25 Haziran 2008 Çarşamba

Hacı!!



Yazan: irtica Haziran 17, 2008
 
Üst düzey bir bürokratın Ağlama duvarında dua eden fotoğrafını görünce ister istemez maziyi hatırladım.  'Bizim askeri okuldan atılmamızdaki neden neydi?' diye düşündüm.Ben ve bir kaç arkadaşım dini hassasiyetlerimiz nedeniyle askeri okuldan atılmıştık. 

Hani şu peygamber ocağı olduğu bize öğretilen askeri okuldan.  Hani Peygamberimizin alemi manada yer yer teftiş ettiği ordudan. Hani savaşta manevi yardımların açıkça görüldüğünü ballandıra ballandıra anlattıları ordudan. Hani Kıbrısından  Güneydoğusuna , Koresinden  İstiklal harbine kadar melekerlerle-şehidlerle müeyyed ordudan atılmıştık biz. 

Nedeni çok basitti. Her an ölüm tehlikesi ile burun buruna olan bir insanın yöneleceği tek yer vardır:Allah'a yönelmek. İşte bize bu yasaklanmıştı. Pek çok arkadaşımız daha giriş kapısında kabul edilmemişlerdi. Kimisinin namaz kıldığı dizlerindeki, ayağındaki nasırından belli oluyordu. Kimisinin ailesi şaibeliydi; babası din görevlisiydi ya da gerici bir aile olarak tanınıyorlardı. Kimisi de gaflet edip denize düşüp boğulmak üzere olan Atatürk'ü değilde Peygamberimizi kurtarmayı düşündüğü için kaybetmişti mülakatı. Kimisi gideceği okulu ya da dersaneyi yanlış seçmiş, o yüzden girememişti. Ama girenlerde de büyük bir tedirginlik vardı:"Ya şimdi benim de Allaha, peygambere gönülden bağlı bir insan olduğum anlaşılırsa nice olur babamın hali! Ne kadardı o ödenecek miktar? Babam evini tarlasını satsa ödeyemezdi o parayı. En iyisi mi ben dine diyanete pek bulaşmayayım. Aman kimse beni sivil hayatımda da cumada, bayram namazında görmesin. Hacca umreye gitmek mi, kafayı mı yediniz kardeşim." Tabii bizleri çekemeyen eksiğimizi arayan pek çok rakibimiz olduğu için bir yerde yakayı ele vermiş ve okuldan atılmıştık.

Acaba biz de okula devam etseydik resimdeki paşanın yaptığından fazlasını mı isterdik. Bir gün Kabeye elimizi sürüp, rabbimize dua etmekten başka muradımız mı vardı? Ettiğimiz günahların affı için yüce yaradana el açıp yalvarmaktan başka maksadımız mı vardı?

Şimdi hatırladım; bizi okuldan kovmalarının nedeni, bir dini otoriteye bağlı olduğumuz varsayıldığı için -Allah korusun- bir savaş sırasında komutanları dinlemeyip hocalarımızdan -alemi manada herhalde- emir alarak ordunun disiplinini bozma ihtimali idi.

Ey aklı yetenler, söyleyin bana; biz savaşa girseydik, örneğin Amerika yada İsrail'le savaşsaydık hocalarımız rüyamıza girip  hedef mi şaşrtacaktı  bize?.. Yunanistan'la harbe girseydik,  başka tarafı mı bombalatacaklardı. Ya da Pkk ile mücadelede bizi başka bir tarafa mı saldırtacaklardı?
Hayır,hayır elbette bizler en cesur çarpışanlar olurduk bu bahsettiğimiz ülkelerle savaşsaydık.Ne savaştan kaçardık, ne yalpa yapardık ne de kaytarırdık. Ama sanırım konu bu kadar basit değildi.

Belki de düşman dışarda değildi de içerdeydi- R(Z)ahmetli İnönünün meşhur sözünü hatırlayın-  o yüzden mi bizi böylesine sıkıştırıyorlardı. Bu düşmanla savaşırken bizim gerektiği gibi savaşmayacağımızı düşünüyorlardı belki de.

İnşallah bu fotoğraflar doğru değildir. İnşallah Hacı Genel kurmay başkanı zamanında bu problemler hallolur.O da yaptığı bu yanlışı telafi ederek mü'minlerin gönlünü almak için bir de Kabeye gider, Hacer-ül esvede elini sürer, arefeye çıkar ve hacca giden ilk genel kurmay başkanı olur. İnşallah bizim yaşadığımızı kimse yaşamaz. Dini inancından dolayı kimse okulundan atılmaz.

Biz burada insanların dini inanışlarını rahatça yaşayabildikleri bir toplum istiyoruz.
Öyle gizli, saklı olmadan herkesin hür ve özgür bir şeklide dini inancını yerine getirebildiği bir Türkiye arzu ediyoruz. Laikliğin hiç bir dine taraf olmadığını söylerler hep. Ama pratikte laiklik İslam'a düşmanlık, diğer dinlere hoşgörülü olma şeklinde uygulanır. (Bakınız:Kartel medyası) İslama da hoşgörü istiyoruz. Çok mu şey istiyoruz.
 

22 Haziran 2008 Pazar

Darbeler Halka Karşıdır,Hakka da Karşıdır!!!

Bizde ülke onlardan sorulur,yönetimden hiç inmemiştir.Sırtımızdaki gizli ağırlık olmaktan hoşlanılmaktadır.

Devletin kurucusu ve yöneticisi sayarlar kendini…Bir CHP, bir de askerler…Halk yoktu sanki…Savaşan onlardı…Dedelerimiz şehit ve gazi olmadı sanki…Hep onlar askerdi..Sivillerin aklı hiç ermiyor sanki.

İkincil konuma gerilemek birilerinin anuruna mı dokundu..GAP bitirilmek üzere…Bölgeye refah ve huzur gelmesi, terörün bitmesini istemeyenler var…

Akıllıca düşününce bu bölge de huzura kastedenlerin İsrail destekli yerli işbirlikçi olma ihtimallerini hiç hoşlanmadan ifade etmek istiyorum… Rejim bahane…

İsrail’in geleceği için bölgeye huzur ve sukunet gelmemeli…Terör her şeye rağmen devam etmeli(!)…

Savunma konusu, onların asıl işi değildir. Onlar Halka nizam vermekten ara sıra vakit bulunca güvenlik ve terör konularında konuşurlar, işlemlerin de fluluklar taşırlar…

Kanal D nin yayınında gösterdiği gibi PKK grubunu görür vurmazlar nedense…Pkk’yı ablukadayken, ablukayı kaldırma emirlerini, askere gidip gelenlerden hep dinleriz… Halk olarak anlamaya çalışıyoruz… Sivil denetimden sıkılırlar… Yeşil elbisenin içinde kendilerini farklı diyarın sakinleri gibi ayrıcalıklı olmak isterler ve genelde de siyasilerden bu ayrıcalığı da alırlar,koparırlar…Erbakan Hoca’nın askere yaptığı zam hala hatırımızdadır. Gerçi kendisine de darbe ordan gelmiştir… İsrail güdümlü bir taşla, hoca siyaseten mevta haline getirilmiştir. Aynı taşla şimdi de Öğrencisi Başbakan R.T.Erdoğan siyasi mevta edilmek istenmektedir.

Askeriyenin son zamanlarda suskunluğunu siyaseten açıklama yapmamasını az kalsın hayra yoracaktık ki, Kameraların karartıldığı gizli 3 görüşme, asker+yargı diyalogunu gözler önüne serdi…Darbesel sürecin işleticilerini halkın görmesini sağladı…

Darbe Halka Karşıdır,Hakka da karşıdır…

Biz de askerin muhakkak bir siyasi görüşü vardır…Atatürk ilke ve inkılapları adına, laiklik adına bütün değerlere karşı bir başkaldırı içindedirler (Bütünü tenzihle söylüyorum)…

İdeolojik rejimle beslenme dürtüleri son safhadadır… Askerimiz bu ideolojik aymazlıktan kurtulmalı, halkının bütün değerleriyle barışık hale getirilmelidir…

Ordu halka nizam vermek için çeşitli psikolojik harekatlar yapmayı, halkı sindirmek için ateş altında tutmayı rejimi korumanın parçalarından saymaktadır… Halkı düşman gören bir anlayışın içindedirler… Askerini seven bir milletin askeri tarafından rejim düşmanı addedilmesi ve yönlendirilecek kuzular olarak görülmesi de tamamen doğrudur, fantastik bir duygu değil bunlar…

Askerin koruduğu devlet askeri değil, siyasi olarak müdahale ettiği devlet; geri devlet, geri kalmış devlet, geri kalması istenilmiş devlettir. Birileri apoletlilerle bu millete kast edebilmektedir… Halk olarak müdahaleye sessiz kalmamız istenilmektedir. Ara rejim heveslileri türemişler her zaman oluğu gibi…

Basının Bir Kısmı(Sivil Generaller)+TUSİAD+CHP+Asker+Yargı=Ara rejim… Ara rejim=Mesut On.başı+ Süleyman Cum.başı yakışıyorlar…

Eskiden aldıkları role de uygun bir tezahürün tezgahında olduğumuz dillendirilmektedir.Allah, Tezgah kuranların en hayırlısıdır.Allah, bu millete tezgah kuranların tezgahını başlarına geçirecek feraseti vermiştir…

Eskidendi o ara rejim ve yönlendirmeler… Siyasetin mecraını değiştimeye kalmak eskidi. Şimdi yeni şeyler denemek lazım, cancazım…

28 şubat ve soyulan bankalar ve milletin giden paralarında askerin rölünü tartıştık mı hakkıyla… Emekli de olsa, Asker hakkında(!) bu konuda konuşmak, ne haddimize efendim…

27 nisan bildirisinden, 367 dayatmasına, oradan 22 temmuz seçimlerine… Temmuz seçimlerini hazmedemediler şimdi de gizli, kamera karatmalı görüşmeler, inkar v.s.

Bir de ağlama duvarlı resimler..Basında…

Bazıları savunuyor turistik bir gezi, camide de resim çektirdi paşa, niye onu yayınlamıyorlar diye… Varsa ki, var diyenler yayınlasalardı da görseydik, paşamızın turistik gezi planlarının başka bir parçasının da olduğunu…

İsrai’lin arkasında olmadığı bir Amerikan destekli harekat, içinde dolarların da serpiştirilmediği bir kalkışma bu ülkede olmaz, olamaz…

Zor be dostum… İhtilal bu, mantık aramak yanlış.. Yanlış aramak ta yanlış.. Çünkü doğruları yanlış görenlerin yanlışı bu… Kendilerine ve ülkelerine sevdalı olan askerlerin böyle bir şey yapma ve istikrara kastetmesi olamaz, olmamalı da… Demokrasiyi özümseyenler oldu, askerlerden bir kaç kişi…

Ama halkla konuşmuyorlar, ya da ne olacağı umurlarında değil bunların… R.T.Erdoğan gider Mesut gibi ara başbakanlı bir rejim kurarız diye düşünmek, eskiyi yeniden yaşatmak, bu ülkeye hiçbir şey kazandırmaz…

Gizli bir darbenin gerçekleşmekte olduğunu görüyor ve uyarıyoruz… Adam gibi durun durduğunuz yerde… AKP olmaz da, başbakan yasaklanırsa, R.T.Erdoğan’ın işaret ettiği parti %70′lerle iktidar olacaktır… Unutmayın 28 şubatta böyle bir iktidar yoktu… İki partili idi… A.Şener’de kendini havaya sokanların gazında… Ona da iyi gazla(nmala)r dileriz…

Kangren yaparsanız önce sizin kellenize halk kurşun sıkacaktır, haberiniz olsun.. Halkın darbesinden korkmuyorsanız, buyrun darbeniz mübarek olsun… Ne diyelim, İsrail ve Amerikan abiler öyle istiyor olabilirler… Önce karar verip, sonra gerekçe uydurmaya benzemez halkın gerekçesi, haberiniz olsun…

Yargı+Asker+Tusiad+CHP - hepsinin oyları bir daha ki seçimde barajın altında kalabilir… Ben den söylemesi…

Kendi düşen, kendi ağlar… Halk kendine, istikrarına kastedeni asla affetmez…

Kurşun, bazen atanı da vurabilir.

http://gencmusalli.com/wordpress/archives/522

21 Haziran 2008 Cumartesi

İşte dünyanın inanç haritası


İşte dünyanın inanç haritası
İşte dünyanın inanç haritası
18 Haziran 2008 Çarşamba 11:21
Hangi kıtada hangi dinin mensupları çoğunlukta?.. Bakın harita neleri ortaya koyuyor...

