genel Kurmay Başkanımız aynen şöyle dedi:

"Sosyal devlet niteliğinin zayıflamasının toplumları cemaatleşmeye ittiği bir gerçektir. Bu kapsamda giderek güçlenen bazı cemaatler ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar."

Bu laftan ordunun "dine bağlı bir yaşam tarzı"ndan pek hoşlanmadığını da anlıyoruz. Bunun niçin böyle olduğunu belki sayın genel kurmay başkanı bize bir gün anlatır, biz de "bu zihniyetin kökeni Abdullah Cevdet'e mi uzanıyor, August Comte'a mı" diye kafa yormak zorunda kalmayız.

Her neyse, gelelim sosyal devlete. Orgeneral Başbuğ'un sözlerini ben şöyle anlıyorum:

"Sosyal devlet zayıfladı, onun için her vatandaşa bakamıyor. Bu yüzden de vatandaşlar cemaatlerin desteğine ihtiyaç duyuyor."

Bu teşhise katılıyorum. Katılmadığım, bunun kötü bir şey olduğu fikri.

Sebebini anlatayım. Sosyal devlet ilkesi, devletin her vatandaşa belirli bir refah düzeyi sunması gerektiğini öngörür. Bu ilke bizim anayasamızda yazılı olsa da, pek zengin bir ülke olmadığımızdan etkili bir biçimde uygulanamamıştır. Gerçek sosyal devletler Avrupa'dadır. Mesela Fransa sosyal bir devlettir. Eğer işsiz kalırsanız Fransız devleti ise "işsizlik maaşı" öder. Hasta olursanız tedavi eder. "Devlet baba"ya güvenip huzur içinde uyuyabilirsiniz.

Kulağa iyi geliyor, değil mi? Oysa biraz incelenince bu sistemin tembellik ve hantallık ürettiğini görürsünüz. Devlet herkese baktığına göre, kimsenin fazla çalışmaya niyeti yoktur. Yeni bir iş kurup risk alacağınıza, "işsizlik maaşı"na talim edersiniz. Nitekim Fransa bugün Avrupa'da en az yeni iş kuran ve istihdam yaratan ülkedir. Yaratıcılık ve yenilikçilikte sınıfta kalmaktadır. Fransız ekonomisi, hemen kuzeyindeki İngiltere ile karşılaştırılınca epey kötü durumdadır. Zaten bu yüzden Sarkozy az da olsa "Anglo-Sakson modeli"ne geçmeye çalışmaktadır.

O modelde ise devlet minimum düzeyde bazı sosyal hizmetler verir, ama toplumu daha çok kendi dinamiklerine bırakır. Bunun sonucunda rekabet artar ve girişimcilik yükselir, yaratıcılık gelişir. Bugün dünyanın en büyük ve dinamik ekonomisine sahip olan ABD sosyal devlet değildir ve zaten başarısını da kısmen buna borçludur.

Peki ABD'de ihtiyaç sahiplerine kim el uzatır? Başka herkesten önce, Orgeneral Başbuğ'un hiç sevmediği o dini cemaatler. Dünyanın en "kapitalist" ülkesi olan Amerika, aynı zamanda hayırseverliğin en çok kurumlaştığı ülkedir. Amerikalıların kiliselere ve diğer hayır kurumlarına yılda aktardığı bağış miktarı 300 milyar dolar gibi dev bir rakama ulaşmaktadır. Bu parayla ücretsiz veya çok ucuza aş evleri, bakımevleri, hastaneler ve bin bir türlü yardım kuruluşu işletilir. ABD, milli gelirinin yüzde 1.7'si ile "dünya bağış şampiyonu"dur. Onu 0.73 ile İngiltere izler. Aynı rakam Fransa'da sadece 0.14'tür.

Yani çoğu Fransız, yardıma muhtaç insanlara "git, sana devlet baksın" demektedir.

Peki bir insana devletin bakması mı daha iyidir, sivil bir hayırseverin mi?

Çarşamba devam edelim.


--
Bir davada isen o yolda gidersin.
Uyuyan kalbini uyandır ki yolda davan ile olasın.Davanda yoksa koyun gibi güdülmeye mahkumsundur.
"İŞLERİMİZ VAKTİMİZDEN ÇOKTUR"
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Web Sitemiz : http://www.gencmusalli.com/
Blogumuz : http://gencmusalli.blogspot.com/
http://islamiegitim.blogspot.com/
http://dusunceufuklarinda.blogcu.com/
Hasan Ahmet Evliyaoğlu

AKP SORUNU VE TAYYİP BEYİN SONU!

Bu Hükümet Düşecek mi?

Mahir Kaynak bir açıkoturumda şunları iddia etmişti: iskele Sancak'ta konuşan eski istihbaratçı Prof. Mahir Kaynak, bundan sonra süreçle ilgili şok iddialarda bulunmuş ve bu hükümetin zorla düşürüleceğini söylemişti. Mahir Kaynak: Türkiye'de Başbakan Erdoğan, ülkeye başbakan olarak getirilirken eşi yeni başörtülüydü. Türkiye'de bu iktidar gidecektir. Sorun iktidar değildir. Bundan sonra iktidara gelecek ilk iktidar da başörtüsünü sorununu çözecektir. Türkiye'de başörtü sorunu sunidir." Demişti.

Bugün hiç kimse bu hükümetin siyasetini tartışmıyor. İktidarın geldiği dönemde dünyada iktidarda olanlar bugün tamamen iktidarı kaybetti. Almanya, İtalya'da ve İslam ülkelerinden bazılarında iktidarlar değişti.

"Türkiye'de iktidarı halk seçer, halk getirir halk götürür" derseniz sorun yoktur. Ama ABD dahil hiçbir ülke kendi iç dinamikleri ile iktidara gelmez. Burada hükümeti istifaya zorlayacaklar ya da başka şeyler olacak demişti."

28 Şubat Sırları ve Recep Tayyib'in "Sırçalanması"

Sizlere şimdi aktaracağım olayları bana nakleden, uzun yıllar Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapmış ve görev yaptığı her kademede, statü ve rol'ünün bütün gereklerini fazlasıyla yerine getirmiş seçkin bir Türk Subayı. Benim de, ender arkadaşlarımdan biri. İşte onun iki anısı:


"27 Şubat günüydü, çok değer verdiğim bir büyüğüm bana telefon ile ulaştı ve
"Komutanım, fakirhanemize gelebilir misiniz; hoca efendinin (Necmettin ERBAKAN) bir müşkülü var" dedi.


Saat 17:30 civarında arkadaşımın bürosundaydım. Büroda Erbakan'ın çok güvendiği milletvekillerinden biri de vardı. Selamlama, hal hatır sormadan sonra konuya girildi.
28 Şubat günü yapılacak MGK toplantısı öncesi Erbakan'a ulaşan bazı bilgiler ortaya konuldu ve değerlendirmem soruldu.

Kendilerine kısaca değerlendirmemi yaptıktan sonra, ana hatları ile şunları söyledim.

  • Çevik BİR bu olayın beyni değildir, esas beyin Ahmet ÇÖREKÇİ'dir. Çevik BİR, mükemmel bir maşadır. Bedeli mukabilinde 'her şeyi' yapan bir tıynettedir.
  • Sizleri yıkmak için kullanılan malzemenin kaynakları iki çok değerli (!) milletvekilinizdir. Birincisi A.G; ikincisi A.L.Ş.
  • Bu gelişmelerin birinci sebebi; 'Laik' düzenin korunması değildir. İstanbul Dükalığı'nın Anadolu Kaplanları karşısında zorlanmaya başlamasıdır.
  • İkinci sebebi; kurmuş olduğunuz 'havuz sistemi', 'rantiye'yi' rahatsız etmiştir. Rantiye sülüklerinin yaşaması için, devletin onlara borçlanması gerekmektedir. Türkiye'nin baronu, bu borçlanmalar yolu ile İLLUMİNATİ'ye yıllık olarak 75 milyar dolar aktarmaktadır. Havuz bu işi zorlaştırmıştır.
  • Üçüncü sebebi; gündeme getirilen 'kesintisiz eğitim' aslında Türkiye'nin orta tabakası ile fakir kesiminin, yüksek öğrenim yapmasını engellemenin diğer bir yoludur. Bu oyuna gelmeyin. Bunun için, konuyu dayatan Türk Silahlı Kuvvetler üst yönetiminin malum kesiminden bir şeyler isteyin.
  • Bu nedenlerle, bu geceden bir 'Basın Toplantısı' metni hazırlayın. Bu metinde, hükümetin T.S.K.'nın bazı unsurları tarafından 'tehdit' edildiğini beyan ederek, hem HÜKÜMET'ten hem de MİLLETVEKİLLİĞİ'nden İSTAFA'nızı açıklayın.

  • Yarınki MGK'da, T.S.K.'daki cuntanın dayatmaları gündeme gelirse siz de şunu teklif edin; 'Hükümetimiz, kesintisiz eğitim için, M.E.B bütçesine bütçede verilen ödenek kadar bir ek ödenek ilave edecektir, bu konuda T.S.K.'nin duyarlılığı da dikkate alınarak Savunma Sanayi Fonu'ndan % 20 kesinti yapılarak, bu kesinti M.E.B bütçesine aktarılacaktır.
  • Son günlerde, T.S.K.'de 'emir-komuta' zinciri dışına çıkarak T.S.K.'ni çok başlıymış gibi gösteren, 'demokrasi' dışına çıkan, haddini aşan, yasa tanımaz bazı generaller hakkında Yüksek Askeri Şura'nın yarın toplanarak haklarında gerekli işlemi yapması sağlanmalıdır.
  • Eğer bu teklifleriniz onaylanırsa yola devam edin, HAYIR denilirse, MGK toplantısına bir sonraki gün devam edilmesi kararını verip çıkın ve Basın Toplantısı yaparak, daha önceden hazırladığınız metinle hükümetin İSTİFA'sını açıklayın.
  • Eğer MGK'da dümen suyuna girerseniz, sonunuz olur ve sizin yerinize onların emirlerini yapacak birileri bulunur. Direnir ve istifa ederseniz, tek başınıza iktidar olursunuz.
Bu dediklerimin aksi yapıldı, bu olaylar onların sonu oldu; Türkiye için de en büyük felaketin yolu açıldı."

Deneyimli ve emekli subayımızın bu tespit ve tavsiyeleri, zahiren ve milli bir hükümeti kurtarma penceresinden çok doğru ve değerli görüşleridir. Ama evrensel siyaset ve yüksek strateji açısından yanlış ve tehlikelidir. Ve Erbakan Hoca, geçici ve küçük parti hesaplarını değil, kalıcı ve büyük ülke çıkarlarını tercih etmiştir. Çünkü malum ve mel'un merkezlerin Erbakan'ın bir şekilde İktidardan uzaklaştırılmaması durumunda, "Bünyesindeki Milli ekiple, kirli cepheyi çatıştırmak suretiyle ordumuzu yıpratma ve Türkiye'nin yıkılışını kolaylaştırma hıyanetlerini" sezmiş hükümetini ve partisini feda ederek, ülkeyi ve geleceğimizi koruma feraset ve fazileti göstermiştir.