Dünyanın inanç haritasına göre hristiyanların oranı yüzde 32,9, müslümanların oranıysa yüzde 20... İki dine inanların sayısı da gittikçe artıyor.

Dünyada bir çok inanç çeşidi var. Tek tanrılı dinlere inananların yanı sıra bir çok inanç insanlar tarafından rağbet görüyor... Ama dünyanın inanç haritasına baktığımızda çok az insanın hiçbirine inanmadığını görüyoruz.

MÜSLÜMANLARIN ORANI YÜZDE 20

İnanç haritasına göre dünya nüfusunun üçte biri hristiyanlığın bir mezhebine inanıyor. Toplam hristiyanların oranı 32,9... Dünyada yaşayan müslümanların oranıysa yüzde 20'ye yakın...

Haritadaki mavi bölgeler müslümanların yaşadığı yerleri gösteriyor.
DÜNYANIN İNANÇ HARİTASININ BÜYÜK HALİNİ GÖRMEK İÇİN TIKLAYINIZ...



20 Haziran 2008 Cuma

KUR'AN-I KERİM

Kur'ân En Mühim Haberdir.(Sâd Suresi-67.Ayet)
 
Bu Kur'ân Alemler İçin Bir Öğüttür.(Sâd Suresi-87.Ayet)
 
Bu Kur'ân Sadece Bütün İnsanlar İçin Bir Derstir Evrensel Bir Mesajdır.(Yusuf Suresi-104.Ayet)
 
İşte Kitap Şüphe Yoktur Onda.Rehberdir Hidayetin Ta Kendisidir Korunacak Muttâkilere.(Bakara Suresi-2.Ayet)
 
İyi Bilin ki Bu Kur'ân Uydurulmuş Bir Söz Değildir Sadece Daha Önceki Kitapları Tastik Eden Dine Ait Herşeyi Açıklayan İman Edecek Kimseler İçin Hidayet Rehber ve Rahmet Olan Kitabullahtır.(Yusuf Suresi-111.Ayet)
 
Sizin En Hayırlınız Yararlanmak İçin Kurân-ı Öğreneniniz ve Başkalarını Yararlandırmak İçin Öğreteninizdir.(Buhari)
 
Evlâdına Kur'ân-ı Kerim'i Öğreten Babaya Kıyâmet Günü Sultan Tâcı Giydirilir.(Kenzü'l Ummâl)
 
Kurân-ı Kerim'i Kendine Güçlük Verdiği Halde Kekeleyerek Okuyan Kimse İçin İki Misli Sevap Vardır.(Sahih-i Müslim)
 
Kurân-ı Kerim'den Bir Ayet-i Kerime Cennette Bir Derecedir ve Evinizde Bir Kandildir.(Camiu's Sağîr)
 
Kul Kur'ân-ı Kerim'i Baştan Sona Okuyup Hatmederse Hatim Esnasında Altmışbin Melek Ona Rahmet Okur.(Muhtâru'l Ehâdis)
 
Kur'ân Ehl-i ALLAH(c.c)Ehli'dir.(Ramuzû'l Ehâdis)
 
Kur'ân-ı Öğreniniz Okuyunuz ve Okutunuz.(Tirmizi)
 
Kur'ân-ı Kerim'i Okuyup Muhafaza Edeni ALLAH-u Teâlâ Cennetine Koyar ve Onu Kendilerine Cehenneme Girmek Vâcib Olmuş On Kişiye Şefaâtçi Kılar.(İbn-i Mâce)
 
Enes Bin Mâlik(r.anha'dan):Efendimiz(s.a.v)ALLAH-u Teâlânın İnsanlardan Dostları Vardır Buyurdu:Ashab-ı Kiram Onlar Kimdir Ya Rasulullah Diye Sordu?Rasullah Kur'ân Ehl-i Olanlar ALLAH-u Teâlânın Dostları ve Seçkin Kullarıdır!Diye Buyurdular.(Nesâi)
 
ALLAH-u Teâlâ Şöyle Buyuruyor:Kim Benden Birşey İstemek Yerine Kur'ân-ı Kerim'i Okursa İsteyenlere Verilenlerin Daha Fâziletlisini Ona Veririm ALLAH(c.c)'ın Kelâmının Diğer Sözlere Olan üstünlüğü ALLAH(c.c)'ın Mahlukâtına(Yarattıklarına)Karşı Olan Üstünlüğü Gibidir.(Hadisi Kudsi:Tirmizi)
 
Muhakkak Bu Kur'ân-ı Azimüşşan Bir Ucu ALLAH-u Teâlâ'nın Yed-i Kudretinde Diğer Ucu da Sizin Elinizde Olan Bir İp Gibidir Öyleyse Ona Sımsıkı Sarılın Eğer Sarılırsanız Dalâlete ve Tehlikeye Düşmezsiniz.(Muhtâru'l Ehâdis)
 
Kim Kur'ân-ı Kerim'i Gece Veya Gündüz Okursa Melekler Geceye Kadar Affı İçin Duâ Ederler.(Dârimî)
 
Ümmetimin(Nâfile)İbadetlerinin En Fâziletlisi Kur'ân-ı Kerim Okumaktır.(Şihâbü'l Ahbâr)
 
İçinde Kur'ân-ı Kerim'den Birşey Bulunmayan Kimse Harab Olmuş Ev Gibidir.(Feyzü'l Kâdir)
 
Muhakkak Evlerin En Hakîri(Bereketi Az Olanı)İçerisinde ALLAH-u Teâla'nın Kitabından Birşey Bulunmayandır.(Et-Tergib ve't Terhib)
 
Seni Kötülükten Nehyettikçe(Uzaklaştırdıkça)Kur'an-ı Oku Seni Nehyetmiyorsa Sen Onu Okuyor Değilsin.(Muhtâru'l Ehâdis)
 
ALLAH-u Teâlâ Cümlemize Kur'an Ahlâkı İle Ahlâklanmayı ve O Mübarek Ahlâk Üzerinde Yaşamayı Nasip Eylesin(Amin)
 
Selam ve Duâ İle...(oku-yaz)  

19 Haziran 2008 Perşembe

Toplumsal Hayatimizdaki BEDDUA HASTALIGI

 
 

 

Islam, muslumanlarin kendileri ve diger muslumanlar aleyhinde beddua etmelerini yasaklamistir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.): "Kendi aleyhinize, evlatlarinizin ve mallarinizin aleyhine sakin beddua etmeyiniz ki; dualarin kabul olacagi bir saate rastlarsiniz da bedduaniz kabul olmus olur." (Riyazu's-Salihin Tercumesi, III, 82) buyurmustur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) beddua etmekten kacinirdi. Kendisinin lanet eden degil, aksine rahmet peygamberi oldugunu soylerdi. Mekke doneminde Islami teblig etmek uzere Taif'e gittiginde, orada kotu bir davranisla karsi karsiya kalmis; donuste tas yagmuruna tutulmus, mubarek ayaklari kanlar icerisinde kalmisti. O sirada Allah tarafindan kendisine "onlar aleyhinde yapacagi bedduanin kabul edilecegi, dilerse onlari helak edecegi" bildirilmis, fakat Peygamber Efendimiz "Hayir, belki bunlarin sulbunden sana ibadet edecek cocuklar dogar, ya Rabb " demisti. Uhud'da disini kiran, yuzunu yaralayan dusmanlari icin: "Allah'im! Kavmimi hidayete erdir, cunku onlar yaptiklarini bilmiyorlar" (Tecrid-i Sarih Tercumesi, IV, 314) diye dua etmistir. Butun calismalara ragmen Islamiyeti kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesi istenince: "Ya Rabbi! Devs kabilesine hidayet eyle de onlari bizim saflarimiza kat" diye dua etmisti. (Tecrid-i Sarih Tercumesi, VIII, 344)

 

Diger peygamberler, kavimlerine lanet ettikleri halde, Peygamber efendimiz lanet etmemistir. Peygamber efendimiz, genel bir beddua, lanet etmemistir. Fakat bazi gruplar, siniflar icin beddua etmistir. Lanete mustehak olanlara lanet etmistir. Lakin bizler onun kadar kendimize hakim olamadigimizdan dolayi kimlere ve nasil beddua edecegimize dogru karar veremeyebilir, agzimizdan zararli sozlerle karsimizdakinin kotulugunu talep etmis oluruz.Halbuki dinimiz insanlarin kotulugu icin degil, insanligin kurtulusu icin gelmistir!

 

Hadis-i seriflerde (Allah lanet etsin) denilen zumrelerden bazilari sunlardir:

 

(Fitne cikarana ...) [I.Rafii]

(Rusvet alip verenlere...) [I. Mace]

(Zekat vermeyenlere...) [Nesai]

(Ana-babasina lanet edene...) [Muslim]

(Hanimini anasindan ustun tutana...) [Sir'a]

(Erkek kiligina giren kadina, kadin kiligina giren erkege...) [Buhari]

 

Sayet yapilan bu tahkir ve tezyifler, sahsimiza yapiliyorsa, sahsi oldugundan dolayi elden geldigince affedici olmak icap eder. Yok dine ait ise, "o isin sahibi var" deyip Allah'a havale edilmelidir.Bunun degisik misallerini her zaman Asr-i Saadet'te gormemiz mumkundur. Mesela, aynen babasi gibi, oturup kalkarken, hep Efendimiz ve Ashabi hakkinda kotuluk dusunen Ebu Cehil'in oglu Ikrime'ye Efendimiz (sav), beddua etseydi ve sadece "Allah'tan bul" deseydi, bu onun icin feci bir akibet olur ve Ikrime, dalalet ve kufur icinde olur giderdi. Ne var ki bir sefkat ve hosgoru abidesi olan Efendimiz (sav), o engin musamaha dunyasinda, ona da yer vermis ve kat'iyen beddua etmemis...etmemis, o da, Mekke fethini muteakip donemde hidayete ermistir. Ardindan da Yermuk'te, Muslumanligi bir sehbal gibi dalgalandiran kahramanlardan olmustur.

 

Butun bu ve benzeri misalleri inceledigimizde, tercih edilecek sikkin cok iyi dusunulmesi ve karar verilirken de akli ve mantiki olanin secilmesi gerekir. Zaten dinimizin temel esprisi de insanligi kurtarma degil midir? Evet, dinin bu temel esprisini kavradigimiz zaman, yolumuzu belirlemek fazla zor olmayacaktir. Bizim vazifemiz, insanliga aydinlik yolu gostermek ve Muhammedi mesaji onlara sunmaktir.

 

Kendi sahsimiz adina bir hakaret ve kufur oldugunda, hakkimiz yendiginde affedebilmek, beddua etmekten kacinmak Allah'in razi olacagi hareketler arasindadir. Dusunebiliyor musunuz ki; size kotuluk yapan birisine [sirf Peygamber Efendimiz'e (sav) Taif halkinin yaptigi kotuluklere ragmen onlara beddua etmeyip bilakis dua etmelerini hatirlayarak] dua etmek ancak Peygamber Efendimiz'e (sav) ve onun yolundakilere yakisir bir harekettir.
 

 

Allah bizleri Peygamber Efendimiz'in (sav) yolunda olanlardan eylesin.

 

Amin.

16 Haziran 2008 Pazartesi

Selam Yürüyen Halka!...



Uzaklarda olsak ta gelemesek te gönülden destekliyoruz.

Ağlama duvarında bilmem hangi duvarların arkasında tezgahlanmış geleceğimize kasteden rejim koruma dürtülü dış güçlerin iç uzantılarını bliyoruz,kınıyoruz ve toplumca ayağa kalkıyoruz.

Kıyamınız kıyamımızdır.Kıyam olmadan, iman olmaz.Kıyama kıyanların imanı olmaz.

Kıyamınız imanınıza, inancınıza şahadet etsin...

Selam darbeye karşı duran herkese!!

Katillere karşı gerçek halk darbesidir bu yürüyüş...

Uyanmadan olmayacak...

Lütfen takipteyiz,kameraları karartsanız da mesajını verin...
Takipteyiz gizli gündeminizden deyin...

Lütfen bunları da benim için bir kartona yazıp, asın..

Takipteyiz ağlama duvarları ...

Türkleri liderlikten indirenlerin gütmesine artık iZin vermeyeceğiz deyin...

Artık demeniz gerekenlere de yer açılsın diye ben bu kadar diyeyimmm....

Selam katillerin katilliklerini meşrulaştıdıkları darbelere karşı duran halkım...

Selam uyanışına,duruşuna,,,

Selam asaletine,farkında oluşuna...

Öyle yürüyün ki, Korksun korkak darbeciler,

Öyle saf tutun ki,anlamadık sanmasın, ağlayan duvarlara dönük suratlılar...

Anlamadan gelmeyin,korkmadan yürüyün,

Hakkı söyleyin,yalan ve yanlışa prim vermeyin...Ağlatmasınlar anaları diye de yürüyün...

İnsanlarımızı fişleyenlerin, Türk olmadıklarını da vurgulayarak yürüyün...

Türk insanına ülkeyi hapishane yapma erdemsizlerine, çirkin suratlarını gördüklerinizi söyleyerek yürüyün...

Çok yazmanın zamanı geçti,yürüme vaktidir diyerek yürüyen bütün fikirlerin sahiplerine...

Mazlumların yanında olarak durduğunuzu söyleyerek yürüyün...

Bizi birbirimize düşürerek ülkenin kaymağını yiyenlere,

Atanmış zenginlere ve kendine rol biçen burokratik oligarşiye bağırarak yürüyün...

Asker- sivil- yargı darbe işbirliğinin çirkinliğinin farkındayız deyin..

Susamıyorummm....

Duyurmak istiyorummmm...

Katillerin ülkeyi yönettiğini, gizli çetelerin bu halkı gizli yollarla öldürdüklerini anlatarak yürüyün...

Bu ülkede de yıllardır gizli Guantemalar olduğunu söyleyerek yürüyün...

Sorguya gidip gelmeyenler için yürüyün...

Başına yediği joplardan kafayı yiyenler için de...

Trafik kazası süsü verilerek öldürülenler içinde yürüyün...

Kriz ortamı oluşturup,kendilerine ve yakınlarına anlık rantlarla zengin olanların açıklanmamasına karşı da yüryün...

Durmayın arkadaşlar...

Öldürlenler,asılanlar için de,

En önemlisi yasayla okuma hakkı elinden alınan bacılarımız içinde yürüyün...

Kendini beyaz görenlere karşı, siyah değildir bu halk diyerek yürüyün...

Darbeyle semiren ve yargılanmayanları da hatırlatarak yürüyün...

Duygusal sömürüyle bizi sürü psikolojisine sokarak gütme niyetlilere karşı yürüyün...

Mahkemeye siyasi kararlar veriyorsun diyerek yürüyün..

Ey Mahkeme halka karşı emri nerden alıyorsun diyerek yürüyün...

Yargı adamının gizli gündemi olmaz deyin de yürüyün....

Bu yazımı da yürüyen kardeşlerimize ulaştırın..onların farkında olmalarını ve güçlü olmalarını sağlayın..Yürüyemyenlerin yüryüyenlerden daha fazla olduğunu bilsinler.

Kendinizi güçlü bilerek yürüyün...

Bütün darbelerin senin gücünü söndürmek için olduğunun bilincinde olarak yürüyün...

Sizin kavga etmenizi isteyenlere inat sakin ve söylemleri güçlü olarak yürüyün...

Selam halkım kendi istikbaline sahip çıkma iradene...

Sen çelik iradeye sahip ol,

Sen farkında oldukça gizli cemiyetlerin üyeleri seni idare edemeyeceğini bilecektir...

Senin geleceğine bir kemikle hırlayamayacaklardır...

Yüzdeliğe seni kurban edenlere hadlerini bildirmek için de yürü...

Selam darbeden canı yanan mazlum ve masum halka...

Selam Yürüyen halka....

15 Haziran 2008 Pazar

MÜSLÜMAN MI YOKSA TEBAA MI YETİŞTİRİYORUZ ?

Kısa bir süre evvel, iyi ve heyecanlı bir Müslüman olan yakın dostumu, Müslüman gençliğin eğitimi hususunda bir makale yazarken buldum. Bitmemiş, fakat ana fikirleri ortaya konmuş olan makaleyi okudum. Dinin ruhuna uygun bir eğitimde ısrar ederken dostum, ebeveynleri, çocukları nezdinde nezaket, iyi davranma, tevazu, kendisini ön plana çıkarmama, merhamet, bağışlama, kadere boyun eğme, sabır vs. hasletlerini kazandırmaya çalışmalarını davet ediyor. O, çocukların sokaktan, kovboy ve kriminal filmlerinden, faydasız basından, saldırganlığı ve yarışmacılık ruhunu tahrik eden sporlardan vs. uzak tutulmaları hususunda eğiticileri özellikle ikaz ediyordu. Yine de dostumun makalesinde en sık rastlanan kelime "itaat" idi. Evde çocuk ana ve babaya, mektepte hocaya, okulda öğretmene, sokakta düzen koruyucusuna (polise), yarın ise işte müdüre, şef ve sorumluya karşı itaatkâr olmalıydı.

"İdealini" tasvir etmek maksadıyla yazar, her türlü kötülükten sakınan, sokakta dövüşmeyen, kovboy filmleri seyretmeyen (onun yerine müzik okuluna giden), futbol oynamayan (çünkü bu spor çok fazla serttir), uzun saçı olmayan, kızlarla gezmeyen ("zamanı gelince ana ve babası onu evlendirir") bir çocuğu tasvir etmektedir. O asla bağırmaz, sesi hiçbir yerde duyulmaz, o her zaman ve her yerde teşekkür eder ve özür diler. Yazar söylemiyor ancak devam edebiliriz: Hakkını yiyorlar o susuyor. Şamar vuruyorlar o karşılık vermiyor, sadece bunun iyi bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışıyor. Tek kelimeyle o "karınca bile ezmeyenler" dendir vs.

Bu makaleyi okurken, cehenneme giden yolun iyi niyetlerle döşendiğini ifade eden o sözü anladım. Ve sadece bu değil, bizim son asırlardaki gerilememizin en az bir sebebini tespit ettiğimi düşünüyorum: İnsanların hatalı eğitimi.

Aslında, asırlardır, birinci kaynaktan gelen İslamî fikrinin anlaşılamamasının neticesi olarak biz, gençliğimizi yanlış eğitiyoruz. Düşmanımız eğitimli, sert ve pervasız, Müslüman ülkeleri teker teker işgal ederken biz gençliğimize nazik olmasını, "sineğe bile kötülük düşünmemesini", kaderine boyun eğmesini, "her türlü iktidar Allah'tan olduğuna göre "her türlü iktidara itaat içinde olmasını öğretiyoruz.

Gerçek kökenini bilmediğim, fakat kesin olarak İslam'dan kaynaklanmayan itaatin bu mutsuz felsefesi mükemmel ve bahtsız bir şekilde birbirini tamamlamaktadır: Bir taraftan o, canlı olanları ölü haline getirmekte, diğer taraftan ise din adına yanlış ülküleri ön plana çıkararak, daha yaşamadan evvel ölen kimseleri İslam'ın etrafına toplamaktadır. O, normal insan mahlûklarından, suç ve günah duygularının takibatında, aynı zamanda hakikatten kaçan ve pasiflik ve tesellide sığınak arayan hayatı ıskalamış şahsiyetler için çok cazip olan, kendinden emin olmayan insanlar yaratmaktadır.

Günümüz uyanış asrında, bizzat İslam düşüncesinin savunucuları veya kendini öyle tanımlayan kimselerin her türlü karşılaşmayı (kavgayı) rutin olarak kaybetmeleri ancak bu şekilde açıklanabilir. Yasaklar ve ikilem felsefeleriyle ağa yakalanmış olan yüksek ahlak sahibi bu insanlar, ne istediklerini bilen ve hedeflerine ulaşmak için her aracı mubah gören, daha az ahlaklı, az medenî fakat kararlı ve acımasız karşıtlarıyla karşılaştıklarında kendilerini ikinci derecede (alt, aşağı seviyede) görmektedirler.

Müslüman halkları idare eden kimselerin İslam içinde terbiye görmüş ve İslam düşüncesinden esinlenmiş kişilerden olmalarından daha tabii ne olabilir? Ancak onlar bunu basit bir sebepten dolayı başaramamaktadırlar: İdare etmek için değil idare edilmek için eğitilmişlerdir.

Müslüman ortamında bizzat Müslümanların topraklarına hakim olan yabancılara, yabancı fikirlere ve siyasî ve ekonomik zulüme karşı direnç göstermelerinden daha mantıklı bir şey ne olabilir? Ancak onlar bunu yine o bilinen sebepten dolayı yapamamaktadırlar: Seslerini yükseltmek için değil, itaat etmek için eğitilmişlerdir.

Müslüman değil, tebaa… Mükemmel, sakin, tam tebaa. Neredeyse uşaklar eğitiyorduk (veya topluyorduk). Bizimle her türlü iktidara ne mutlu!

Fitne, esaret ve adaletsizlik dolusu olan bir dünyada, gençliğe sakınmasını, sakin olmasını, itaat etmesini öğütlemek aynı zamanda kendi halkının ezilmesi ve esir edilmesinde ortak olmak değil midir?