Diğer olay da, RTE ile ilgiliydi.

"RTE hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi devreye girmişti, yine aynı arkadaşım beni bürosuna davet etti. Beni, şu an AKP'nin milletvekili olan RTE'nin avukatı ile tanıştırdı.
Avukat bana, "RTE'yi nasıl kurtarabiliriz?" diye sordu. Ben de araştırmam gerektiğini söyledim. Kısa bir araştırmadan sonra RTE'nin mahkûm olması için Kürt Baron'un 1 trilyon 250 milyar TL, yardımcısı ve Ermeni dönmesi bir Büyükşehir Belediye Başkan'ın da 750 milyar TL'lik bütçe oluşturduklarını öğrendim. İki gün sonra, malum avukatla aynı büroda buluştuk ve kendilerine şunu ilettim:

2 trilyon 100 milyara bu iş biter. Parayı bulun, dediğim kişilerle temasa geçin, RTE'ye hiçbir şey olmayacak.'

Bu sözlerim üzerine malum avukat boynuma sarıldı ve akla gelmeyecek dualarla bana dualar etti. Aradan 10 gün geçmişti ki, arkadaşım beni yine bürosuna çağırdı ve;
"Komutanım hiç ses çıkmadı, neler oluyor sizce?" dedi.

Avukat arkadaşını aramasını söyledim, o da dediğimi yaptı. Telefon konuşmasını bana dinlettirecek şekilde telefonu ayarladı. Karşısına çıkan avukat arkadaşıma şunları söyledi:
"Vazgeçtik, Allah'ın takdirine sığınıyoruz. Böylesi daha iyi".

Arkadaşım bana şaşkın ifadelerle bakarken ben gülümsüyordum. Şaşıran arkadaşıma şunu söyledim.

'Demek ki dış güçler, RTE'yi tek başına iktidara getirmeye karar verdi. Milletvekili olmak istiyorsan tam zamanıdır. Sıralamaya bakmadan aday ol!'

Arkadaşım, bana: "çok zalimsin. Bu nasıl bir değerlendirme" deyince, 'Milletvekili Genel Seçimleri'nden sonra görüşürüz', deyip oradan ayrıldım. Görüşemedik, çünkü dediğimi yapmış ve milletvekili olarak TBMM'ye girmişti..."

İşte sizlere 28 ŞUBAT gerçeğinin bir kesiti...
Bir hayal aleminde küresel çetenin reisine sormaya başladım: Dünyayı nasıl yönettiklerini anlatmak istediğini söyledi. Basit bir soruya cevap veren bir insanın edasıyla konuşmaya başladı:


Aslında yönlerimiz çok basit. Saat yönünde dönen bir dişliyi düşünün. Eğer siz hareketin bu yönde olmasını istemiyorsanız. Dişliyi ters yöne zorlarsınız. Oysa biz bu dişlinin yanına uygun başka bir dişli koyarız ve hareketi saatin ters yönüne çeviririz. Yani var olan gücü değiştirmek yerine onun potansiyelini kendi istediğimiz yöne çevirir ve kullanırız. Milliyetçiyi ülkesi aleyhine kullanmak, dindara inançlarının yasakladığı şeyleri yaptırmak sosyalisti kapitalizmin en uç çizgisinde kullanmak mümkündür. Biz bu dişlileri belirler ve onları devreye sokarız. İşimiz bir mühendisinkine benzer ve bu nedenle bizim toplum mühendisliği yaptığımızı söylerler. Bizim için insanların bir şeye inanması yeterlidir ve bu inancın niteliğinin hiçbir önemi yoktur.

Uygun dişliler aracılığıyla hareketi istediğimiz yöne çeviririz. Mesela siz PKK ile mücadele ettiniz, büyük bedeller ödediniz ama sonunda bizim önceden planladığımız kürt oluşuma razı oldunuz 1980'de dünyanın en bağımsız ülkelerinden biri idiniz ama daha fazla bağımsızlık isteyenlerin gayretleri ile global dünyanın bir parçası oldunuz. Şu anda islam dünyası inançları için mücadele ettiğini sanıyor ama bu inancın bir şiddet ve nefret kültürüne dönüşmesinden başka bir sonuç elde edemiyor. Dünya üzerindeki sol hareketi, onu bir düşüce akımı olmaktan çıkarıp şiddet kullanan solcular bitirdi. Bunları biz gerçekleştirdik.


Öyleyse siz dünyayı kapitalizm ve onun temsilcisi ABD adına yönetiyorsunuz?


Bugünkü sistem tarihi bir aşamadır ve sonu da yaklaşmaktadır. Şu anda yaşadığınız büyük çalkantı bir modelin oluşumunun doğum sancılarıdır. Biz hiçbir düzenin ve düşüncenin ebedi olmadığını biliriz. İnsanlığın geleceği konusunda iki hakim düşünce vardır. Birincisi dindarlarca ya da Marksistler gibi determinizmi savunanlarca ileri sürülen görüş. Buna göre gelecek insanların iradeleri dışında kendi dinamikleriyle oluşacaktır. Biz ise geleceğin insan aklının bir ürün olduğunu düşünür ve bu geleceği inşa ederiz dindarların bundan rahatsız olması gerekmez Yaratan bizleri kullanarak kendi projesini yürütmektedir.


Bugün gördüğümüz krallar, başkanlar, diktatörler, kurtarıcılar neyin nesi oluyor?


Bunlar bizim kullandığımız dişlilerdir ve toplumun dinamiklerini istediğimiz yöne çevirirler. Düşüncemizi eyleme geçirecek gücü nerden bulduğumuzu merak edeceğini biliyorum. Bizimle birlikte hareket eden yönetimde söz sahibi olan kişiler vardır. Ama bunlar şatafatlı bir hayat süren krallar ya da şöhretli önderler değildir çoğu zaman arada sırada bu rolü oynamak zorunda kalan üyelerimiz bundan pek hoşlanmazlar.


Kime bağlısınız? İllimünati. Mason ya da dini bir mezhebin uzantısı mısınız?
Biz taraf değil tarafların yaratıcısıyız.


Bugün dünyayı birkaç kere yok edecek üstelik bunları çevreye ve kendilerine zarar vermeden gerçekleştirecek teknoloji ve silahlara sahip olanlar varken kendinizi nasıl güven içinde hissediyorsunuz? Biz ne bir ekibiz ne de bir örgüt. Biz insanların içlerinde var olan bir cevheri temsil ediyoruz.


AKP, RTE ve Onun arkasındaki "Artık Bilinen" Güçler

1-Şemdinli'de TSK'yı karalamak ve halkla karşı karşıya getirmek istemişler, bu sebeple ordu mensuplarını orduyu sabotajcı, suikastçı.,. Zalim görüntüsü ile özleştirip terörü meşrulaştırmaya çalışmışlardır.

2-Danıştay 2. Daire'ye başörtüsü konusundaki kararından ötürü sindirme ve korkutma yöntemi kullanarak saldırı düzenlenmiştir. Böylece başörtüsü kararı cezalandırılmıştır.

3-RTE, AKP'nin ve AKP'li bir Anakent Belediye Başkanı'nın desteklediği emekli bir Albay Mit müsteşarı yapılmak istenmiş bu sebeple bir grup oluşturulmuş bizzat RTE'nin yerine oynanan Anakent Belediye Başkanının mali destekçisi izlenimini veren bir grup yakalanmış oluşum maalesef kasıtlı bir şekilde TSK'ya mal edilmeye çalışılarak AKP'nin iç hesaplaşması örtülmek istenmiştir.

4-Atabeyler Gerilla Grubu Baskını, işe AKP'nin yıpranmış inandırıcılığını yitirmiş ve artık siyasi ömrünün bittiğini anlaşılmış başbakanı ve onun kara kutusu Zapsu'yu M. Ali Erbil üzerinden kurtarmayı amaçlamıştır.

Ayrıca Şemdinli ve Danıştay'da meydana gelen olaylarda tek devlet ve tek millet yapısını muhafaza kararlılığını, Laik ve Demokratik Cumhuriyeti İngiliz güdümlü hilafet devletine dönüştürmeme azmini ortaya koyan Türk Silahlı Kuvvetlerini sindirme ve yıpratma da asıl hedef olarak belirlenmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü, İktidar Partisinin Kolluk Gücü Haline mi Getiriliyor?
Koltuk hırsına kendilerini adayan iktidarın hırsına yetişmek istercesine yenik düşen birkaç yetkilisinin talimatı ile hareket eden Emniyet Genel Müdürlüğü ve Türk Polis teşkilatına böyle giderse Türk Milletini değil "AKP'nin polisi" diyebiliriz.

AKP'nin muhalifi isimlere karşı yürütülen araştırmalar. Emniyet istihbarat ve Polis Teşkilatını yıpratacak hale gelmiştir.

Başbakan'ın İsparta İl Kongresi'nde EGM'nin AKP'nin muhallilerine karşı yürüttüğü araştırmaları kastederek "Zamanı geldiğinde biz de konuşacağız, şimdi sabrediyorsak bir sebebi var" şeklindeki tehdidi iktidarın ve Başbakan'ın EGM'yi adeta bireysel güvenlik örgütü gibi kullanma güdüsünü yansıtıyordu.

Anka Kuşu Hareketi olarak öncelikli olarak Başbakan RTE, elinizdeki kartlarımız açmanızı sabırla bekliyoruz. İçinde çamaşırlarımız olan bir küçük çantamız hazır, umarız söyledikleriniz altında kalmazsınız.

Türk polis teşkilatının şerefli mensupları sinesinde çıktığınız Türk Milletine olan yükümlülük ve sorumluluklarınızı birkaç makam sevdalısı için unutarak, EGM'ni AKP'nin Başbakan'ın danışmanlarını belediye başkanlarının, Milletvekillerini özel örgütüne dönüştürülmesine önce siz karşı çıkmalısınız.

EGM'nin bazı birimlerini ve üst düzey yöneticilerinin TSK'ya AKP'nin muhaliflerine karşı faaliyet içinde olması kabul edilemez. Atasözlerimizi hatırlayınız.

EGM, AKP'nin Talimatları ve Başbakanın İsteği Üzerine TSK'ya Savaş Açamaz!

Şemdinlideki provakasyon ihanet Danıştay katliamı, son olarak Atabey Provakasyonu ile EGM ve TSK'nın gücünü ve itibarını AKP adına AKP'nin dış destekçileri adına sıfırlama kullanılmaya çalışılıyor.

EGM TSK'nın düşmanı, TSK'da EGM'nin düşmanı haline sokulamaz!
TSK'nın artık dış güdümlü bir iktidar olduğu belgelenen AKP iktidarının karşısında yıpratılmasına alet olmak İngiliz, ABD, Fransız ve İsrail gibi devletler adına Türk Vatanı'na saldırmakla eş anlamlıdır.