Söz konusu psikolojinin birçok bakış açısı vardır. Onlardan biri her zaman tekrarlanan geçmiş hakkındaki hikâyedir. Gencimize İslam'ın ne olması gerektiği değil, eskiden ne olduğu anlatılmaktadır. O, Alhambra ve geçmişteki fetihleri, Binbir Gece'nin şehrini, Semerkand ve Kurtuba'daki zengin kütüphaneleri bilir. Onun ruhunu devamlı olarak geçmişe doğru çevirmektedirler ve o, ondan yaşamaya başlar. Tabiî ki geçmiş önemlidir. Ancak bugün, eski atalarımızın yaptığı mükemmel güzellikteki tüm camileri saymaktan çok, mahallemizdeki mütevazı camimizin eskimiş çatısını tamir etmek daha önemlidir. Hatıralardan ve geçmişi arzulayarak yaşamaya sebep olacaksa eğer, bütün o muhteşem tarihi yakmak gerekecek galiba. Eğer, geçmişte yaşanamayacağını ve kendimizin bir şeyler yapmamız gerekeceğini öğrenmemiz şart olacaksa, o muhteşem abideleri yakmak daha iyi olur.

Bu yıkıcı teslimiyetçilik ve karşı gelmeme pedagojisinin, en az elli yerinde mücadele ve direniş prensiplerinin zikredildiği Kur'an adına öğütlenmesi ayrı bir paradokstur. Rahatlıkla söylenebilir ki Kur'an teslimiyetçiliği yasaklamıştır. Çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine Kur'an, sadece tek ve biricik teslimiyeti tesis etmiştir: Allah'a olan teslimiyet. Ancak Allah'a olan bu teslimiyette Kur'an insan için özgürlük inşa ederek, onu bütün korkulardan ve diğer bütün teslimiyetlerden kurtarmıştır.

Şimdi, ana babalara ve eğitimcilerimize ne tavsiyelerde bulunabiliriz?

Her şeyden evvel, gençlerde bulunan güçleri öldürmemelerini tavsiye edebiliriz. Öyle yapacaklarına, onları yönlendirsin ve belli bir şekle soksunlar. Onların uyuşuğu Müslüman değildir ve ölü birini İslam'a "çevirmenin" imkânı yoktur. Müslümanları eğitmek için insanları eğitsinler, hem de en mükemmel ve kapsayıcı şekilde. Onlara tevazudan çok şeref ve haysiyet, teslimiyetçilikten çok cesaret, merhametten çok adalet hakkında konuşsunlar. Kendi yolundan gidecek ve bunun için kimseden izin istemeyecek şeref sahibi bir nesil yetiştirsinler.

Çünkü aklımızda hep tutalım: İslam'ın ilerlemesini her türlü ilerlemeyi olduğu gibi sakin ve teslimiyetçi kimseler değil, cesur ve itiraz (isyankâr) ruhlu kimseler gerçekleştirecektir.


ALİYA İZZET BEGOVİC

(Kasım, 1971 Aliya İzzetbegovic / İslam Deklarasyonu Ve İslami Yeniden doğuşun sorunları)

İslâmsız İslâm ve Siyonizm

İslâmsız İslâm ve Siyonizm

İslâmsız İslâm ve Siyonizm

 Tarih : 15.06.2008 21:44:38


Tel Aviv Üniversitesinde doktorasını yapan, bugün Utah Üniversitesinde Doç. olarak görev yapan Hakan Yavuz'un söylediği, işaret ettiği imgeye dikkat ediyoruz. Modernleş me, AKP ve cemaatler üzerinde oynanan oyunların nereye

 
İslâmsız İslâm ve Siyonizm
Ali Haydar HAKSAL
 
B
azı kavramların ne alma geldiği ve bazı durumların ne kadar bu denli öncelendiğinin üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Müslüman aydınlar arasında epey bir zamandır yaşanan zihni bir kırılma ile kimi kavram ve oluşlara karşı tepki verildiğidir. Siyonizm, Masonluk vb. kimi kavramlar söz konusu edilince dudak bükülür, burun kıvrılır, tiye alınır ve hatta töhmet altında tutulunur. Nedenine gelince bu gibi kavram ve oluşların fazla abartıldığı, ya da dolaylı olarak onların reklâmının yapıldığı bile söylenir.

Zaman öylesine hızlı akıyor, oluşlar öylesine hızlı gerçekleşiyor ki şaşılır. Bu kalemin sahibi önemli olaylar yaşadı ve yaşıyor. Şükür ki, ayağımız sağlam duruyor ne bir düzlem kayması, ne de bugüne değin yazdıklarımızdan ötürü bir yanılma ve bir pişmanlık duyduk. Eksiklerimiz elbette vardır, kimi zaman yanılgılarımız da olabilir, bu doğaldır. Ancak hiçbir sapma içinde olmadık çok şükür.

Olayları ciddî bir biçimde analiz edersek, sağlıklı ve ciddî düşünürsek sonuçlar insanı şaşırtmaz.

Bir Hakan Yavuz fenomeni vardır. Bu fenomen bir değil, yalnız değil, çok boyutludur. Olaylara bu fenomeni örnek vererek bir sonuca ulaşılabilinir. Nasıl mı anlatalım, bilgilerimizi de tazeleyelim. Hakan Yavuz, 1990'lı yılların ilk yarısında sevdiğimiz bir Prof. Ağabeyimiz tarafından bize getirildi. "İslâmcı yazarlar ve edebiyatçılarla ilgili bir tez çalışması yaptığı" söylendi. Doktora tezini nerede hazırladığını sorduğumuzda bize: "Boğaziçi Üniversitesi" denilmişti. O zaman içimiz cızz etmiş, getiren ağabeyin hatırına elimizde Yedi İklim dergisinin mevcut sayılarını vermiştik. Uzun bir zaman ortalıkta görünmemişti bu araştırmacı. Ardından Zaman gazetesinden uzun bir dönem, sonra da Yeni Şafak gazetesinde yazılar yazdı. Yusuf Kaplan TV5'in genel müdürü iken, 17 Aralık AB sözleşmesinin imzalandığının ertesinde "AB ve Medeniyet" kavramlarının tartışıldığı bir programa davet edilmiştim. Aynı oturuma Hakan Yavuz da davet edilmiş, o zaman aynı araba ile alındığımızdan, arabada yol boyunca gerilimli bir tartışmamız da olmuştu. O sıralarda bir üniversitede hoca olan, şimdi AKP genel başkan yardımcısı ve milletvekili Prof. Dr. Edibe Sözen ile taze evliydi. Arabada söyledikleri beni hayli ürkütmüştü. AB sözleşmesi imzalandıktan sonra "Kıblemiz Brüksel'dir" demişti. Yusuf Kaplan'ın odasında ise AB ile birlikte yeni sürecin "İslâmsız İslâm" olduğunu söylemişti. Biz tamam demiş, kameralar karşısına geçince bu kavramdan yola çıkarak tartışmaya başlayacağımız sıra, o, o konuya hiç girmemiş, çantasından Fetullah Gülen ile ilgili kitabını çıkarmış, konuşmasını da, Hoca Efendiyi ve cemaatini merkeze alarak konuşmuştu.

Bir İslâm medeniyetinin olmadığını vurgulamıştı. AB'ye ve dünyaya Hoca efendinin öncülüğünde Batı'ya İslâm'ın götürüleceğinden bahsetmişti. Bu çalışması "M. Hakan Yavuz: "Search for a New Social Contract in Turkey: Fetullah Gulen, the Virtue Party and the Kurds" o sıralarda Türkçeye çevrilmişti. Ekranda da kitabı göstermişti. İçeriye geçtikten sonra, bize geldiği üzerinde yaptığı tez çalışmasıyla ilgili sorumu sorduğumda: "O tezi Tel Aviv Üniversitesinde hazırladığını söylediğinde" şaşakalmıştım.  Yakında kitap olarak çıkacakmış. Kitap çıktı. Modernleşen Müslümanlar Nurcular, Nakşiler, Millî Görüş ve AK Parti" Bu çalışma Türkçeye çevrildi ve yayımlandı. O zaman sosyal demokrat bir aileden geldiğini de söylemişti. Bunlardan niçin söz ediyorum. 13. 06. 2008 Tarihli Hürriyet gazetesinde Özdemir İnce'nin köşesinde, Özdemir İnce'ye yazdığı mektup önemli ve dikkate değer. Hakan Yavuz bu mektubunda cemaatlere olan ilgisini, ilişkisini, uzaklık ve yakınlığını anlattıktan sonra asıl vurgusunu yapıyor gene. 4. maddede bir bütün olarak şunu ifade ediyor. "Cemaat özelde Said-i Nursi'nin Risale-i Nur'unu, genelde ise İslâm'ı 'araçsallaştırmıştır'. Gittikçe bir hâkim olmakta ve güce odaklanmış bu İslâm anlayışı ahlâki çekirdekten uzaklaşmaktadır." diyor. Biz Hakan Yavuz'un ileri sürdüğü bu projeden epeyce söz etmiş zaman zaman da bu kavramdan yola çıkarak düşüncelerimizi yazmıştık.

Tel Aviv Üniversitesinde doktorasını yapan, bugün Utah Üniversitesinde Doç. olarak görev yapan Hakan Yavuz'un söylediği, işaret ettiği imgeye dikkat ediyoruz. Modernleşme, AKP ve cemaatler üzerinde oynanan oyunların nereye uzandığına dikkat etmede yarar var.

Güzel sözlü

Güzel söze ne kadar muhtacız! Su gibi. Gölgelik gibi. Elbise ve ekmek gibi, güzel söze ne kadar da muhtacız...

 

Hayatın giderek profesyonelleşen yoğun trafiği ve odaklandığımız başarı temposuyla, adeta kuşatma altına aldığı bizler, ne kadar da yalnızız aslında...

 

O kadar çok itiraz edecek haksızlık, o kadar çok yapacak iş var ki yeryüzünde, evladı iyal"in evde bekleştiği bir dilim helal lokma, artık arslanın ağzında değil ne yazık ki, arslanın midesinde...

 

Gel de çık bu kuyudan... Kardeşleri tarafından kuyuya atılmış Yusuf misali, gel de bu çağın o kör kuyusundan çık kolaysa...

 

Hepimizin elinde kanlı gömlekler: Hepimiz kardeşlerimizi, ana-babamızı, sılamızı, kapı komşumuzu, arkadaşlarımızı çoktan yem etmişiz kurda... Vaktimiz yok! Kimseye ayıracak, kimseyi dinleyecek vaktimiz yok.

Oysa dinlemek ve işitmek, her şeyin başı değil mi? "Dinledik ve itaat ettik" derdi eski Kitapların kalbi aydınlık insanları...

 

Bu çağın bizlere sunduğu zehir zemberek bir hediyesi olsa gerek; sağır bir kulak, sağır bir kalp, sağır yürek...

 

Bazen kendimi sele kapılmış, amaçsızca kayan bir odun dalı veya güçsüz bir saman çöpü gibi hissediyorum. Keşke birisi beni tutsa çıkarsa kıyıya... Sel o kadar şiddetli ki sağa sola bıçkınca çarparken, imdat verecek ne bir kıyı, takılacak ne bir kumsal buluyorum. Suya yazılan bir yazı gibi hayatlarımız, cümleyi bitirmeden yok oluyor hemen her harf.

 

Deniz kenarında kumdan kaleler yapan çocuklar gibiyiz, tüm marifetimiz ancak bir dalgaya bakar...

 

Ve dalga, ve bitmesi tüm oyunların... Hayat işte böylesi çocukça bir oyalanma kadar kısa...

 

Ama bazen tıpkı Kitap"ta anlatılan "şehrin ötesinden koşarak gelen adam" misali birisi çıkıyor karşınıza...

 

Seher vakti gibi aydınlık ve umutlu sözleri var yüreğinde o çıkıp gelenin...

 

Deniz kıyısında kumdan kaleler yapmakta olan çocukların başlarını okşayarak onlara hal hatır soruyor, yanlarına çömelip dünyanın en güzel cümleleriyle onlara bir şeyler anlatmaya başlıyor...

 

Veya sürekli boğuştuğunuz o yaman sel baskınından eğilip tutuyor sizi, kıyıya çıkarılmış bir dal gibi minnetle bakıyorsunuz gözlerine. Gülümseyerek yüzünüzü gözünüzü kuruluyor, soğuktan buz tutmuş sırtınıza kendi hırkasını çıkarıp sarıyor...

 

Böyle biri, güzel biri, elinde yalancıktan kana bulanmış gömlekler taşımayan, sizi kurtlara yedirmemiş, sizi kuyulara atmamış biri çıkıp geliyor "şehrin ötesinden, koşarak"...

 

Onun dili ve onun konuşmaları, kalbinize bir sekinet ve dinginlik olarak iniyor, öğlen vakti güneşin tam da tepenizi kavurduğu bir anda yetişiveren ılık bir gölgelik gibi onun konuştuğu dil...

 

Tıpkı Süleyman Peygamber"in bildiği diller gibi, taşın, ateşin, karıncanın, rüzgarın bile sözünden anlıyor ve mukabele ediyor, alçakgönüllülükle...

 

İşte bu, Kur"an-ı Kerim"in lisanıdır diyorsunuz, İkram Kitabı"nın dili budur diyorsunuz... Teskin oluyor tüm telaşeler o konuştukça, onu dinlerken yatışıyor tüm sıkışmalarınız.

 

Temiz söz, aydınlık söz...

 

İlâhi söz..

--
"Bazen bir kuyuya benziyor hayat; kör, pis, zehirli bir kuyuya. Boğuluyorum, ölüme koşacak mecalim kalmıyor, kimseyi görmüyor gözüm. Sevdiklerim yabancılaşıyor. Kitaplar tuğla oluveriyor birden. Dostlarımın sesini tanımıyorum. Varlığım bir tele asılıyor. Bir kâbus bu, bir hastalık. Gözlerimi kaybettikten sonra bu kuyuya sık sık düştüm... İstediğini yapamamak, sakatlığımdan doğan bir aciz"

Cemil Meriç

Fikri Akyüz, 'Teke Tek'i yazdı

Bu memlekette "Allah'a inanmıyorum" demek suç değilse, ki suç olmamalıdır (Yani günahı boynunadır) "Ben Atatürk'ü sevmiyorum, çünkü onun fikirlerine inanmıyorum" demek niye suçtur?

Fikri Akyüz -Yeni Şafak

Fatih Altaylı, "Teke Tek"..

Fatih Altaylı'nın hazırladığı "Teke Tek"te konuşan genç kadının bana göre de yanlış olan sözlerinden sonra belli bir kesim eteklerindeki taşı dökmeye başladı.

Eteklerindeki taşı dökmekle kalmadılar; etekleri zil çaldığı için, döktükleri taşı yerden alıp o genç kadının suratına fırlatmaya başladılar. Hatta bununla da kalmadılar; o kadın üzerinden, başörtüsü yasağına karşı olanlara da fırlatmaya başladılar.

Evet değerli kardeşlerim; Allah aşkına mugalata yapmayın ve bir düşünceye karşı çıkarken düşünce üretin, slogan değil..

Hele hele "dogma"ya karşı çıkayım derken yeni dogmalar ihdas etmeyin.

BİR: "Atatürk'ü sevmiyorum; Humeyni'yi seviyorum" diyen Nuray Bezirgan, Ak Parti'nin temsilcisi değildir; hele hele Müslümanların temsilcisi hiç değildir.

İKİ: Müslümanların temsilcisi olmayan bir kadının "sevdiği" Humeyni de Müslümanların temsilcisi değildir.

ÜÇ: Müslümanların temsilcisi olmayan bir kadının, Humeyni'yi sevmek gibi bir yanlışlığa düşmesi o kadını "recm" etmenin mazereti değildir.

DÖRT: Humeyni'yi sevmek suç olmadığı gibi, Atatürk'ü sevmemek de suç olmamalıdır.

BEŞ: Yaşanan bazı zulümlere rağmen, dünyada Müslümanlığın en iyi yaşandığı yer olan bir ülkenin kurucusunu "sevmemek", kınanması gereken bir husustur; ama sadece kınanması gereken bir husustur.

ALTI: Atatürk'ü sevmeyenleri kınamak "günah" olmadığı gibi, Atatürk'ü sevmeyenleri kınamamak da "suç" değildir.

YEDİ: Beşinci paragrafta yer alan cümleyi anlamamak suç ve günah değildir ama anlayıp da lafı alabora etmek "ayıptır"

SEKİZ: O kadının yanlış bir laf etmesi karşısında çıkıp "Anayasa Mahkemesi'nin ne kadar haklı olduğunu gördünüz değil mi?" demek, ayıptan daha öte bir şeydir,

DOKUZ: Bir insanın "Kuran-ı Kerim'de başörtüsü yasağı bulunmamaktadır" deme hakkı vardır; hatta Kuran-ı Kerim'de başörtüsü yasağı olduğuna inanmasına rağmen başörtüsü takmama hakkı da vardır.

ON: Ancak bir insan, Kuran-ı Kerim'de başörtüsü yasağı olduğuna inansın veya inanmasın başörtüsü takıyorsa o genç kadının üniversiteye sokulmamasını istemek jakobenliğe at koşturmak, demokrasiye ise nal toplatmaktır.

ONBİR: Bu "engelleme işinin" rejisörlüğünü, senaristliğini ya da aktörlüğünü yapmamış olsalar bile, bu "filmi" gösterime sokmak, gösterilse bile bunu alkışlarla "izlemek", izlemese bile "seyirci kalmak" Anayasa Mahkemesi'nin işi değildir.

ONİKİ: Mahkeme'nin "işi", işi çığırından çıkaran bir hak ihlali karşısında "resim seçiciliği" görevini ifa etmek değildir; oyuncu seçimi (casting) yapmak ise hiç değildir. Onu alıp bunu yerine koymak yani "montaj" yapmak da değildir.

ONÜÇ: Mahkeme'nin işi, filmi "piyasaya sürmek" de değildir; işi, sadece ve sadece filmi "korsan" bir şekilde piyasaya sürenlerin hukuksuzluğu karşısında adaletin tecellisini tesis ve temin etmektir.

Evet, bazı yazar ve bazı siyasetçilerin işi de bazı figüranlara aktörlük payesi vermek değildir. "Atatürk'ü Koruma Kanunu" ya da benzeri bir kanun dünyanın neresinde görülmüştür? Haşa, Cenab-ı Allah ile Atatürk'ü mukayese ediyormuşum gibi bir anlam çıkmasını istemem ama "mesele" daha iyi anlaşılsın diye yazıyorum..

Bu memlekette "Ben Allah'a inanmıyorum" diyen insanlar var mıdır? Elbette var.. Peki insanların böyle bir düşünceye sahip olmaya hakkı var mıdır? Eğer laik bir ülkede yaşıyorsak elbette böyle bir hakkı olmalıdır. Türkiye laik bir ülke olmalı mıdır? Evet olmalıdır.

Hah, işte geldik meselenin nirengi noktasına.. Bu memlekette "Allah'a inanmıyorum" demek suç değilse, ki suç olmamalıdır (Yani günahı boynunadır) "Ben Atatürk'ü sevmiyorum, çünkü onun fikirlerine inanmıyorum" demek niye suçtur? "Ben Allah'a inanmıyorum" demek, evet benim inançlarıma göre "günahtır"..

Ama bu sözün söylenebilme hakkı da olmalıdır; çünkü bu, "laik bir devletin" olmazsa olmaz koşullarından biridir. Buna karşılık "Ben Atatürk'ü sevmiyorum" demek, benim düşüncelerime göre sadece "kınanabilir" bir görüştür ve ben de kınıyorum zaten.. İşte bu hakkın mevcudiyeti de "demokratik hukuk devleti" ilkesinin bir tezahürüdür.

Evet, neticede Atatürk de Humeyni de büyük bir devrimcidir. Ancak, Humeyni'nin "insanların başını zorla kapattıran" rejimi İslam'ın öngördüğü rejim değildir..

"İnsanların başını zorla açtıran" bir rejimin ise Atatürkçü bir rejim değildir. Olsa olsa Atatürk gibi bir lidere ihanet eden jakoben elitlerin peşrev çektiği totaliter bir rejimdir.

Modern Bir Samiri: Yaşar Nuri Öztürk


 

Modern Bir Samiri: Yaşar Nuri Öztürk

Yılmaz Çakır

Türkiye'de 6O'lı yıllara uzanan tevhidi dinamiklere sahip kimlik sahibi olma süreci, 70'li yıllara gelindiğinde daha da belirgin bir hal almıştır.

Tarihsel süreç içinde yitirilen tevhidi kimliği doğru yerde arama çabalarının oluşumunda, Seyyid Kutub ve Mevdudi çizgisi olarak niteleyebileceğimiz eserlerin büyük bir önem taşıdığı ise ortadadır. Söz konusu bu sürecin Kur'an'la tanışmada, geleneksel kabullere dayalı hurafeci anlayışları sarsmada ve her tür zorba iktidarla mücadele etmek gerektiği yolunda yaptığı etkiler olumlu sonuçlar vermiştir.

Özellikle 70'li yılların ortalarından itibaren artan, 801i yıllara gelindiğinde ise daha da yoğunlaşan Kur'an çalışmaları da bu olumlu sürecin etkilerini taşımıştır.

Kur'an'a dönüş olarak nitelendirilebilecek bu çabaların yoğunlaşması çeşitli çevrelerin saldırıları yanında 'içten' saldırılarla da karşılaşmıştır. Birçoğu kuzu postuna bürünmüş kurt rolü oynayan ya da onların oyunlarına gelen basiretsiz insanlar, Kur'an çalışmalarının peygamberi metodu ve hedefini bir kenara bırakıp, onu hevalarının bir aracı yapmak istemişlerdir. Amerika'da yaşayan ve sonraları öldürülen çağdaş müseylime Reşad Halife ve onun müridleri bu çerçevede gösterilecek örneklerdendir.

Değişik birçok isimle çoğaltılabilecek olan, Kur'an'a yönelişi saptırma çabalarının müşterek özellikleri ise hemen her defasında Kur'ani bir deyim olan 'hakkı batılla bulama' şeklinde tezahür etmiştir.

Tarihi hiç de yeni olmayan söz konusu çabaların her defasında metodları da hemen hemen aynı form düzeyinde; 'kelimeleri yerlerinden değiştirmek', 'ayetlerin bir kısmını gizlemek' ya da 'Kitap'ta olmayanı Kitap'tanmış gibi göstermek' şeklinde olmuştur.