TSK'ya açılan savaş Türkiye'ye ve Türk Milletine açılmış bir savaştır. Küresel oyunun karşısında durabilecek milletinin sinesinden çıkmış Türk Ordusunu oyunun parçası haline getirmek isteyen koltuk sevdalılarının hırsına, Türk Polis Teşkilatı alet edilemez.

EGM'nin dış milliyetçi tarikatçılığı ve bölgesel milliyetçiliği tetikleyen, geliştiren, besleyen bir mihrak haline gelen AKP ile ilgili elinde biriken dosyaları yargıya teslim etme zaman gelmiştir.
Başbakan R.T. Erdoğan Yunan Gizli Servisi'nin Elemanı Gibi Davranamaz!..

AKP iktidarının ve arkasındaki dış güçlerin içeride TSK'yi yıpratma ve sindirme, provoke etme gözden düşürme etkinliklerine denk düşen bir dış gelişmede Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan ve bir süredir devam eden gerginliktir.

Türkiye-Yunanistan gerginliği de TSK'yı dışarıdan yıpratma ve saldırgan gösterme, içeride ise gözden düşürmeyi amaçlamaktadır.

TSK'ya karşı hem içeride hem de Yunanistan aracılığı ile dışarıda yürütülen faaliyetlerin odak noktasında AKP iktidarı, yaşananlara, seyirci kalan her fırsatta Türk Ordusu'nu hedef gösteren, Başbakan, Dış işleri Bakanı, İç İşleri Bakanı ve maalesef Meclis Başkanı Arınç bulunmaktadır.
Görüldüğü üzere soru ve sorun çok. Burada en kötü ihtimallerden birisi EGM'nin başka ülkenin gizli servis elemanı ya da gizli servisince kullanılma ihtimali olduğu iddia edilen siyasi seçkinlerin bireysel örgütü haline gelerek Türk Devleti'nin kontrolünden çıkması durumudur.

Adı konulmamış bir asimetrik savaş yaşıyoruz. Bu savaşta bizi yönetenlerin bir kısmının düşmanın adamı olma ya da onlar tarafından kullanılma iddiası var. Tüm yaşananları akıl süzgecinden geçirdiğinizde duygularının ve hırsının kölesi olmayanlar "bu ihtimalde yüksekliği" görüyor.

Hepimiz, hepimizin varlığını hedef alan son gelişmeler ve gerginlikler için Başbakan'dan açıklama bekliyoruz!. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Başbakanlık koltuğuna oturarak ulaşılabilecek en şerefli makama gelmiş Başbakan'a Türk Devleti'nin ve Türk Milleti'nin her şeye vakıf olduğunu, elindekilerin onlarca kere sağlamasını yaptığını hatırlatarak son kez soruyoruz.

  • Hukuken Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanısınız. Ancak politikalarınız, yaptıklarınız karşısında, siz Türkiye'nin Başbakanı mısınız?
  • Etrafınızdaki kadroya bakınca "karanlık ilişkileriniz" var mı?
Türk Milleti'ni gerilime taşıyan demeçlerinizi sonuçlarının Türkiye'den ziyade başka devletlerin işine yaraması nedeniyle soruyoruz. Bir başka ülkenin gizli servisi veya çalışanları ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden itibaren birlikte misiniz?

Türk Ordusu'nu yıpratma çalışmalarına çanak tutan bazı EGM mensuplarının yetkilerini aşmalarına ses çıkarmayarak "Türk Polis Teşkilatını AKP'nin bir kolu haline getirmekle ısrarlı mısınız?"
Size bağlı çalışan bir özel örgüt var mıdır? Soruyoruz ve uyarıyoruz.!

Son gelişmeden gerginliklerin ve hükümet icraatlarının bilgi altyapısı oluştuğunda, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere; bazı bakanlar, bazı milletvekilleri ve bazı üst düzey bürokratlar, yabancı bir ülkenin gizli servisine çalıştıkları iddiasıyla ya da cürmü meşhut ile gözaltına alınıp tutuklanabilir.
Bizden hatırlatması"

Hiç kimse vaz geçilmez olduğunu sanmasın!!!

Bir gün bir doktora, 'gerginlik ve tedirginlikten' şikâyetçi olan bir hasta gelmiş Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş Doktor,

— Bu işleri başka biri yapamaz mı? Ya da bir başkası size yardımcı olamaz mı? diye sormuş Adam,

— Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor! diye cevap vermiş Doktor,

— Sana bir reçete vereceğim Bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor! diyerek, yazıp eline vermiş

Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış Reçetede,

'Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin' yazıyormuş Hasta adam;

— Yürüyüşü anladık ama; neden mezarlık? diye sormuş Doktor,

— Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur Sen de onlar gibi ölüp mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkân olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin, demiş


***
Evet, bulundukları noktada kendilerini 'vazgeçilmez' gören; halbuki orada, problem çözmek yerine problemin bir parçası olduğunun farkına varmayan insanlar için de, doktorun reçetesi geçerli değil mi?

22 Eylül 2008 Pazartesi

İTİKÂF



Ruhun İhtiyacı ve bakımını sağlayan bir kapanıştır. Yaratıklardan Yaratan'a sığınma vakti. Limana varmanın güven duygusuyla, bedene zor gelse, ruhun sevincini artıracak doyumdur. Dolmadan devamlı deşarj olmanın bitişine son vermektir.


Âlemi terk ile âlemlerin Rabbini düşünmek, tefekkür etmektir. Düşünceyi ibadet, ibadeti düşünce ederek kapanmak Allah'ın evine, Allah'a kendini, benliğini ve bendini vermektir. Seni sana verene, senin kendini vermendir. Bütün hücrelerinin Allah'a ait olduğunu hissetmesidir. Benliğin Yaratıcısıyla bütünleşmesidir. Özün Hakka yönelmesidir. Her anını O'nun la doldurmanın ifadesidir.


Kafadan, düşleri, hayalleri, dünyalıkları sıyırtmaktır. Arındırmak hayatı, eşten, işten, maldan-servetten, şöhretten, şehvetten kaçıştır. Kafayı, akıl ve bütün bir benliğiyle dünya sıkıntılarından kurtarıp, ruhun derinliklerinde benliğin Allah'la buluşmasının Allah evindeki randevusudur. Kurşun ağırlığındaki ruhun ağırlıklarını bırakmasıdır. Teslimiyet bayrağıdır.


Ramazan'da teravihe veya başka vakit namazına girerken Allah'ın evine, hiç olmazsa itikâfa niyetle girmek gerekir. Allah'ın evinde kısada olsa ona layık bir misafir olarak bulunmak, ona istediği mükemmellikteki teslimiyetle ibadette bulunmak düşüncesinin heyecanına kapılmaktır.


Hıra'yı hayata taşımanın, Muhammed Mustafa ile yaşamanın adıdır. Muhammedi muhabbetin Allah'a arzıdır. Sevginin tadıdır. Arzunun yangın anıdır. Kalbin felahıdır. Ruhun bedenle firakına acısına katlanmanın ön provasıdır. Geldiğine varmanın güzel yanıdır. Her an sevgiliyle beraber olmanın güzelliğidir. Düşün cemalinde, Cemal'in düşüdür.


Özlemleri taçlandırmalı yürek. Peygamberi tavırlara bürünmeli, kavrulmalıdır. Ağlamanın rahmetini, erdemini hissetmeli. Sessiz, kimsesiz, karanlık bir bölümde Allah'la baş başa sızlamalı bu yürek. Yürek; ağaran tanla değil, kapatmalı gözleri ve Rabbin isminin düşüncesiyle aydınlanmalı güneşe inat. Çatık kaşlardan, kibir ve gururdan, enaniyetten, gıybetten rahmete koşmak, rahmeti kuşanmaktır. Katılaşan yüreğimizi rahmetle yumuşatmaktır. Ruhun üstüne krem sürmektir. Aşkı özlemle yaşayacak, tekrarını isteyecek kadar sevdalanmaktır. Rabbin katında itibar aramaktır. Aramaktır Rabbin yanında bir mevki. Maddeden kurtuluştur, manaya varıştır. Bu bir ruhi ihtiyaçtır. Aslında kendini özleyen ve arayan bir ruhun Yaratıcısına yakınlaşma isteğidir.


Dünyanın çekici ıstıraplarından kurtulmak için, bedenin maddiliğinden sıyrılmak istedi ruhum, mananın güzelliğine uçmak diledi.


Rasulullah @ gibi Habibullah olmayı dilerken, İbrahim @ gibi Halilullah olarak ateşe girmek ister ruhum. Âdem @ gibi Safiyyullah bir halde, Musa @ gibi Kelimetullah olmaya, İsa @'ın ruhullah vasfıyla buluşsun yüreğim Hz. Allah'la. Bedenin firakından sıyrılıp, Allah'ı görme aşkıyla itikâfa girsin yürek…


Mezarın yalnız, karanlık ve soğuğundan, cehennemin sıcağına çekmeden amellerimizle cenneti almak için, cennetin sahibine müracaat etsin kalbin sahipleri. Mezar değil, amelsizliktir yalnızlık.


Kadri bulmaktır. Kadrini bulmaktır. Kadirsiz kadrin ne kıymeti var? Kadrine varmaktır. Kadiri Mutlak Allah'tır. Kadrini onda aramaktır. Kaderin cilvesinde kadire varmak da var. O halde ölmeden varmak sahibe ulaşmak bir kadirdir. Kadrini bilene kadri anlatmak nafiledir. Kadrini bilmeyene anlatmaya ne takattir.


Hz. Rasulullah @Ümmetimin ruhbanları mescitlerde oturanlardır." Buyurdu. Namazın cennet kıldıkları mescitlerde otururlar, namazın cehennem kıldıkları da etrafında bataklıklarda debelenirler. Amelsizlik batağından, Firdevs bahçelere varmakken itikâf, ondan uzak kalışın ruhta açtığı yara büyüyor.


İtikâf ruhbaniyettir. Rabbe ait olma isteğidir. İnsan olma ile melek ve ötesi olmaya bir yolculuktur. Rabbe ait olmak, Rabbani olmak isteyenler itikâfa girsinler. İtikâf büyük bir Sünnet-i Seniyyedir. Ömürde bir kerecikte olsa, yapmak gerekir. İtikâf ruhun ihtiyacıdır. Ruhun sükûnete ihtiyacıdır. Firak acısına son vermesidir. Ruhun sahibi Allah'tır. Her şey sahibini arar. Sahibini bulamayanlar, sahiplerinin aradığını anlarlar. Sahibimizle buluşma noktamız, itikâfımızdır.

20 Eylül 2008 Cumartesi

Kanunsuzluğu Övmek Suçtur.





Askerimizin 28 Şubat görüşünün devam ettiğini söylemesi hukuksuzluğu savunması anlamına gelmektedir. 28 Şubat BÇG'nin yani Ergenekon Çetesinin bir ürünüdür. Darbedir. Darbeyi övmektir. Darbeyi övmek suçtur. Darbeci olduğunu da ilan etmektedir.