Kur'an vakıasını yok saymanın, onu ortadan kaldırmanın imkansızlığı, bütün dönemlerin Samiri taslaklarını yöntem olarak böylesi bir tutuma mahkum etmiştir. Öyle ki, temel fonksiyonu Hakla batılı ayırmak olan Kur'an'ın anlaşılması ve yaşanması mücadelesi, Kur'an'ın aydınlığından rahatsız olan gelenekçi Samiriler tarafından engellenemeyince devreye modern Samiriler sokulmuştur. Temel kabullerini modernitenin ve hakim sistemin oluşturduğu bu yeni Samirilerin Kur'an'ın anlaşılmasını savunuyor gibi gözükmeleri ise sadece bir yanılsatma hadisesinden ibarettir.

Basiretli bir Kur'an okuyucusunun hemen fark edeceği üzere Kur'an, modern Samiriler için gelenek düşmanlığından başka bir anlam taşımaz. Böylelerinde geleneksel çevrelerin hurafelerine karşı tebliğ adı altında ortaya konan 'kin ve gayz' derecesindeki sertlik, modern hurafeler söz konusu olduğunda yerini 'merhamet ve şefkat' derecesinde bir yumuşaklığa bırakır.

Bu meyanda ortaya konan yanlışlıklara örnek olması açısından verilebilecek isimlerden birisi de birçok insanın tanıdığı Yaşar Nuri Öztürk'tür.

Örneğimizi Yaşar Nuri Öztürk olarak seçmemizi zaruri kılan faktörlerden önemli birisini de onun tanınmış olması oluşturmaktadır. Öyle ki, bu tanınmışlık durumunu Yaşar Bey 'ülkede bir uçtan bir uca estirilen Yaşar Nuri fırtınası ve Yaşar Nuri fenomeni'1 olarak zikretmekte ve bu fenomenin oluşumunda kendisinin 'tavizsiz ve yorulmak bilmez faaliyetlerinin'2 olduğunu hatırlatmaktadır. Yine kendisini dinleyenlerin 'bir trans haline geçtiğini ve sürenin (bile) farkında olmadıklarını'3 belirten Yaşar Nuri, 'Kur'an galerisine giden ışığı yakanın da, birçok noktada Kur'ani belirlemeleri yapanın da kendisi olduğunu söylemektedir.4

Bu mütevazi ifadelerin sahibini tanımak içinse, onun "20'yi aşkın" olarak ifade ettiği eserlerinden bazılarını okumanın yeterli olacağını düşündük ve gördük ki, 'Kur'an galerisine giden ışığı yakma' iddiasındaki Yaşar Nuri Öztürk, yanlışlıkla başka bir galeriye gitmiş ve orada tasavvufu ve vahdet-i vücudu bulmuş:

"Esasen Allah açısından iman-küfür, hayır-şer ayrımının hiçbir anlamı yoktur. Hallaç, bunu çok güzel ifade etmiştir: 'İmanla küfür arasında fark gören kafirdir, ama kafirle mü'min arasında fark görmeyen de kafirdir"5

"O halde, hak eri için bütün dinlerin, iman-küfür kavgalarının üstünde bir alan vardır. Kavgalar, renkler ve DİNLER ÜSTÜ (vurgu bize ait 'Y.Ç.') bir alandır bu birlik alanı."6

"Allah'ın bir ayeti hatta Allah'ın en büyük kelimesi"7 olduğu iddia edilen Mevlana'dan, Tasavvuf galerisinin çerağı Yaşar Nuri şu sözleri de alıntılıyor:

"Bil ki, pir baştan başa tanrı sıfatlarıyla sıfatlanmıştır; insan şeklinde görülür, ama iş öyle değil"8

Hezeyan derecesindeki iddia ve inançlarını, ortaya koyduğu "Mevlana ve İnsan" adlı eserinin önsözünde ise şöyle diyebiliyor: "Tüm büyük ruhlara tevhid ve Kur'an perspektifinden bakılması gerektiğine inanıyoruz".

Yaşar Bey'in "Büyük Ruhlardan kasdı ise başta İbn-i Arabi, Mevlana, Hallaç vb. panteist şirk kültürünün temsilcileri...

Bir "fikir ve ilham devi"9 olarak kabul ettiği İbn-i Arabi'den ve onun etkilediği Mevlana'dan alıntılar yaparak şöyle der: "Allah'ı tanıtmakla birlikte, 'tek' ve 'bir' sözleri bile şirk kokusu taşır. Çünkü onlar da iğreti alemin eşek sürüsünün değerleridir. Öyle bir zerreyiz ki, dört unsura da isyan ettik, beş duyuya da, altı yöne de. Zaten beş, altı dediğin de nedir? Tek Allah'a bile kızgınım ben"10.

"Eşek sürüsü" ifadesi "Kitap yüklü eşeklerin" tarih boyunca Muhammedi mücadele içinde bulunanlara taktığı çirkin ve iğrenç bir lakapken, tasavvuf galerisinin çerağı hangi Kur'an'dan bahsediyor? Ya da Kur'an'ın neresinde "varlık birdir, insanlık ve fikir birdir"11 deniyor. Kur'an' Hz.Muhammed'e inen Kitap ise, biz böyle bir inanca sahip olmayı şirk görürüz. Yok haşa, Kur'an ile kastedilen başka bir kitap ise ya da onu peygamberden iyi anlayan ve anlatanlar var ise, onu bilmiyoruz.

Kur'an'ı anlama ve anlatma iddiasındaki söz konusu şahsın en önemli özelliklerinden birisi de kanaatimizce mevcut müşrik sistemi onaylama ve onaylatma çabasıdır. Bu kutsal(!) uğurda Allah'ın Kur'an'ını kullanmayı mahzurlu görmemekte; bizatihi ondan deliller (!) bulma gayreti içinde olmaktadır.

Laikliği, demokrasiyi ve cumhuriyeti Kur'an değerleri olarak sunma hususundaki gayretleri bu cümleden olarak ele alınmalıdır12.

Yaşar Nuri'nin eserlerinde, dilden düşürmediği hoşgörü, bütün insanlara sevgi duyma gibi13 iddiaların her defasında tek bir muhatabı ve yine tek bir istisnası vardır. Her ne kadar bütün İnsanlığı sevmek diyorsa da, bu noktadaki muhatabı "bizim insanımız"14 dediği çevrelerdir. Hatta İslam düşmanlığı tescilli Rotaryen, Lions gibi hiç de "bizim İnsanımız"la irtibatları olmayan tamamen "dışarıya" bağlı kuruluşlar bile Y.Nuri'nin "engin hoşgörü ve sevgisinden" nasiplenebilmektedirler15.

Birçok kez sitayişle bahsettiği Rotaryen ve Lionslara akıl vermeyi de ihmal etmeyen Y.Nuri şöyle demektedir: "Bu dinin mensupları, dinlerinin yozlaştırılması, hurafeden temizlenmesi, kutsal kavramların insanımız ve ülkemiz aleyhine kullanılmaması için iş yapmak, gerekirse kavga vermek zorundadırlar. Bu, din ağırlıklı kuruluşlar kadar "ben müslümanım" diyen Rotaryenlerin, Lionsların da görevidir".16

Yaşar Nuri; "bu mücadelede bizim yanımızda yer alan kişi, kurum ve kadroların isimleri açık açık verilmiştir"17 derken çok doğru söylemektedir.

Kendi mütevazi ifadeleriyle: "Bir imanın destanlaştırmışı" Bay Nuri'nin sevgi ve hoşgörüsünün her zaman ve her durumda istisnasını ise laik olmayan, eğrisiyle doğrusuyla İslam'ı yaşamaya çalışan, İslam'ın hayat nizamı olduğuna iman etmiş insanlar oluşturmaktadır.

Kendisinin davet edildiği bir konferansta "Kur'ancı" olduğu iddiasıyla konuşturulmayan Y.N., kendisini konuşturmayan ve Kur'an düşmanı olduklarını, bizatihi kendi ağızlarıyla ifade eden bazı SHP'lilere bile dost ve sıcak bir ilgi ile hitap etmekte iken18 bir başka konferansına müdahale etmek istediklerini söylediği Refah Partililere karşı ise bir cümlesinde üç kez söverek şöyle demektedir: "Bazı hurafe tüccarı kutsal sömürücülerinin özellikle Refah Partili bazı istismarcıların engel ve çengellerine rağmen konferans gerçekleşti"19.

"Allah'ın kulları arasında ayrım yapmama, kimseye kin tutmama ve bütün insanlığı bir vücut bilme"20 iddiasındaki Y.N.Ö. söz konusu edilenler müslüman çevrelerden olduğunda her ne hikmetse her defasında nefret, kin ve gayz dolu sözleri ve tabirleri kullanmaktadır: "Din bezirganları, karanlık ruhlular, politik sömürücüler, çığırtkanlar, düzenbazlar, şeriat yobazları, yobaz karanlığın cellatları, cehennem müfettişleri, haysiyetsiz tezgahçılar, yezid bozuntuları, şerefsiz fesatçılar, şerefsizler, namertler, istismarcılar, kudurmuş hayvanlar"21 gibi "sevgi" dolu cümleler hep insan şefkatinin zirvesi, sayın Y.N.Ö.'nün dudaklarından dökülmektedir.

Sıra, İslam'a yaşam hakkı tanımayan, bir zamanlar Allah adını bile yasaklayan zihniyetin temsilcilerinden ve onların yanlışlarından -her nasılsa- bahsetmeye gelince ise Yaşar Bey gerçekten görülmeye değer bir hoşgörü ve sevgi timsali oluyor.

Örnek olarak "Hürriyet" gibi İslam düşmanlığı ile tescilli bir gazetede yazı yazmasını meşrulaştırmak için şöyle buyuruyor: "Bugün hatası vardır, yarın bir hizmete Allah onu memur eder. Bu Cenabı Hakk'ın karar vereceği bir şey. Biz bırakalım bunları, o gazete eğrisi, eksiğiyle hepsi müslüman olan yüzlerce insanın götürdüğü bir müessesedir". "Öbür tarafta {Hürriyet için) adamın iki tane aksaklığı/eksikliği var, onu da afişe ediyorsunuz. Ondan sonra mahkum ediyorsunuz".22

"Hürriyet gazetesini İslamcı gazetelerden İslam'a daha saygılı"23 bulduğunu söyleyen Y.Nuri'nin saygıdan neyi anladığı ise bizim için gerçekten merak konusudur.

Eğrisiyle doğrusuyla İslam'a hizmet etme sevdasında olanlara her tür hakaret ve sövgüyü layık gören zâtını her gün İslam'a sataşan bir gazete hakkındaki övgü dolu sözleri kendisinin kimliğini de ibraz ediyor olmalı.

"Son çeyrek asırda politik sömürü ve düzenbazlık burnunu nazik ve aydınlık dine, iğrenç bir şekilde soktu"24 diyen Yaşar Nuri'nin ideal dönemi ise 1950 öncesi dönem, yani Tek Parti diktasının hakim olduğu yıllar olmaktadır.25

Aslında o "devletinin" yaptığı bazı yanlışlıklara da temas etmiyor değildir. Örnek olarak şu satırlara bakabiliriz: "Dinin gün ışığında tartışılmasına müsaade etmedik, etmedik, izbelere çekildi. İzbelere çekilince karanlık üretti. Sokağın orasından burasından katran gibi fışkırıyor insanın yüzüne, orasına burasına. Herkes şikayet ediyor. Niye? Ne olacaktı? Başka ne bekliyordunuz?"26.

Y.Nuri tarafından gerçekten de yaralı bir yürek sitemkarlığı ile eleştirilen ve "biz" sigası kullanılarak sahiplenilen hatalar için insanın neredeyse "olur böyle şeyler canım, ne önemi var" diyesi geliyor.