28 Şubat ülkemiz için bir garabettir. Gnl Krmy Bşk 27 Ocak'ta İsrail ziyareti ardından bir ay sonra böyle bir post modern darbe yapılmasını da İsrail bağlantılı olarak yorumlamamak mümkün gözükmemektedir. İsrail bağlantılı olarak gerçekleşen bu darbeyi ve ondaki görüşleri savunmak akıl ve bilimle ve ülkesini sevmekle bağdaştırılabilecek bir açıklama olamaz.


İsrail'den gelen talimatlar mason locaları tarafından servise konulmuştu. Masonluk ve İsraillilik kokan bir darbeyi ağlama duvarında pozlanan bir gnl krmy başkanından sadır olan sözlerde ifadesini bulması yadsınmamalıdır.


Askerin gazetecilerle yapmayı planladığı bilgilendirme toplantıları da laikliği baskı olarak kullanan orgeneralin bir taktiğidir. Laikliği kaldırsanız konuştuklarından bir anlam çıkarmakta zorlanabilirsiniz. Bu toplantıların da siyasete müdahalenin bir yeni açılımlı versiyonu olacağı gözükmektedir. Bu darbeyi savunan ve asker olup darbe yapma hevesi bulunanların bir hilesi gibi gözükmektedir. Bunu zaman gösterecektir.


Bu süreci destekleyen medya semirdi. O zaman ki BÇG ne idiyse bugünkü Ergenekon da odur. Toplumun olayları sizin anlattığınızın çok önünde anladığı ve algıladığı da muhakkaktır.


Askeri siyasetin içine çekmeyin diye uyaran orgeneral siyasetin en ince olanlarını yapmaktadır. Bu basın bildirgeleri veya toplantıları siyasetin içinde olmak isteği olarak yorumlanmaktadır.


O halde askerimizin Ergenekon'u açıkça desteklediğini ve Ergenekon'la ilgili olduğunu ve aynı zamanda İsrail kaynaklı, Amerikan güdümünde bulunduğunu ve millileşmesinin gereği de ortaya çıkmış bulunmaktadır.


Su götürmez gerçekleri görüp de hala vatan evlatlarına, vatan edebiyatı yapanları, milletimiz tanımalı, teşhis etmeli ve kendini dini ve milli duygularla güdülenmeye izin vermemelidir. Amerikan Yahudi düşünce kuruluşlarının da ordumuzu ele geçirmediğini söylememiz mümkün mü? Ülkeyi soyup soğana çevirenlerin içinde bulunan generallerle ilgili bir işlemin yapılmamış olması da ayrı bir hukuki dezenformasyon değil mi? Ülkemizde ihaleler kovalayan generallerinde olduğu ve hukuki kovuşturmalara tabi tutulmadıkları da biliniyor.


Artık darbelerin modern, post modern, e muhtıra, bilgilendirme veya yönlendirme toplantıları ülke gündeminden düşmelidir. Artık suçlu insanları koruma güdülü anlamlandırılacak ve hukuku zedeleyecek tavırlardan kaçınılmalıdır. Yanlışın izahı insani değildir. İzah da ziyaret de yanlıştır. Askerimizi devamlı illegal dış güdülenmelerin ortağı olarak görmek, okumak ve bilmek istemiyoruz. Amerika ve İsrail'den güdülenen bir ordunun tavırlarını Türk halkı olarak hazmetmemiz ve benimsememiz mümkün değildir.


Ülkemizde her şeyin şeffaf olması gereği ortadayken, Sayın Başbuğ'un bu basın toplantılarını hayra yorma lüksünü bize bahşetmesi gerekmez miydi? Bazı gelişmeleri beğenmekteyiz. Suç ve suçluların takibinde askeriyemiz bir hayli yol almıştır. Bunu isteyerek veya istemeyerek teknolojinin nimetleriyle kavuştuk. Genç subayların darbe yapma heveslerine en sert muameleyi kanunlarımıza ve hukukumuza, güçlü bir duruş verecek, kamu adına yetki verilmesi gerekmektedir. Askerden izin almadan sorgulayamamak hukuksuzluğu perçinlemiş yıllarca… Şimdi bu hukuksuzluklardan kendileri de mustarip olanların izin vermesiyle Ergenekon davası bu aşamaya gelebilmiştir. Burada sizin de katkılarınız olmasına rağmen son ziyaretleri sahiplenmenizi doğru bulmuyoruz.


Halkın arasına karışmak, korumalar zorunda yürümek birkaç vatandaşla tokalaşmak ve iki kelam etmekle olmaz Sayın Paşam. Halkın inançlarına saygılı ifadelerimizle, onların inanç ve geleneklerini hayata taşımalarına izin vermekle olur. Onları çocuklarını evinize misafir etmekle olur. Onların çocukları zenginleşmekte diye laiklik ardına sığınıp onlara veryansın etmemekle de olur. Düşün ve çalış hayatın sizin gibi olmayanlara, silah doğrultmamakla olur. Sözlerinizle dövdüğünüz halkın içinde, bulunmakla sevgili olunmaz. Halimiz ve kelamımız bir olup sevgiyi yaygınlaştırmakla, vatanın da birlik ve beraberliğini korumuş oluruz. Halkın arasında düşüncelerimiz konuşuldukça beraberlik harcını koymuş olursanız, dağda teröriste sıkılan silahın en güzelini keşfetmiş olursunuz. Ülkenin felahı, kardeşliğin tesisi için gerçekçi adımlarınızı bekliyoruz. Yeni açılımlarınızı ümitle destekliyoruz. Ama ihtiyatımızı anlamanızı da istirham ediyoruz. Siz önemseyin önemsendiğini hissetsin ki vatandaş, bir ve beraber olabilelim. Terörün isteğini savmış halkı yanımıza almış olabilelim.


Sadece asker cenazelerinde, törenlerinde değil, onların düğünlerinde de sizleri görmek isteriz. Cuma namazlarında, bayram namazlarında da halkın arasına karışmanızı dileriz. Tabii ki bu halkla beraberliğin harcına atılan çimento olur. Cenaze Müslüman'ı olup, diğer durumlarda laiklik baskısına sığınan söylemlerinizi, davranışlarınız ve ortaya koymak istediğiniz portreyle uyumlu görmüyoruz.




--
Tarihine sahip çıkmayanların,istikballeri olmaz.
اللهم صلي وسلم وبارك عليك يا حبيبي ياشفيعي يا قرة عيني يا محمد
Yavuz Sultan Selim Diyor ki:

Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlıklarımız, hep gönülleri birleştirmek, İslam Birliğini tesis etmek içindir.

Mülk Allah'ındır. Kim Allah'ın yardımı olmadan istediğini elde etmede zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.

Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi, padişahlarına tazimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tazime mecburuz ki, bu külfeti ihtiyar edelim? Bizim Padişahımız vücudu saran libasa değil, ruhun içindeki inanca bakar.

Serhat ERDEMLİ

17 Eylül 2008 Çarşamba

Vakit kim, siz kim?.. Vakit kim, alayınız kim?..






Vakit kim, siz kim?.. Vakit kim, alayınız kim?..

Yıllar önce… Zamanın, Emlak Bankası Genel Müdürü Şükrü Karahasanoğlu'nun peşine düşmüşüz…
Onun döneminde, "tefeci"nin birine, inanılmaz faiz oranıyla ve kamu alacağını "şişirilmiş teminatlara" bağlamak suretiyle milyonlarca dolarlık kredi verildiğine dair bir ihbarı değerlendirerek, muazzam sonuçlara ulaşmışız!..
Peşine düştüğümüz yönetim, "işi bitirmek üzere olduğumuzu" anladığı noktada davet etmiş bizi.
Sadece "Vakit" ruhunun reddedebileceği kadar büyük "ilan" teklifinde bulunmuş…
Biz o zaman, dal gibi bir istihbarat şefiyken… Kafadan reddetmişiz!..
Ve hatta teklifte bulunana, "hakaret" yüklü ifadelerle karşılık vermişiz!..

Herhangi bir gazetenin istihbarat şefi böyle bir teklif almış mıdır acaba?..
Daha da önemlisi; "gazete yönetimine" güvenerek, "hakaretlerle reddetme" cüretini (!) gösterebilmiş midir!..
Öyle ya; teklif sahibi, "yukarıyı" arayıp da, laflarına bin katarak, "gazetemize gösterdikleri alakadan dolayı böyle bir yaklaşımda bulunduklarını ve muhatap oldukları hakaretler karşısında şaşkına döndüklerini" filan söylese!.. İşinden olmaz mısın!..
Hayır, olmazsın!.. O gazete "Vakit" ise; Genel Yayın Yönetmenin Mustafa Karahasanoğlu'na gider… Durumu anlatır… "Böyle bir teklifte bulunabilmeye cüret ettikleri için şu tepkiyi verdim" dersin!..
Alacağın karşılık "on maaş ikramiye"den değerlidir: "Allah Razı olsun!.."

Emlak Bankası hadisesinin devamı mı?.. Teklif-meklif, hiç!..
Patlatmışız manşetleri: Emlak Bankası Skandalı (1) Emlak Bankası Skandalı (2), Emlak Bankası Skandalı (3)…
Bir de takip gerek… Atlamışız, Ankara'ya… Başbakan Çiller'e ulaşıp…
"Konunun sonuna kadar takipçisi olacağımızı" söylemişiz!..

O günlerde, inanın; muhabir arkadaşların tamamına yetecek kadar daktilomuz, masamız bile yoktu!.. Bir grup, "yemek masasının" etrafında çalışırdı.
Ben ve muhabir arkadaşlar… "Dörde dört" bir odaya doluşurduk.

Fotoğraflarımızı "piyasada" bastırırdık. Sık sık fotoğrafçı değiştirirdik; her seferinde "baskıyı daha ucuza yapan"ı bulduğumuz için!. Daktilo ile yazdığımız haberler, yukarıda dizilirdi. Haber kağıtlarımız her gün geri gelirdi… İşi bitmiş tarafa "çarpı" atar, "öbür yüzü" kullanırdık!..
Mecburduk buna!.. İsteseydik; "bir eli yağda bir eli balda olanlar" arasındaki yerimizi "şak" diye alırdık…
Bunun için çaba göstermemize gerek yoktu ki…
Tekliflerin "onda birini" değerlendirsek.. "İhya" olurduk!..

Yüzlercesinin arasından öylesine seçtiğimiz "Emlak Bankası hadisesi"ne dönecek olursak…
Dönemin Başbakan'ı Çiller uyarımız üzerine, "murakıpları" harekete geçirdi… İncelemelerden sonra… Haberlerimizin doğruluğu tescillendi… Ve Genel Müdür değişti!..
Yeni Genel Müdür; şu anda Aydın Doğan'ın gazetesinde yazarlık yapan Aydın Ayaydın idi…
Bir gün telefon aldık… Bizi davet ediyordu!..
Gittik… "Teşekkür ediyor"du!..
"Niçin" dedik…
"Bu göreve gelmemde biraz da sizin payınız var!.."
Biz "eskisinin" devrilmesine vesile olduk ya... Yenisine yol açılmış oldu haliyle...
-Eeee?..
Dedi ki Sayın Ayaydın: "Ne kadar hassas olduğunuzu biliyoruz. Biz de böyle arkadaşlara saygı duyarız. Bakın, size hakkınız olmayan bir şeyi teklif etmiyoruz. İncelettik, bizim banka çoğu gazeteye ilan veriyor ama sizi es geçiyormuş. Bu haksızlıktır. Ben bu haksızlığa müsaade edemem!.. Sizi de ilan listesine alalım."
Bu da büyük teklifti!.. Zamanın "en çok ilan veren" Bankası, "sürekli ve muazzam gelir" vaadinde bulunuyordu…
Otomatiğe bağlanmış ilanlar; şakır şakır gelecek!..
Onca sıkıntı çekiyoruz ya; ortada bir "haber pazarlığı" filan gibi bir durum da yok…
"Tüh!.."
O anda aklıma geliverdi: "Bizim gazete banka ilanı almaz ki!.."
Ayaydın "pratik adam"dı…
"Olsun" dedi: "Biz de konut ilanlarımızdan veririz, o da haram değil ya!.."
Böylesine "rahatlatıcı" bir model sunulunca… "Tamam da, bu ilanlar hiçbir zaman aleyhinizdeki haberleri önleyemez!.." dedim…
Gülerek, karşılık verdi: "Öyle bir talepte bulunmayı, zül sayarım!"

Biz o gün, "Reklamcımız gelir, sözleşmeyi yapar" diyerek çıktık oradan… Ve.. Doğru, Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Bey'e gittik… Bu "meşru" teklifi anlattık...
Nasıl bir karşılık gelmiştir dersiniz… Evet, aynen şöyle: "Bak, Serdar… Bir dizi haber yapmış ve önceki genel müdürü devirmişsin!.. Bugün de teklif geliyor!.. Sen de, iyi niyetle, 'sıkıntılarımıza derman olur' diye ve hiçbir pazarlığa girişmeksizin kabulden yana oluyorsun. Ancak, ben bu gazeteyi bunun için çıkartmıyorum!.. Öyle gazetelerden var!.. Onlar gibi olacaksam, benim gazete çıkartmamın ne mânâsı var!.."

Niçin saklamalı; ben bu karşılığı aldığımda; "Konut ilanının sakıncası ne ki? Adam bir şey istemedi ki, biz bu anlayışla daha çoook sıkıntı çekeriz!.." diye düşünmüştüm…
Aradan uzun yıllar geçti… Bu uzun yıllar içinde, hangi medya grubunun nerelerden beslendiğine, nereleri hortumladığına, ilan kapabilmek için ne şantajlarda bulunduğuna, ne kirli ilişkilere bulaştığına dair binlerce belki de onbinlerce haber yapıldı…
Ve bugüne kadar "Vakit" gazetesi hakkında "bu tür akçeli işlere" dair bırakın bir "tespiti"; bir "iddia"yı bile gündeme getiren ol-a-madı!..
Bunca düşmanımız var; derin güçler her adımımızı takip ediyor…
Bir bulsalar ki; şu veya bu şekilde bir yerlerden "para" götürmüşüz...
Nasıl da kullanırlar!..

Kim nereden ne yemiş!..
Vakit, bütün bunların dışında!..
Bize ne derler?.. Ne diyecekler?
"Şeriatçı" derler!..
-Şükürler olsun"
-Elhamdülillah!..

Bu böyle olduğu halde; "Ergenekoncu yatağından" bir adam, "Vakit eşittir Nakit" diyerek saldırmış!.. Yazının hiçbir yerinde VAKİT'in herhangi bir yerden herhangi bir menfaat elde ettiğine dair iddia yok!.. Nasıl olsun ki, yok!..
Buna rağmen, "kafiye"nin hatırına, "Ergenekoncu yatağından" Vakit'e saldıran "o adama"…
"Çevresindeki diğer adamlar da" işin içine girsin diye…
Başlıktaki ifadeyle hitap ediyorum: "Vakit kim, alayınız kim!.."

16 Eylül 2008 Salı

Öcalan gizli görevine devam ediyor

Ergenekon davasına damga vuran Tuncay Güney, yine PKK ve Ergenekon
bağlantısı üzerine konuştu ve konu hakkındaki spekülasyonları
sürdürdü. PKK karşıtı bir Kürt sitesine konuşan Güney, İmralı'da
tutuklu bulunan terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın Ergenekon'a
çalıştığını iddia etti ve ekledi: Görevine İmralı'dan devam ediyor.

İşte Güney'in tartışmalara yeni bir boyut getirecek o açıklamaları:

Şimdi açıklayacaklarım hiç bir yerde yayınlanmadı.
Hakkınızda Yahudilerle ilgili çalışmalarınızın olduğu yazıldı,
çizildi. Öncelikle bu konuda konumunuz nedir? Rabay olduğunuz
söyleniyor. Rabaylık nedir?

RABAYLIK. (Yahudi din adamlığı). Sanki Türk diyaneti maaşımı vermiş
gibi saldırıyorlar. Ben çok okurum. Her türlü kitabı okurum.
Çalışmalarım akademik düzeyde devam ediyor. Din adamlığı konusuna
gelince aslında anlattıkları veya bildikleri gibi değildir. Biz sadece
Tanrı'nın İsrael'i ve huzur için çalışıyoruz. Davamız budur.
Sloganımız "Huzur için dua" dır. Bizim silahımız gözyaşı ve dua.
Rabaylık papazlık, imamlık gibi dini bir çalışmadır. Ama bizim yapımız
diğerlerinden daha farklı akademik bir yapıdır.

'ÖCALAN'IN SURİYE'DE GOREVİ BİTTİ. İMRALI'DA KALDIĞI YERDEN DEVAM EDIYOR'.

Aslında herkes birbirini biliyor. Hatta kendi aralarında ihanet
olmadığı sürece problem yoktur. Öcalan'ın yaptığı ihanet değildir. (
Kürt halkını kastetmiyor, kendi görevine ihanet etmemiştir demek
istiyor. -Yayıncı site-)

Abdullah Öcalan Avukat Görüşmelerinde sizden Kırıkkale Silah
Fabrikasının patlatılmasının Veli Küçük tarafından yapıldığını
söylediğinizi belirtiyor. Ama bu doğru değil deyip bu olayı Sait
Çürükka'ya yüklüyor. Ne diyorsunuz?

Güney- Bildiklerini açıklasın ama manipüle etmesin ve kendini
savunsun. Suçsuz ise Türk ve Kürd toplumuna karşı açıklamalarda
bulunsun. Ama bilgileri karartmadan. Apo daha fazla konuşursa ben de
konuşurum. Apo'ya tavsiyem konuşmasın!.. Devem ederse ben de dosyaları
açarım. Örneğin,Yaşar Büyükanıt'ı vur emrini kim verdi? Bunu
açıklasın!..

Bir sessiz Kürt muhalefeti var. Bunlar konuşursa Öcalan daha iyi
tanınır. Oysa, kimse konuşmaya yanaşmıyor. Herkes bananeci olmuş.
Kimse bu soruna sahip çıkmazsa, Kürt meselesinde uluslararası
kamuoyunda Öcalan muhatap olarak kalır. Bana sorarsanız PKK şişirilmiş
bir balondur. Bir durum değerlendirmesi yaparsak şimdi herkesin bir
PKK'si var. Osman sürüden ayrıldı. PKK Türk basınında gösterildiği
kadar güçlü değil. Ayrıca artık uluslararası patronlar, Kürt
meselesinde demokratikleşme adımı atmalı ve Türkiye'de bazı haklar
verilmeli diyor. Sosyal ve demokratik platformda hareket etmeleri
gerektiğini vurgulanıyor. Ve bu plan uygulanıyor. Barış türküsünü PKK
veya Apo çıkarmadı. Bunu patronlar çıkardı. Öcalan Tanrı rolünde.
Geçmişte de öyleydi. Sen ve cezaevinde olanlar bu durumu göremediniz.
Sonra cezaevinden çıkınca muhalefet başladı. Ve sorunlar çıktı. Siz
demokrasi dediniz, karşınıza Kürt faşizmi çıktı. Ben hayatım boyunca
her türlü faşizme karşı oldum. Türk Faşizmine de Krüd Faşizmine de,
her türlü faşizme karşı çıktım. Bunun yanı sıra PKK'nin ulusal derin
ilişkilerini bilmiyorsunuz.

Türkiye içinde veya yurt dışında Kürt gerçeğini basın ve yayın yoluyla
yıllar önce servis yapan, reklam departmanını kuran Aydınlık'tır.
Bugün PKK'nın o dönemdeki yayınlarından dolayı, Perinçek'e ve
Aydınlık'a vefa borcu vardır. PKK'nin terör örgütü değil, Kürtler
adına ulusal kurtuluş mücadelesi yapan bir ulusal kurtuluş hareketi
olduğunu ortaya atan ve batıya dikte eden Doğu Perinçek ve
Aydınlık'tır.

Perinçek ve Aydınlık'ın buradaki rolü nedir?

Aydınlık ve Doğu Abi propaganda ve reklam gurubundaki görevlerini
bitirmişlerdir. Suni bazı nedenlerden dolayı Doğu-Apo ilişkisi
bitmiştir.

O nedenler neydi?

Doğu Apo'yu ve PKK yi Shanghai Beşlisi'ne çekmek istedi. Böylece
Barzani ve diğer Kürtler de Shanghai Beşlisi'nin şemsiyesi altına
girecekti. Fakat başaramadı. Doğu'ya "Türkiye'nin adamı" diye bakanlar
yanılıyor. Doğu Abi bir konsesyumun adamıdır.

Shanghai Beşlisi nedir?

Avrasya Platformu, Çin ve Rusya'nın içinde olduğu, Varşova Paktı'ndan
sonra kurulan, legal görüntüsü olan karanlık bir şebekedir. Barış
meleği görünmek istiyorsan önce bir savaşın olması gerekir. Önce bir
savaş çıkarıp sonra "barış" için ortaya çıkacaksın. PKK reklamcılığı
yapan bu grup PKK'nın savaş ve barışa giden yolu açacağını her zaman
empoze etti. Aslında hedeflerine de ulaştılar.

APO'YU KİMSE TANIMIYOR

Sizce Öcalan'ın son durumu ne?

Apo'yu kardeşi Osman bile tanımıyor. Apo ilişkileri iyi bilir, korumayı da.

Ergenekon nedir?