'İslamcılara' ve özellikle de 'politik İslamcılara' karşı arslan kesilen Yaşar Bey, nedense İslam'la hiçbir surette ilişkisi olmayan ve hatta İslam'a düşman olan sistem ve yandaşlarına karşı, onların yaptıkları hatalara karşı getirdiği "zorunlu" eleştirilerde o kadar içten, o kadar candan davranıyor ki, muhteremi sistemden ayırdedene aşkolsun27

Y.Nuri mücadelesini dindar kesime yönelik yapma gerekçesini ise şu veciz ifadelere dayandırıyor: "Kur'an-ı Kerim sürekli din temsilcilerinden yakınıyor"28 "Kur'an'ın yarıya yakını dini temsil edenlerden şikayettir"29

Merak bu ya, Kur'an'ın diğer yarısı kimlerden şikayet ediyor acaba? Ya da Kur'an'ın yarısı kaç sayfadır?

Doğrusu biz Yaşar Nuri'nin Kur'an gerçeği ile kendisini kayıtlayacak kadar "sıradan" olacağına da inanmıyoruz. Öyle ya, "bütün dinlerin üstünde, kavgaların ötesinde bir gerçek var, o da insan gerçeği. Buna inanan insan olur. İnanmayan da hayvan". "Her şey yalanlanabilir ama, insan gerçeği asla"30

Hani olur ya, yahu kardeşim bunu bir müslüman nasıl söyler? İslam'ın/Kur'an'ın ötesinde başka gerçek olur mu? Ya da Kur'an gerçeği nasıl yalanlanabilir ve yine o insan gerçeğinden nasıl kopuk olur diye sorarsanız, o zaman biz de size sizin "Yaşar Nuri Öztürk fenomeninden" haberiniz olmadığını söyleriz. Zaten biz bir şey demeden Yaşar Bey sizi "sevgi dolu" iltifatlara kendisi garkeder. Bundan emin olun.

Şaşırıp da, Yaşar Nuri'yi eleştirmeye kalkışmışsanız, yandınız demektir. Çünkü Yaşar Bey sizi zorlu bir sınava tabi tutacaktır. Misal olarak size "kariyeriniz var mı, eseriniz var mı?" Siz "Türklük düşmanı mısınız"31 diye soracaktır ki, yandınız. Hadi kariyer ve eser sahibi olmayı anladık da "Türklük düşmanlığı" ile irtibatını kuramadık diyorsanız, söyleyelim, Yaşar Bey bu konuda, yani Türklük konusunda çok hassastır. Kendileri şöyle buyurmaktadırlar: "Bizim (Türkleri kastediyor 'Y.Ç.') kimseden din öğrenmeye de ihtiyacımız yok... Bizim insanımızın din dosyası herkesten temizdir. En temiz dosya bizdedir. (Mübarek sanki işportada satıcı 'Y.Ç.') Bir de Al-i Resulün dosyası temizdir. Bir de Al-i Etrak (Türkler)'in dosyası temizdir.

Şimdi biz bu dosyaların çocuklarıyız". "Neyi var bu insanın? Dünyanın neresinde bu kadar güzel insan var?"32.

Şu satırlar da Y.N.Ö.'ye ait:

"İslami ve Muhammedi şuuru en ideal biçimde temsil eden insanlar bu topraklar üzerinde kümelendiler"33

"Bütün eksikliğine, aksaklığına rağmen, bugün dünya yüzünde, İslam'ı en iyi yaşayan kitlenin bizim halkımız olduğunu görürüz"34

Vahdet-i vücutçu Muhiddin İbn Arabi'yi, Kur'an kaynaklı düşüncenin tarihte en büyük temsilcisi olarak gören35, böylece, nasıl bir Kur'an anlayışına sahip olduğunu da açıkça beyan eden Y.N.Ö. Türklükle ilgili düşüncelerine ise şu müthiş ifadelerle devam ediyor: "...Gemuhluoğlu'nun 'Türklüğe İman' (yeni bir iman umdesi daha mı? 'Y.Ç.') keyfiyetinin de varisi olduğu anlaşılmaktadır. Türbedar unvanıyla tanınan Ahmed Amiş Efendi (ölm.1919) diyor ki? "Türk devleti ila yevmil kıyame bakidir. Sadece şekil ve kılık değiştirir, yok olmaz. 'Hz. Adem'e cennette bir çok dil telkin edildi de onların hiçbiriyle konuşmayı kabul etmedi. Türkçe telkin edilince hemen kabul etti'. Böyle bir Türklük anlayışı, Devlet'e hizmeti, yani Türk devletine hizmeti bir ibadet telakki eden bir disiplinin doğmasına zemin teşkil etmiştir"36.

Eh ne diyelim, yıllardır gavur memleketlerini ve onların dillerini biz Türklere büyük bir hayranlık ve gayret ile öğretmeye çalışanlar utansın. Gerçi, Yaşar Bey, Batılı ve Batıcı gavurlardan pek şikayetçi değil. O'nun bütün derdi Arap ve Acemlerle, yani onun tabiriyle söyleyecek olursak bir türlü "bizim insanımız" olmayı hak edememiş müslümanlarla. Her ne kadar Kur'an "ancak müslümanlar kardeştir" diyorsa da O, bu ayeti, İbn Arabi'nin eserlerine bakarak daha doğru yorumluyor olmalı. Hem belki de ayetin batıni manasında sadece Türkler kardeştir anlamı vardır!!! Eğer öyle olmasa Yaşar Bey bu gerçeği "yaradılış gerçeği" gibi kabul eder miydi?37

Yaşar Bey'in vebalı görmüşçesine kaçtığı iki topluluk vardır. Bunlardan birincisi Araplar, ikincisi de Acemlerdir. İnsanın Yaşar N.Ö.'ün, Arap ve Acem düşmanlığını gördüğünde Peygamberin ve Asr-ı Saadet topluluğunun Arap olmadığını düşünesi geliyor. Kim bilir belki de onlar Arabistan'a çok önceleri göçetmiş soylu bir Türk kavmine mensupturlar.

Yaşar Nuri'nin Arap fobisine bir kaç örnek olarak şunları verebiliriz: "Arapların adları Kur'an'da A'rab şeklinde çoğul olarak geçer. Bu kelime A'rabi (bedevi Arap) kelimesinin çoğuludur. Ne ilginçtir ki, bu kelime geçtiği bütün ayetlerde negativenin, kötülüğün, bozgunculuğun, inadın, ikiyüzlülüğün simgesidir"38.

"Demek oluyor ki, Muhammed ümmetine musallat olan fitnelerin hepsinde odak nokta ve motor unsur Arap'dır"39

Gel de şimdi Hz. Muhammed'in Arap oluşuna bir anlam ver.

Bir başka yerde ise şöyle diyor: "Bizim dinimiz Arap, Acem örflerinin ihyası için gelmemiştir"40 Söz doğru da, pekala bugün bizim toplumumuzda hakim olan Batılı örf ve adetlere karşı niye tepkisizsiniz. Yoksa bizim dinimiz Arap ve Acem Örflerini değil de, onları ihya için mi geldi.

Y.N.Ö.'nün bu konuda son hezeyanı ise şöyle: "Şu da var (Hacı Bektaşi) evrensel bir kitap olan Kur'an-ı Kerim'e getirilen Arap, Acem yorumunu değişmez olmaktan çıkarmış ve ona bir Türkmen yorumu getirmiştir. Ve tarih göstermiştir ki, bu Türkmen yorumu, Kur'an'a getirilen Arap ve Acem yorumundan çok daha mükemmeldir"41

Hacı Bektaş'ın Kur'an'a getirdiği mükemmel (!) Türk yorumunun Arap yorumundan üstünlüğü, kendisi ve çevresindeki bir çok değerli sahabisi Arap olan peygamberi de kapsıyor mu?

Irkı, dininin önünde olan bir insanın, "ülkenin tahribine alet edilen 'din'den hayır gelmez"42 derken söylemek istedikleri şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.

Yaşar Bey'in çelişki ve tutarsızlıklarından biri de politikaya ilişkin tavırlarında görülmektedir. O, politikayı çirkin bulduğunu her fırsatta söyler43. Onun çirkin bulduğu politika, dinin dünya hayatına yönelik uyarılarını esas alma çabası içindeki politikadır. Aslında karşı çıktığı İslam'ın siyasi zeminde güçlenmesinden başka bir şey değildir. Ve o, bu rahatsızlığını bir keresinde son 25 yıllık süreçteki gelişmelerle ifade ederken44. Bir başka yerde de tek parti diktasının sona erdiği 1950'den sonraki süreçle ifade etmektedir.45 Kur'an'ı Anlamaya Doğru isimli kitabının 141. sayfasında şöyle şikayetler aldığını söyler: "Doğrudan veya dolaylı politikaya bulaşanlara ve onların anlattıklarına güvenmiyoruz. Onların bize saf İslam'ı anlatacaklarına inanmıyoruz". Bu sözleri söyleyenleri Yaşar Bey de tereddütsüz onaylar ve şöyle der: "Dini ve din temsilcilerini politikadan uzak tutmak gerekir"46. Evet böyle der. Böyle demekle de "bizim insanımız" dediği Lions ve Rotaryenlerle aynı çizgide buluşur. Yalnız kendisinin de bir din adamı olduğu ya da öyle sanıldığı gerçeğini unutur. Ve tutar size, Amerikancı politikacı Tansu Çillerin 24 Nisan kararlarını över ve bu kararlara uymak gerektiğini savunur.47 Yaşar Bey'in ilkesizliği ve çelişkisi olarak görülebilecek bu tutum farklılığının aslında şaşılacak hiçbir yanı yoktur. Çünkü Yaşar Bey, "kıblesini" çoktan belirlemiştir. Şu sözler ona aittir: "Kur'an'ın evrensel değerlerini hayata sokma açısından bakıldığında bugünkü Batı dünyasının bugünkü İslam dünyasından Kur'an'a daha yakın olduğu görülür... Bugünkü Batı ile entegrasyondan beklenen hayır, bugünkü İslam dünyasıyla entegrasyondan beklenen hayırdan hiç de az olmayabilir"48. Batıcı Yaşar Nuri'ye Bosna'yı, Çeçenistan'ı, Irak'ı, Filistin'i bir kan deryasına dönüştüren Batı'nın, Kur'an'ın hangi evrensel değerine yakın olduğu sorusunu soran ise çıkmaz. Yine o müslüman camiayı kastederek şöyle der: "Bugünkü dünyayı zulüm ve kahırla dolduranların yarınlar için vaad ettikleri cennete inanılmaz".49 Dünyayı zulüm ve kahırla dolduranlar müslümanlarmış, öğrenin... Hürriyet gazetesinin muhterem yazarı böyle buyuruyor. Bu zata göre orman kıyımından çevre kirliliğine, vergi kaçırmaktan ekonomik sömürüye kadar bütün alanların suçluları da müslümanlardır50. "Kur'an galerisine giden ışığı yakma" iddiasındaki Hürriyet gazetesi yazarının en önemli özelliği çelişki ve tevildir. O, bir yerde çok doğru olarak Arapçayı kastederek "hiçbir dil kutsal olamaz" der.51 Bir başka yerde ise -ırkçılığından olsa gerek- "Hz. Adem'e Türkçe konuşturur".52 Bir yerde Gazali'nin İhya'sı için "şaheser, ölümsüz eser" nitelemesi yaparken53, bir başka yerde "tasavvuf tarihinin uydurma hadisler bakımından bir numaralı kitabı"54 der. Onu politikadan ve politikacılardan uzak olmak çağrıları yaparken görebildiğiniz gibi politikacılara arka verirken de görebilirsiniz.55 Onun Kur'ancılığı da bir başkadır. Kur'an onun için Muhiddin İbni Arabi, Hallacı Mansur, Mevlana ve Hacı Bektaşi'nin yorumları demektir. Ona göre İbn Arabi, "Kur'an'ı anlayan en önemli isim" iken bir de bakarsınız İbn Teymiyye'den de övgüyle bahseder. Hadisin Kur'an'la kritiğinin gerekliliğine inanır da, kendi tezini doğrulamak söz konusu olduğunda hadis kritiğini unutur gider56.