Bu konuda Türk basınını takip ediyorum. Benim cevabım şudur: Ergenekon
yabancı güdümünde olmayan bir grubun adıdır. Eşit şartlar istiyorlar.
Güçlendiler artık. Dışa bağılılığı azaltabilme, ABD ve AB'ye karşı
mücadele veren bir gruptur. Bugün "Biz de bir hareketiz" diye çıkış
yaptılar. Bu eskiden beri vardı. Ama basın ve Türk yetkililer sanki
yeni bir şeymiş gibi ortaya çıkıyorlar.

Öcalan İmralı'dan mesaj gönderdi. "Ergenekon'a karışmayın" diyor.

Bu örgüte mesajdır, Avrupa'daki adamlarına da. Bence doğrusunu yaptı.
Eğer karışırlarsa perde arkasında dönen dolaplar ortaya çıkar diye
korkuyor.

Hangi dolaplar?

Bazı şeyler çözülmeli. Bence güvence istiyor...

Kesire'den söz ettiniz. Kesire konuşmalı diyorsunuz? Bunu biraz açar mısınız?

Kime ve neye karşı konuşacak? Kesire'nin silahında mermi ters döndü.
Dikkat etsin, kendi mermisiyle kendini vurmasın. Ters döndü mermi.
Kesire kimseye bedel ödetemez, bedel öder. Bugün Kesire susuyor.
Muhalefet suskun. Kesire havada gezen mikrobu içine çekmiyor.
Doğrusunu yapıyor.

VELİ KÜÇÜK'ÜN APO'YA YÖNLENDİRDİĞİ KADIN

Sen Kesire dedin, ben Yurdusev diyorum. Kesire ile yıllardır uğraşırım
konuşmuyor. Peki şu Bağlar Belediye Başkanı Yurdusev Özsökmenler'i
tanıyor musun? O nasıl oraya geldi?

Belediyelerin patronu Kürt olmayan Türk kraliçesi var. Veli (Küçük)
Çanakkale'de görevli idi. Bir kadın Apo'ya yönlendirildi. Ben isim
vermeyeyim. Araştırın. Biri Çanakkale'de görev yaparken diğeri
Çanakkale'de Kürt basımevi sahibi. Ve danışmanlık düzeyinde. Bugün
kraliçe. Ben Kürt insanının gözlerinin önüne bir perde çekildiğine
inanıyorum. Apo ile tanışması ise ibretlik bir durum.

Kırıkkale Silah Fabrikası?...

Kırıkkale silah fabrikasını Apo açıkladı. Demek ki bir bildiği var.
Konuşsun, gerçekler ortaya çıksın. Ama kendisinin adı bu olaya
karışmasın. Sonra bana "Güney Hocam, benim bilip de senin bilmediğin
olabilir mi" diyebilir. (Ergenekon) Akademik ve iyi bir yapılanma.
Bize basit sunuluyor. Güngören'den bu yana bombalar susmuyorsa
gerisini sen düşün.

'APO KENDİ DAVASINA İHANET ETMEDİ. ONUN BIR DAVASI VAR'

İş başa düşünce kara tavuk 4 yumurtlar Hoca. Yumurtlamayan tavuğu
keserler. İmralı yönetimini sen söylüyorsun, ben değil. Sabri Ok'u da
sen anlat, ben değil. Gerçeğin üstü gürültü ile örtülmüş, ama çıtırtı
sesi var. Halk gerçeği duymalı.

'ERGENEKON'UN MANİFESTOSU'NU DOĞU PERİNÇEK YAZDI'

Sizin Ergenekon'un Manifestosunu yazdığınız söyleniyor. Doğru mu?

Ben edebiyat bilmem. O kadar marifetim olsa... Bir de 72 doğumluyum.
Eğer ben yazdım ise takdir de beklerim. Ödül beklerim. Ben yazmadım.
Doğu Abi redakte ederdi. Çünkü ulusalcı ve Shanghai Beşlisi'ni
düşünmek lazım. Yani "Batı olmazsa Doğu'ya yanaşırız.". "Liman
raporları"nı Doğu Abi redakte ederdi. Ferit, Doğu ve Adnan Abi.
Beraber redakte ederlerdi. (Ferit İlsever, Doğu Perinçek ve Adanan
Fırat)

Kürt Panzehiri?

"Kürt Panzehiri" yayınlanmadı gazetelerde. Yayınlanırsa kıyamet kopar
Hoca... Tabii Doğu'lar iç yapılanmaya giden raporları redakte ederdi.
Merkezi İstihbarat var, Vekil Bölümü, Ulusal İstihbarat Konseyi var,
Halk Yönetimi Personeli var, Eşit Çalıştırma Değişim Bölümü var,
Eğitim Bölümü, Bilim Teknoloji Bölümü var. Perinçek Halk Yönetimi
Bölümü'nün raporlarını redakte ederdi. Kamusal, Kurultay var,
Operasyon Bölümü var...Hizbullah Bölümü çok karışık. Onu başka zaman
yapalım.

Peki. Öcalan sizden söz ediyor?

Apo bana saldırmasın, hakkımda konuşmasın ben de konuşmayayım.

Sayın Güney ben sizin konuşmanızdan yanayım...

Aslında 32. Gün'de Kürtler konusunda verdiğim mesaj için Apo ve PKK
bana teşekkür etmeli. Ben bugüne kadar onun hakkında bir açıklama
yapmadım. Siz de söylediniz, benim adımı kullanmış. Kullanmasın. Ben
ona saldırdım mı? Hayır... Benim polis ifadelerimi kabul etmem dahi
Öcalan'ın işine yarar. İlginç değil mi? Okusun ve mesajı alsın. Ben
susuyorum. Apo da sussun. Çok konuşuyor. Teknoloji gelişti.

Dağdakiler bir ülkenin şemsiyesinde hareket ediyor.

Hangi ülkeyi kastediyorsunuz?

AB dedikleri her ülkenin, Türkiye'dekiler, Yani herkesin PKK'sı var.
Osman'ın ayrıca var. Aile şirketi.

Kaynak : VATAN

Ergenekon'un şaşırtan fotoğraf arşivi!




Ergenekon'un şaşırtan fotoğraf arşivi!

Ergenekon'un tutuklu sanığı Hayati Özcan'da ele geçirilen belgeler arasında, NATO'da görev yapan bir Türk Generalin aile fotoğrafları bulunuyor.

Ergenekon Terör Örgütü'nün Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik fişleme yaptığı gündeme gelmişti. Terörist başıyla beraber fotoğrafları yayınlanan Ergenekon'un tutuklu sanığı Hayati Özcan'da ele geçirilen belgeler arasında, NATO'da görev yapan bir Türk Generalin aile fotoğrafları bulunuyor. Daha önce de aynı Ergenekon sanığının, İzmir'deki NATO üssüne saldırı planlarının krokileri kamuoyuna yansımıştı.

Ergenekon Terör Örgütü Sanığı Doğu Perinçek'in, teröristbaşı Öcalan ile çok samimi kucaklaştığı, birlikte neşeli sohbetler ettiği fotoğrafları görmeyen kalmadı.

İşte o fotoğraflardan birinde Perinçek'in yanında oturan şahıs dikkat çekiyor.

İddianamenin 418'nci delil klasörlerinde, bu kişinin Hayati Özcan isimli şahıs olduğu belirtiliyor. Öcalan ile gülücükler dağıtarak tokalaşan Hayati Özcan, Ergenekon Terör Örgütü Sanığı Doğu Perinçek'le yakın çalışma ilişkisi içinde. Özcan, Ergenekon soruşturmasında tutuklandığında Ulusal Kanal'ın İzmir Temsilcisiydi. Terör örgütü sanığı Perinçek'in güvendiği adamlardan biri olduğu o günden bugüne kadar birlikte hareket etmelerinden açıkça anlaşılıyor. İşte Perinçek'in adamlarından biri olan Hayati Özcan'dan ele geçirilen fotoğraflar herkesi şaşırttı.

Ergenekon Terör Örgütü sanığı Hayati Özcan'dan, son yaş kararları öncesi NATO Hava Unsur Komutanlığı Kurmay Başkanı olan Tümgeneral Mehmet Veysi Ağar'ın kişisel aile hayatına ait resimler çıktı. Ergenekon terör örgütü sanığı Hayati Özcan'ın, Komutan'ın ailesiyle beraber yediği yemeğin resimlerini nasıl ele geçirdiği büyük merak konusu.

Ergenekon Terör Örgütünün kişisel hayata dair bilgi belge fotoğraf biriktirdiği ve bu konudaki öncelikli hedefinin de Türk Silahlı Kuvvetleri olduğu Hayati Özcan'dan ele geçirilen fotoğraflarla bir kez daha ortaya çıkmış oldu.

Teröristbaşı ile samimiyeti belgelenen, Hayati Özcan'dan ele geçirilen belgeler arasında sadece TSK komutanının aile fotoğrafları bulunmuyor. Ayrıca İzmir'deki NATO karargahına ait resimler ve krokiler de yer alıyor.

NATO ÜSSÜNE SALDIRI PLANI

NATO üssüne yönelik saldırı planında, üssün park alanlarına ait hazırlanmış fotoğraflı krokileri yer alırken, kırmızı ile çizilen yerlerin saldırı için kullanılabilecek alanları gösterdiği belirlendi. Krokilerde su deposu daire içine alınarak 'kimyasal karışım' notu da düşülmüş. Saldırı planında 'Plan B klasöründe açık otopark yanındaki bina kiralanacak, 6 aylık kirası peşin verilecek' diye de not düşülmüş. NATO üssüne ait kapsamlı bilgilerin yer aldığı saldırı planında, üste çalışan tüm personelin imza sirküleri ve fotoğraflarına varıncaya kadar bütün bilgilerinin ayrıntılarıyla kaydedilmesi dikkat çekiyor.

Ergenekon Terör Örgütü'nün ülkede kaos çıkarmak için provokatif saldırılar planlayıp uyguladığı göz önüne alındığında ele geçirilen belgelerin ne kadar önemli olduğu bir kez daha anlaşılıyor.



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Web Sitemiz : http://www.gencmusalli.com/
Blogumuz : http://gencmusalli.blogspot.com/
http://islamiegitim.blogspot.com/
http://dusunceufuklarinda.blogcu.com/
Hasan Ahmet Evliyaoğlu

15 Eylül 2008 Pazartesi

BU İNCİL ÇOK "TEHLİKELİ"

Aramice dilindeki "Barnabas İncili" Hakkari'de 1981'de bir mağarada bulundu. "Dinler tarihini değiştirecek" olan bu İncil'e Ergenekon da merak salmış.

Bu incil Hristiyanlığı yok edebilir

Aramice dilindeki "Barnabas İncili" Hakkari'de 1981'de bir mağarada bulundu. İşin ilginç tarafı, "Dinler tarihini değiştirecek" olan bu İncil'e Ergenekon da merak salmış.

Aramice dilindeki "Barnabas İncili" Hakkari'de 1981'de bir mağarada bulundu. İncili okuyan kişi Müslüman oldu. İncil Hz. Muhammed'den bahsediyor ve Vatikan tarafından da kabul ediliyor.