Laik Yaşar Nuri'nin Kur'an'a yaklaşımı, kendisinin eleştirdiği birçok gelenekçiden hiç de farklı değildir. "Kur'an galerisine giden yolun ışığını yakmak" ise sadece kof bir iddiadır. Onun Kur'an'ı iyi bildiğini söylemek ise asla mümkün olamaz. Onun vecizelerinden bazıları da şunlardır: "Kur'an insanın yüceliğinden bahseder".57 (Hayvandan da aşağı oluşundan bahsetmez mi?).

"Kur'an'ın yaklaşık %80'i müteşabihtir"58. (Ha gayret az kaldı).

"Üstünlük bilmektedir"59 (Kur'an takvada diyor)'

"Kur'an reenkarnasyonu onaylar"60 (Budistler sevinsin).

"İnsanın iç kuvvetleri arasında bizatihi kötü olan yoktur"61 (Allah nefse "fücuru da ilham ettik" demiyor mu?).

"Yaradılan herkes sevilmeli"62 (Allah kafirlere sevgi beslemeyin diyor).

"Hiç kimse kimseye batmış ve cehennemlik damgası vuramaz"63 ("Cehennemlik oldukları belli olduktan sonra" ayeti Kur'an'da bulunuyor, haberin olsun).

"Kur'an-ı Kerim din temsilcilerini, sürekli bir biçimde insanlığı aldatan bozgun, kaos ve çıkar odakları olarak göstermektedir"64 (En hafif ifadeyle bu büyük bir mübalağa değil mi?).

Ve siz sayın Nuri, "diş sağlığını tehlikeye atmayı" Kur'an'ın "kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın" ayeti ile nasıl irtibatlandırabiliyorsunuz?65 Ayetin doğrusu ve bütünü: "Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin, doğrusu Allah iyilik edenleri sever" olmalı değil mi? Yani ayetteki tehlike, Allah yolunda harcamayanlar için söz konusu edilmiyor mu?

"Al-i İmran 195. ayeti çalışıp iş ve değer üretin" mi diyor?66 Ayetin tevilsiz tümü şöyle değil mi?: "(Ahiret günü) Rableri onlara karşılık verdi, 'ben sizden erkek, kadın, hiçbir çalışanın işini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler..." Zayi olmayan çalışma bunlar değil mi?..

Maide Suresi 33. ayette "Allah 've Resulüyle savaşan" ifadesiyle kimlikleri beyan edilen "fesatçıların" kimliklerinden bahsedilmediğini67 nasıl söyleyebiliryorsunuz?

"Şunu bir yaratılış gerçeği gibi bilmek lazımdır ki bizim (Türklerin 'Y.Ç.') bizden (Türk'den) başka dostu yoktur" derken yaratılış gerçeğinin bütün müslümanları kardeş yaptığını bilmiyor musunuz?

"...Rabbinin rahmetine mazhar olanlar müstesna sürekli ihtilaf halindedirler. Ve rabbin onları zaten bunun için yaratmıştır"68 diye ele aldığınız ayette yaptığınız takdim-tehir (tevil) anlamı bozup, adeta ihtilaf için yaratılmış olduğumuzu anlatmıyor mu? Ayetin doğrusu şöyle olacak: "...Rabbinin rahmetine mazhar olanlar müstesna. Zaten onları (rahmete erenleri) bunun için yaratmıştır".

Yine "Kur'an sizden 'bilenlere sormanızı' istiyor"69 diye bir genelleme yapıyorsunuz. Ayeti niye "Bektaşice" ele alıyorsunuz? Doğrusu şöyle olmayacak mı?: "Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Sorun zikir (Kitap) ehline, eğer bilmiyorsanız?" 16/43.

Kalem Suresi 26. ayette açık açık cehennem ateşi olduğu (26-29) anlatılan "sekar" nasıl bilgisayar olabilir?70

"Kadınların başörtüsü örtmeleri, Kur'an'ın tüm zamanlar için geçerli kıldığı bir emir değildir" diyen Kaddafi'nin görüşlerine neden sıcak bakıyorsunuz?71

Bakara Suresi 191. ayette Allah kafirleri kastederek: "Onları nerede yakalarsanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın! Fitne adam öldürmekten daha kötüdür" derken siz buradaki fitne için "insanlar arasında bozgunculuk, fitne ve fesat yayanların dindarlık iddiaları, ibadetleri, Allah adına bağırıp çağırmaları bir aldanış ve aldatıştan ibarettir. Hiç kimse fitne ve fesadı fisebilillah (Allah yolunda) sergilediğini söyleyerek kendisini aklayamaz"72 yorumunu yapıyorsunuz. Allah, fitneci olarak kafirleri gösterirken neden siz ayeti tevil edip müslümanlara fitneci damgası vuruyorsunuz? Bu yaptığınızın yüce Kur'an'a göre büyük bir fitne olduğunu hiç düşünmüyor musunuz?

Tağutların kucağında yazı yazarak, lionslara, rotaryenlere "gerekirse kavga etmelisiniz" diye akıl verip yol göstererek Batıcılık, devletçilik, laiklik, Türkçülük, vahdet-i vücudçuluk ve tevilcilik yaparak Kur'ancı olunamaz. Olsa olsa Kur'an'ın aydınlığına doğru büyük bir ivme kazanan yönelişi hedefinden saptırmak isteyen Samiri olunur.

Son olarak diyoruz ki, Yaşar Nuri'ye bakıp da, kendi hallerini meşrulaştıran muharref gelenek kutsayıcıları da bilmeliler ki, Yaşar Nuri'lerin yanlışları, kendi yanlışlarını temize çıkaramaz. Kur'an'dan uzak kalış devam ettiği sürece birilerinin Kur'an adını kullanarak hatalar yapmasının suçu, o kimseler kadar Kur'an'ı rafa kaldıranlarındır da.

Yine, Hallac'ı, İbn Arabi'yi, Kur'an'ı en iyi anlayan olarak değerlendiren Yaşar Nuri'nin, Kur'an anlayışının niteliğine bakmaksızın, onun Kur'ani İslam'a döndüğünü sananlar da basiretlerini ölçtürmek zorundadırlar.

 

Dipnotlar:

1- Yaşar Nuri Öztürk. Kur'an'ı Anlamaya Doğru. Yeni Boyut Yayınları, sh. 7-8 (1990).

2-Y.N.Ö. Kur'an'daki İslam. Yeni Boyut Yay. sh. 9 (1992)

3-Y.N.Ö. Konferanslarım. Yeni Boyut Yay. sh.7-8 (1994)

4- Y.N.Ö. Çıplak Uyarı. Y.B. Yay. sh.174 (1993)

5- Y.N.Ö. Mevlana ve İnsan. YB.Yay. sh.101 (1993)

6- Y.N.Ö. Kur'an'ı Anlamaya Doğru. sh.106

7- A.g.e. YB. Yay. sh.63

8- A.g.e. YB. Yay. sh.122

9- Mevlana ve İnsan, sh.14

10- A.g.e. YB. Yay. sh.25

11- Y.N.Ö. Kur'an'ı Anlamaya Doğru. sh.19

12- Kur'an'daki İslam sh.259, 502; Büyük Günahlar sh.228; Çıplak Uyarı Sh.15,52; Necmettin Şahiner Yaşar Nuri ile birlikte sh.41, 151 (1994)

13- Y.N.Ö. Kur'an'ı Anlamaya Doğru. sh.9, 20,51,140

14- Y.N.Ö. Çıplak Uyarı, sh.276, 277.

15- Y.N.Ö. Konferanslarım sh.43, 74; Çıplak Uyarı Sh.150

16- Y.N.Ö. Tevhid Mücadelesi sh.186. Yeni Boyut, (1994)

17- Y.N.Ö., a.g.e sh.7

18- Y.N.Ö., a.g.e sh.46-47

19- Y.N.Ö., a.g.e sh.90

20- Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.40, 108, 143; Kur'an'daki İslam sh.497; Büyük Günahlar   Sh.206-207

21- Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.48, 87, 133, 189, 214, 215, 226, 227; Yaşar Nuri ile birlikte sh.90, 91, 172, 245, 246, 248; Tevhid Mücadelesi sh.90; Konferanslarım Sh.77

22- Yaşar Nuri ile birlikte sh. 95-96

23- A.g.e sh.95

24- Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.48

25- Çıplak Uyarı sh.185

26- Konferanslarım sh.84

27- Tevhid Mücadelesi sh.224; Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.68-69

28- Konferanslarım sh.18

29- Yaşar Nuri İle Birlikte sh.258

30- Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh. 106-107

31- A.g.e. sh.9

32- Konferanslarım sh.36-37

33- A.g.e. sh.108

34- Tevhid Mücadelesi sh.216

35- Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.174

36- Konferanslarım sh.245-246

37- Tevhid Mücadelesi sh.50

38- Kur'an'daki İslam sh.716

39- A.g.e. sh.717

40- Yaşar Nuri İle Birlikte sh.260

41- Çıplak Uyarı sh.318-319

42- Tevhid Mücadelesi sh.201

43- Kur'an'daki İslam sh.207; Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.48, 140

44- Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.48

45- Çıplak Uyarı sh.185

46- Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.142

47- Yaşar Nuri İle Birlikte  sh.140-141

48- Tevhid Mücadelesi sh.158

49- Kur'an'daki İslam sh.446

50- Konferanslarım   sh.66; Yaşar Nuri İle Birlikte sh.246

51- Kur'an'daki İslam sh.294

52- Konferanslarım sh.244

53- Din ve Fıtrat sh.77,185

54-Çıplak Uyarı sh.190

55- Yaşar Nuri İle Birlikte sh.140-141

56- Fıtrat sh.177; Asr-ı Saade Şehitleri sh.28, 98, 150, 162; Büyük Günahlar   sh.lll; Konferanslarım sh.63; Kur'an'ı Anlamaya Doğru sh.39

57- Kur'an'ı Anlamaya  Doğru sh.lll

58- Kur'an'daki İslam sh.465

59- Kur'an'ı  Anlamaya   Doğru sh.47

60- Çıplak Uyarı sh.199

61- Kur'an'ı  Anlamaya   Doğru sh.66

62- A.g.e. sh.112

63- Kur'an'daki İslam sh. 25, 60

64- A.g.e. sh.421

65- A.g.e. sh.418

66- A.g.e. sh.511

67- A.g.e. sh.677

68- A.g.e. sh.231

69- Kur'an'ı  Anlamaya  Doğru sh.49

70- Kur'an'daki İslam sh.21

71- Kur'an'ı Anlamaya  Doğru sh.226

72- Kur'an'daki İslam sh.417

Haksöz Dergisi / 53. Sayı / Ağustos 1995