Zaman Gazetesi yazarı Aydoğan Vatandaş'ın Apokrifal adlı kitabı, Hakkari'de 1981'de bir mağarada bulunan Aramice dilindeki "Barnabas İncili" ve "dinler tarihini değiştirecek" nitelikte olan bu kitabın Ergenekon'la bağını anlatıyor.

Hikaye, nüshaların Aramice uzmanı Prof. Dr. Hamza Hocagil'e ulaşmasıyla başlıyor. Hocagil, nüshaların Barnabas İncili'ne ait olduğunu fark ediyor ve 2 yıl jandarma karargahında gizlenip, sonra Özel Harp Dairesi'ne geçtiğini öğreniyor. İddiaya göre Barnabas İncili, Hz. Muhammed'den bahsediyor ve Vatikan'ın kabul ettiği dört İncil'in değiştirildiğini ortaya koyuyordu. İşte kitaptaki iddialardan bazıları:

Hocagil'in birlikte çalıştığı İsak Rabin'in torunu Viktoria Rabin, Barnabas İncil'ini okuyunca Müslüman oluyor. Bir Etiyopyalı tarafından öldürülen Rabin, Vatikan'ın nüshaları 350 bin euroya alma isteğine karşı çıkıyor. Yunanistan'da bir yayınevine satılan İncil'i tercüme etmemesi için İsrail'in Hocagil'i tehdit ettiği, ancak Veli Küçük'ün özel kaleminin tercüme için Hocagil'le anlaştığı da bir başka iddia. Kitapta Küçük-Hüsnü Özyeğin ilişkisine de değinilerek İncil'in Özyeğin'in bankasını sattığı ve Yunan Kilisesi'nin de ortağı olan NGB'ye verildiğini ima ediyor.



ADALI'YI ÇATLI MI ÖLDÜRDÜ

Rahip Edip Savcı'nın kaçırılmasına da bu İncil'in neden olduğu düşünülüyor. Nüshaları incelemek için Midyat'a giden Hocagil'in de askerlerce alıkonulduğunu ileri süren Vatandaş, bunun arkasında Ergenekon'un olduğunu ima ediyor. 1996'da Aziz Barnabas'ın Kıbrıs'taki mezarının soyulmasını araştıran gazeteci Kutlu Adalı'nın o tarihlerde Kıbrıs'a giden Abdullah Çatlı tarafından öldürülmüş olabileceği de kitapta yer alan önemli iddialardan..

DARBECİLERE DİRENEN BAŞBAKAN!


Hasan Celal Güzel darbelere ve darbecilere en fazla direnen başbakanı açıklayarak beklentisini de bakın nasıl dile getirdi..

Darbe teşebbüsünde bulunmak müebbet gerektirir, fakat bugüne kadar hiçbir darbeci yargılanmadı. Darbecilere hesap soramadığımız için darbe heveslileri hiç bitmiyor, şu anda bile hem sivilin hem de askerin içinde darbe planı yapanlar var" diyen Hasan Celal Güzel darbelere en fazla direnen başbakanın Erdoğan olduğunu söylüyor ve beklentisini şöyle dile getiriyor:

Normalleşme ihtiyacı… Bu kavramın siyasi, askeri ve toplumsal alandaki karşılığını Türkiye unutmuş durumda. Halbuki hepimize iyi gelecek bir durumu işaret ediyor; normalleşme…

Bu elbette kendi anlam ve amaçlarımızdan vazgeçme, teslim olma değil, kendimizi 'kurtarıcı' ve sürekli 'tehdit' altında görme psikolojilerinden arındırmadır.

Süreli kurtarıcılık ve sürekli tehdit altında olduğumuz düşüncesiyle yaşamak ve herkese düşman gözüyle bakmak, hem kendimiz hem de çevremiz için hayatı çekilmez hale getirir. Gereksiz ve ağır bir yüktür bu.

Biz kimsenin sahibi değiliz, kimse de bizim sahibimiz değil. Kendi iradelerimizle birlikte yaşamayı başarabiliriz, fakat bunu için önce kendimizden kurtulmamız gerekir. Kurtarıcılık bir saplantıdır ve zararlıdır.

Asker kışlanın içinde kalmalı ve bütün kışkırtmalardan uzak durmalı, içindeki darbecileri, Ergenekon uzantılarını ya da köklerini kendi eliyle temizlemeli.

Bize siyaset yapan ordu değil, bize Türkiye'ye karşı düşmanca duygular besleyen dışarıdakileri varlığıyla caydıran bir ordu lazım.

Biz basiretsiz, korkak, siyaseti nemalanma aracı olarak gören siyasetçi de istemiyoruz.

Biz vizyonlu, cesur, fedakar, yönetilen değil yöneten, kurumları işleten, bürokrasiye, medyaya, iş dünyasına boyun eğmeyen, başarıyı da başarısızlığı da taşımasını bilen, itibarını en büyük sermayesi bilen, icraata muktedir, kendine oy vermeyenlerin de güvencesi siyasetçi istiyoruz.

Biz heykelini diken değil, hizmet için gelip vakti geldiğinde yıpranmadan giden siyasetçi istiyoruz.

Biz demokrasiye sahip çıkan, darbelere direnen, tanklara gaz vermeyen, siyasete sahip çıkan, yanlışın hesabını sorun toplum istiyoruz. Biz toplumda kalabalıklar değil, ne istediğini bilen bireyler istiyoruz.

Yani biz birbirine güvenen, sınır ihlalleri yapmayan, birbirinden rol çalmayan bir toplum olmayı istiyoruz.

Yani biz normalleşmek istiyoruz. Bırakın insanlar taşıyabilecekleri kadar yük alsınlar… Normalleşelim artık…

Sizin 12 Eylül darbesinden bir gün önce haberiniz olmuş, kimden öğrendiniz?. Annem kalp krizi geçirdi diye Genelkurmay karargahından bir saatliğine dışarı çıkan bir yüzbaşıdan öğrendik.

Demirel'i darbe olacağına ikna edememişsiniz öyle mi? Öyle de denebilir. Bu bilgiyi önce Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal'a anlattım, "Derhal Başbakan'a git öğrendiklerini bizzat anlat" dedi. Başbakan Demirel'e gittim, toplantı çıkışı karşılaştık, "Önemli bir konuyu arz edecektim" dedim, müsait olmadığını söyledi, beni Ekrem Ceyhun'a gönderdi. Durumu ayrıntılarıyla Ceyhun'a anlattım.

Tepkisi ne oldu? "Bize de bu tür duyumlar geliyor" dedi. Milli Savunma Bakanlığı'na, Genelkurmay'a sormuşlar onlarda da "Teröristleri yakalamak için bu gece Ankara'da büyük bir operasyon yapılacak. Birliklerin hareket sebebi bu" demişler. Ben de "Adamlar size, 'darbe yapacağız' derler mi, buna nasıl inanırsınız" dedim. Ceyhun, "Tamam ben şimdi Başbakan'ın evine gidip anlatırım" dedi. Sonuç ortada… Millî Savunma Bakanlığı, MİT ve Emniyet gibi kurumlar hükümeti yanıltıyor.

DARBELERDE CHP PARMAĞI VAR

Evren'in darbeyi haber verdiği ilk sivil Emin Paksüt'müş… Emin Paksüt darbeyi ilk haber alan sivil olmakla kalmıyor, darbeyi hazırlayan ekibin içinde Turhan Feyzioğlu ile beraber. Bizde bütün darbelerin içinde CHP'nin parmağı vardır.

Darbenin olacağı bir yıl öncesinden konuşuluyordu. Başbakanlık Müsteşarı olan Turgut Özal o süreçte neler yaptı? Turgut Bey ülkenin dibe vurmasından endişe ediyordu. "Askerler ülke yönetmesini bilmezler, ekonomiden hiç anlamazlar, darbe olursa nasıl bir bataklığın içene düşeceklerini görmeleri için gidip anlatalım" dedi. Başbakan Demirel'in izniyle, Genelkurmay'da iki kez brifing verdik. Evren, kuvvet komutanları, Genelkurmay Genel Sekreteri Haydar Saltık da dinlediler. Birincisi 2, ikincisi de 4 saat sürdü. Generaller Özal'ı alkışladılar…

"Darbe sonrası ekonomiyi teslim edecek kişiyi bulduk" demişlerdir… Evet. Karargahtan çıkınca Turgut Bey, "Abi bunlar darbe yaparlarsa sana ekonomiyi teslim ederler" dedim. 'Nereden aklına geliyor böyle şeyler' diye tepki verdi. Darbe oldu ve Genel Sekreter Haydar Saltık Paşa, Özal'ı çağırdı, ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı teklifinde bulundular. Özal işin içinde CHP'liler var bunlarla çalışılmaz diyerek kabul etmedi. Saltık Paşa, 'kimlerle çalışmak istiyorsan onları getirelim' dedi, Turhan Feyzioğlu ve ekibi tasfiye oldu. Özal bu şartlarda oturdu koltuğa.

Darbecilerin ilk icraatlarından aklınızda kalan ne var? Bana manidar gelir, MGK Genel Sekreteri Haydar Saltık, Milli Savunma Bakanı Ahmet İhsan Birincioğlu'nun bir bankanın yönetim kurulu üyeliği için kararname hazırlamamızı istedi, biz de yaptık.

Bu durum darbecilerle işbirliği yapan siyasilere bir ödül mü… Onun takdirini size bırakıyorum, ama böyle şeyler oluyor...

DARBELERDE ERGENEKON GİBİ ÖRGÜTLERİN İZİ VAR

Ergenekon ve benzeri yapılara 12 Eylül sürecinde de rastlanıyor mu? Evet. Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki darbe öncesi oluşturulan kargaşanın içinde Ergenekon benzeri yapılanmaların parmağı var. Hem sağcı ve solcu gençleri kullanmışlar hem de kendileri bizzat düzenlemişler.

Meclis kayıtlarında 12 Eylül darbesi bir zorunluluk olarak değerlendiriliyor. Meclis bile böyle değerlendirirse darbeci zihniyetin önü nerede kesilir. Sorun bu zaten. Ne halk ne de siyasiler bugüne kadar demokratik sisteme tam sahip çıkmadılar. Türkiye'de on yılda bir tekrarlanan darbeler bir 'kaht-ı rical'e (devlet adamı yokluğu) sebep olmuştur. Bugün bu durum kısmen aşılmıştır, dar-beye en fazla direnen hükümet Erdoğan hükümetidir, bakın son yıllarda kaç tane darbe girişimi oldu. 27 nisan muhtırası, Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararı, kapatma davası.... Hepsi birer darbe girişimiydi.

BAŞBUĞ GÜNEYDOĞU'DA BAŞBAKAN GİBİ DAVRANDI

AK Parti kapatılmadı, Ergenekon operasyonu oldu, hâlâ darbe ihtimali sürüyor mu? Evet bu ihtimal hâlâ var. Asker siyasi davranıyor. Sanki bu ülkede biri sivil biri asker olmak üzere iki tane başbakan var. Bakın Genelkurmay Başkanı Güneydoğu gezisi yaptı, (orada söylediklerine itirazım yok, güzel ve doğru şeylerdi), halkın içine karıştı, bir siyasi parti genel başkanı, hatta başbakan gibi konuştu, sanki bir program ilan etti. Bu senin işin değil ki. Bırak onu hükümet yapsın, neden kendini onların yerine koyuyorsun. Memleketin sizden başka sahipleri de var.

Darbe kültürü işliyor… Eskiden askeriyede herkesin ulaşmak istediği en üst makam Genelkurmay Başkanlığı'ydı, sonra bu değişti ve Cumhurbaşkanlığı makamı oldu. Bu tabiî ki askerin bakışını, siyasete meylini, ülkeyi yönetme hırsını gösteriyor. Bakın Ergenekon sanığı tutuklu Tolon ve Eruygur Paşalara yapılan ziyareti Genelkurmay'ın sahiplenmesi sıradan bir olay değildir. Genelkurmay'ın bu işi sahiplenmesi çok manidardır. Olayın kesinlikle insanî ve vefa boyutu yok…

Neden biz darbe kültürüyle yaşamak zorundayız, neden darbecilerden 12 Eylül'den, 28 Şubat'tan, 27 Nisan'dan… tüm antidemokratik yapılardan hesap soramıyoruz… Darbe toplantısı yapmak hem suça teşebbüstür hem de suçtur. İdam cezası kalkmadan önce, idamı icap ettiren bir suçtu darbe yapmak. Bugün cezası müebbet hapistir. Menderes bundan yargılandı. Halbuki darbeciler hep bu suçu işledi. Türkiye'de darbelerin sürmesinin sebeplerinden biri de şimdiye kadar darbecilerin hiç yargılanmamış olmasıdır. Nerede o hukuk, nerede o hâkimler, nerede o savcılar?

DARBE VAR DİYENLERE İTİBAR EDİLMİYOR

Neredeler? Bilmiyorum… Savcılar ancak Genelkurmay İkinci Başkanı'nın ihbarıyla harekete geçiyor. 28 Şubat'ta ortaya çıktı ki, bizde yargı sistemi askerden etkileniyor, Anayasa'ya ve yasalara aykırı muamelelere karşı koyamıyor. Aksine onlara alet oluyor. Çevik Bir'in benim hakkımda yüzden fazla şikâyeti oldu ve çok acıdır savcıların hepsi koşturdu. 28 Şubat sırasında ben darbeyi tespit edecek bütün evraka sahip oldum ve açıkladım. Açıklamadan önce de DGM, Yargıtay, cumhuriyet başsavcılarına, Cumhurbaşkanlığı'na, Genelkurmay'a "TSK içinde darbe yapmak isteyen bir grup var. Ceza Kanunu'na göre yargılanmaları gerekir. Bunları ihbar ediyorum" diye tek tek dosya gönderdim ama savcılar takipsizlik kararı verdi.

Evren yargılanabilir mi? Kesinlikle yargılanmalı. AK Parti hükümetinden beklentim; yaşı 90'a geldiği halde Kenan Paşa Marmaris'ten alınsın, mahkemeye çıksın, hakim karşısında oturup darbecilikten yargılansın ve mahkum olsun. Ardından da cumhurbaşkanı yaşını gerekçe göstererek af yetkisini kullansın. Evren Paşa sıkıntı çeksin demiyorum, ama bizim darbecileri yargılayabildiğimizi, herkese, kendimize, darbecilere, topluma göstermemiz lazım.

HÜKÜMET MUKTEDİR OLMA YOLUNDA

AKP iktidar olabildi mi? Sayın Başbakan "2004'te muktedir olamadık" demişti. Türkiye'de muktedir olmak çok zordur. Bilirsiniz 'Kırmızı Kitap' bakanlara verilmez, müsteşarlara verilir. Devletin asıl sahibi bürokrattır. Bakanlar, idare edilmesi gereken çocuklardır. Bakan olup da 'Kırmızı Kitap'tan haberdar olana pek rastlamadım. Bizde Menderes ve Özal dönemleri gibi karma yönetimler dışındaki dönemlerde devleti hep asker yönetti.

Otomatik pilota bağlanma durumu bugün de geçerli mi? Otomatik pilot meselesini bir kere daha anlatayım, Bizim Ekrem Pakdemirli Suudi Arabistan'dan geliyormuş, uçağı ben kullanacağım diye tutturmuş. Kaptan peki demiş. Birkaç dakika sonra hostes kaptanın kulağına fısıldamış; "Efendim yolcular perişan." Kaptan çaktırmadan uçağı otomatik pilota almış. Pakdemirli iki saat boyunca pilot koltuğunda uçak kullandığını zannederek oturmuş. Uçak inerken olayı farkeden Pakdemirli "Yaktın beni Necdet, sakın kimseye söyleme!" demiş. Türkiye'nin yönetimi de genelde böyledir…

Bugün manüel bir durum yok mu? Sayın Erdoğan hükümeti pek çok alanda iktidar olmayı başarabildi. Baykal'ın "son kale" dediği, bürokrasinin ve totaliter zihniyetin kalesi Çankaya'ya kendi içlerinden birisini çıkarabildiler. Bu çok önemlidir. YÖK başkanını atadılar, rektör atayabiliyorlar. Sistem eskisi gibi değil, demokratikleşiyor. Askerin içinde darbe heveslileri olduğu halde darbe olmuyor. Ergenekon konusu çok önemlidir, fakat Ergenekon'un bir ucu askerin içine kadar gidiyor. Orada da gerekli temizliği yapmazsanız bu işi çözemezsiniz. Bu konuda Genelkurmay da titiz davranmalı, bu tür yapılara izin vermemeli, askerle normalleşmeli.

Asker yasal Ergenekon gibi davranabilir

Askerin normalleşmesinden bahsettiniz. Nedir normalleşme durumu? Askerler, 'kurtarıcı subayları' oynuyor. Bunların tamamına yakını çok vatanseverdir. Niyetleri ille darbe yapmak, ülke yönetmek değildir. Ama sivil yönetime ve halka güvenmiyorlar. Kendilerini daha vatansever, Atatürkçü, laik, Cumhuriyet'e tam sahip olarak görüyorlar.

Önümüzdeki dönemde TSK'nın yasal bir Ergenekon gibi davranması kimseyi şaşırtmamalı yorumları giderek yükseliyor… Ben de aynı endişeyi taşıyorum. Onun için yargı bu işin üzerine gitmeli, asker de içine sızmalardan korumalı kendini.

Doğan dostum ama Başbakan haklı...

Türkiye'de iktidarların oluşmasında, hükümetlerin gelip gitmesinde medyanın rolü nedir? Medyanın rolü vardır, özellikle bazı şahıslar, bazı partiler üzerinde; fakat öyle başbakan atayıp başbakan indirmek kadar değil. Bu biraz abartılıyor. Şunu da görelim medya itibarını kaybetmiş durumdadır, yani halkın üzerinde o kadar da yönlendirici etkisi yoktur.

Medya siyaset ilişkisi bizde nasıl bir tarihi arka plana sahip? Başbakanlar medyayı kendi çıkarları uğruna kullanmak isterler, medya patronları, yöneticileri de bu yakınlıktan nemalanmak isterler. Medya da kendini zamanla iktidar da görür ve öylece davranır. Meslek ilişkisinden çok çıkar ilişkisi vardır. Olması gereken herkesin makul bir yerde durmasıdır. Başbakanların özel gazeteleri, sürekli haber ve röportaj verdikleri seçilmiş gazetecileri olamaz. Bizde bu ilişki çok yanlış kurulmuş.

Aydın Doğan-Başbakan Erdoğan arasındaki kavganın faturasını siz Doğan'ın gazetesini yöneten ekibe çıkardınız... Evet, Aydın Bey, Anadolu insanı bir Müslüman Türk'tür. Ekibi ise ne yazık ki '68 Kuşağı'nın solcuları. Bunlar pozitivist, laikçi insanlar. Yönetim de bunların elinde. Gerginlik buradan doğuyor.

ASIL SORUN, DOĞAN'IN MEDYA BÜROKRATLARINDA

Yani AK Parti hükümetine karşı kendiliğinden önyargı ve dolayısıyla tavır mı oluşuyor… Durum onu gösteriyor. Doğan Grubu'na ait gazetelerin asıl sorunu patron müdahalesi değil, sorun Aydın Bey'in gazetelere yeterince karışmaması... Aydın Doğan, 22 yıllık dostum ama bu durumda Başbakan Erdoğan haklı durumda.

Neden haklı? İyi araştırılmamış haberler yüzünden. Tabii bu kavganın mazisi biraz da eskiye dayanıyor.

Nereye? Bir buçuk yıl öncesine. Doğan Grubu, Deniz Baykal'ın antidemokratik kam-panyalara, 367 saçmalığına destek verdi. Hürriyet, Posta ve Milliyet gazetelerinin, Cumhurbaşkanlığı ve seçim sürecinde yaptığı yayınlar kışkırtıcıydı. O yayınlar gerilimi artırıcı etki yapmıştır. Özellikle Meclis'in başörtüsü düzenlemesiyle ilgili kararını Hürriyet'in '411 el kaosa kalktı' manşeti demokrasiyle hiç bağdaşmadı. Yani sorun Aydın Doğan'da değil, Doğan Grubu'nun medya bürokratlarında…

Demirel 'Ulusalcı Şef'in kuyruğu

Demirel için "en büyük günahımdır" demişsiniz… Demokratik duruşuna çok güvendiğim bir insandı. Her Pazar akşamı gider saatlerce konuşurduk. Önemli bir siyasi misyonu vardı. 12 Eylül Anayasası'na evet çıkmasına çok sinirlenmişti. Fakat cumhurbaşkanı olduktan sonra saf değiştirdi. Hayal kırıklığına uğradım. 28 Şubat'ta darbecilere koltuk değneği oldu, tankları arkadan itti. Şimdi de aynı işlerin içinde, Baykal'ın peşine takılmış yeni maceralar arıyor. Baykal'a kuyruk olmak sana hiç yakışıyor mu Süleyman bey…

Deniz Baykal'a neden 'Ulusalcı Şef' diyorsunuz? Eskiden bir 'Milli Şef' vardı, İsmet İnönü. Baykal'a da bir şey söylemek gerekirse o da ancak 'Ulusalcı Şef' olur. Çünkü ulusalcılık içinde her şeye karşı düşmanlık vardı. Bunlar milliyetçi olamazlar, demokrat olamazlar, bunlar din düşmanı ve darbeci olurlar. Bunlar topluma da güvenemezler, siyaset de yapamazlar. Bunlar memleketin hayrına tek bir çivi bile çakmazlar... İşleri güçleri tahrip ve tahriktir. Baykal ve CHP, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hassas olduğu konuları istismar ediyor.

yeni şafak